Pazar Savaşın suçlusu meğer ajanlarmış

Savaşın suçlusu meğer ajanlarmış

30.05.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Körfez Savaşında savaş filmi izlemiştik. Şimdi de heyecanlı bir casusluk filmi vizyona girdi...

Savaşın suçlusu meğer ajanlarmış

Başlarda şüpheye düşüyordum; benim kaçırdığım bir şey mi var, benim atladığım bir yeri mi yakaladı diye. Hayır. Uyduruyor. Ve genellikle uydurduğunun farkında bile olmuyor. Artık nasıl içselleştiriyorsa izlerken, kimi zaman bir filmi anlatırken duruyor ve anlattığı o konuşmanın dün markette kasa sırasında önünde duran karı-koca arasında geçtiğini hatırlıyor. Bir arkadaşım var. İzlediğim filmleri sırf eğlencesine bir de onun ağzından dinliyorum. Çünkü kafası kayıyor. Karakterler falan herkes yerli yerinde, olay örgüsü tamam ama bir yerde cıvıtıyor. Filme kendi kafasından sahneler ekliyor. Ya da filmin sonunu değiştiriyor. Sinemayla kafayı bozmuş biri bu anlattığım kişi. Ama diğer yandan çok acayip değil mi? Film ile hayatı bu kadar iç içe geçirmek, film bittikten sonra da filme devam etmek, o filme yeni sahneler, hatta yeni bir final eklemek...Bu derece değilse de hepimiz yapıyoruz bunu aslında. Mesela öpüşme ya da şefkat sarılması öncesi filmlerden arak bir "Gel buraya" deme tribi var ki, kabus gibi. Ne bu böyle? Niye geleyim? Sen gel! Allah Allah... Ya da şöyle bir şey: Daha geçen akşam başıma geldi benim. Televizyon izliyoruz. Kanepeye oturmuşuz. Aramızda da köpek yatıyor. Ben bir elimle köpeği okşayıp diğer elimle kahve fincanıma uzanırken, "Film sahnesi gibi" diye geçirdim içimden. Film gibi! Yoksa bu bir film mi?Sinir bozucu değil mi? Filmlerde bu tür "mutlu an" planlarında hiç kullanılmayan şöyle esaslı bir kavga çıkarsam, hayatımın hâlâ bana ait olduğuna kendimi ikna edebilir miyim acaba? Ya yanımdaki kişi başlattığım kavgayı bir espriyle sulandırıp bu romantik filmi, birdenbire sitcoma çevirirse?Aman tanrım! Benim ve hepimizin hayatı, dünya kadar büyük bir film setine dönüştürülmüş olabilir mi? Film gibi mi, yoksa film mi? Ahmet Çelebi ile ilgili haberleri okurken de aynı cümle geçti aklımdan: "Film gibi!"Amerikan yönetiminin geleceğin Irak lideri gözüyle baktığı Ahmed Çelebi, İrana bilgi mi sızdırıyormuş acaba? CIA ile bağlantıya geçmeden önce İran hesabına mı çalışıyormuş? Ya şimdi; şimdi de İran hesabına çalışıyor olabilir miymiş? İran ajanı olduğu için Amerikalılara Irakta kimyasal silahların varlığı ile ilgili yanlış istihbarat vermiş olabilir miymiş? Ve en esaslı soru, The Guardiandan geldi: Irak Savaşını aslında İran mı çıkardı? Savaş kimin marifeti? Ben uzun yıllar ajanların gerçekte var olduğuna inanmakta bile güçlük çekmiş bir kimseyim. Filmlerdeki ajanlar, mesela James Bond, Supermen gibi süper kahraman şeklinde anlatıldığı için ben ajanları da vampir gibi uydurma zannediyordum. Bu yüzden üniversite yıllarında kapıdaki simitçinin ajan olabileceğini söylediklerinde... Yani "Adam vampir, seni ısıracak" deseler, herhalde ancak bu kadar şaşırırdım.Neyse ki "Austin Powers"ı izlediğimde büyümüştüm. Yoksa ben bu salaklıkla stand-upçıların bir diğer adı da "ajan" zannederdim. Ajan varsa, niye vampir yok? Oysa gerçek hayatta da ajanlar varmış. Komik ya da süper güçlere sahip değillerse bile inanılmaz işler çeviren ajanlar! Bakınız, The Guardiandaki komplo teorisinde "Hikaye tam olarak ortaya çıktığında, İranın tarihteki en ustaca istihbarat operasyonlarından birini yürütmüş olduğunu göreceğiz" deniyor.Bu teori tutarsa James Bond halt etmiş Ahmed Çelebinin yanında. Gerçi niye İran o bölgeye Amerikan askerlerinin gelmesini istesin; bu hâlâ tam bir muamma!* * * Körfez Savaşında bir savaş filmi seyretmiştik. Bu kez de bir elimiz köpeğin başında, diğeri kahve fincanında; fonunda savaş olan bir casusluk filmi mi izleyeceğiz? Sonunda iyiler mi kazanacak, kazananlar iyi mi ilan edilecek yoksa?Savaşın tüm suçu da hain-ajanlara yıkılır, olur biter-The End. James Bond halt etmiş Yeni bir kitap var. "İstihbarat Teknikleri" diye. Halen savcı olan Gültekin Avcı yazmış. İstihbarat nedir, nasıl yapılır, türleri, teknikleri falan filan bir dolu bir şey. Paranoyaksanız, özellikle Bush geliyor diye Türkiyede istihbarat çalışmalarının yoğunlaştığı şu dönemde kitaptan uzak durun. Çünkü bir yerden sonra insan "Filanca arkadaşım ajan mı?", "Beynimi kontrol ediyor olabilirler mi?", "Beni de dinliyorlar mı?" diye düşünüyor.Bir süredir telefonda gümüş yüzüklerden bahsetmiyorum. Kimlik, internet, seks, kömür de zinhar yasaklı. Zira kitaba göre, dinlenen telefonlarda bu kelimelerin geçtiği konuşmalar otomatik olarak kaydediliyor.Dinliyorlardır falan, adamları boşuna meşgul etmeyeyim diye yani. Yoksa ne olacak, kaydetsinler! Telefonda "gümüş yüzük" mü dediniz? Kaydediliyor olabilirsiniz! İnsan nasıl ajan olur? Birine ajanlık nasıl teklif edilir? Bir ajanın ne sıklıkla rapor yazması gerekir? Ajanlar rapor başına mı para alır, yoksa sabit bir maaşları mı vardır? Eğer maaşa bağlılarsa, aylarca rapor yazmayan ajanlarla kendi aralarında "ATM ajanı" diye dalga geçiyorlar mıdır? Rapor başına para alıyorlarsa, kirayı ödeyebilmek için istihbarat uyduran ajanlara karşı nasıl önlemler alınmıştır? Yoksa ajanlar maaş + prim usulü mü çalışmaktadır?Ajanları izleyen ajanlar olması normaldir. Peki izleyeni izleyen ajanlar da var mıdır? Bu zincir nereye kadar uzar gider?Ajanların görev başında içki içmelerinin yasak olduğu rivayet edilir. Bu durum içkili ortamlarda ajanların şıp diye faş olmasına sebep olmaz mı? Peki içkiden hoşlanmadığı için ajan olarak mimlenenlerin suçu nedir? Bu insanlar ajanlıkla suçlanıp dışlandıkları gerekçesiyle teşkilata tazminat davası açabilirler mi?Ajanlar Duman konserine gidiyorlar mı? Kaan Tangözenin seyircilere "Ajanlar" diye seslenmesini nasıl karşıladılar? Bir ara gençler "Vay ajan" aşağı, "Hey ajan" yukarı diye konuşuyordu. Ama bu hitap; "baba", "hoca", "usta" gibi tutmadı. Niye tutmadı? Teşkilat duruma müdahale etti mi, etmedi mi? Ne? "Vaay ajan, nasılsın baba, şu soruları cevaplasana..." Kim Philby gazeteciydi. Ve İngiliz dış istihbarat servisinde bir bölümün şefiydi. CIAin kuruluşunda İngiltere temsilcisi olarak görev almıştı. Yani adam ajandı. İşi de komünistlere karşı çalışmaktı. Oysa 1963te Moskovaya kaçtığında anlaşıldı ki o bunca yıl boyunca komünistler için çalışmış. Bir kere değil, iki kere ajanmış! İkiyüzlülüğün kitabını yazmış Philby. Hem mecazen hem de gerçekten! Kitabının adı "My Silent War" (Benim Sessiz Savaşım). 1988de ölmeden hemen önce The Sunday Timesa verdiği röportajda kendi savaşını şöyle anlattı: "O yıllarda Batı demokrasileri Avrupadan yükselen faşist dalgayla baş edemeyecek kadar zayıftı. Faşizmi durduracak tek ülkenin Sovyetler Birliği olduğuna inandığım için KGBye çalıştım."Yani kendince bir namusu varmış adamın... Ama belki de Rusyada anısına pul basılacak kadar sevilmek yetmemiştir, Amerikan halkına da sevimli görünmek için uydurmuştur bu cümleyi. Kim bilir?Philbynin çok meşhur bir başka cümlesi var zira. "İhanet etmek için insanın bir yere ait olması gerekir. Oysa ben hiçbir yere ait değilim" diyor.İnsan bir kez ikiyüzlülüğü meslek haline getirdi mi, artık kime, ne zaman ihanet edeceği bilinmez. Ruslara komünizme inandığını söyler, Amerikalılara faşizmle savaştığını... tubakyol@yahoo.com İkiyüzlülüğün kitabını yazdı, anısına pul basıldı