Pazar Sessizlerin dili olmak isterdi

Sessizlerin dili olmak isterdi

16.08.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz ressam, gazeteci ve yazar Fikret Otyam’ın kızı Döne Otyam, Milliyet Pazar okurları için babasını anlattı: “Kendi deyimiyle ‘sessizlerin dili olmak istediği’ zamandan geri kalan vakitte onu görebilirdik ancak. Ama sevgiyi de yokluğu da ondan öğrendim”

Sessizlerin dili olmak isterdi

Babamı boynundan hiç çıkarmadığı Bektaşi yıldızı 12 imam kolyesiyle uğurladık. Kendimi bildim bileli kolyesi hep boynundaydı. Şimdi artık ben de takıyorum. Onu uğurladıktan sonra ilk işimiz Hacıbektaş’tan kendimize de almak oldu. Yoğun bakımdayken devamlı kolyesini soruyordu. Boynundaydı... Onunla o kadar bütünleşmişti ki şimdi sanki artık babam hep yanımda bu kolyeyle.

Haberin Devamı

Babamı ilk kez gittiğim Hacıbektaş’ta Alevi gelenekleriyle buluşturduk toprak anayla. Çok dinlerdim ondan ama yaşamak derinden etkiledi beni. Yaptı yine yapacağını, giderken bile çocuklarına çok güzel bir hediye verdi. Bizi oraya bağladı gitti. Bundan güzel miras olur mu?

Babam keşke beni de hep işe götürseymiş

Her duygumu anlatamazdım ama içten içe ablalarımla daha uzun yıllar bir arada olduğu için hep bir tatlı öfke duyardım. Hatta ilk göz ağrısı ablam Elvan’ı ilk babalık heyecanıyla yanında Dünya gazetesine götürüp gazeteler ve dosyalar arasında yatırıp uyuttuğunu anlatırdı annem. İçerlediğim bir konu daha. Düşünüyorum da acaba babamla ablamın meslektaş olmasında bu ortamın payı var mıdır? Yani sonuç olarak her yoğun çalışan babanın çocuğu gibi ben de babamı dilediğimce göremedim. Keşke beni de hep yanında işe götürseymiş. Anadolu yolculuklarından ve kendi deyimiyle “sessizlerin dili olmak istediği” zamanlardan geriye kalan vakitlerde onu görebilirdik ancak. Ankara’dan ayrıldıktan sonra çoğu zaman da mektuplarıyla oyalanırdım. Artık sözler uçtu, yazılar bana hatıra kaldı.

Haberin Devamı

Arkasından yazı yazmakta çok zorlanıyorum. Onun aklına gelmiş miydi acaba? Babama benzerliklerim çoktur ama onun yazılarından sonra, hele ardından bir yazı yazmak ne derece başarılı olabilir ki? En iyisi hiç kural tanımadan aklımdan ne geçiyorsa yazmak. Okusa ve bilse eminim dalga geçerdi benimle zorlandığım için. Yazıyı su içer gibi kolay yazabilen biri olarak.

Arkadaşlarım çok sık yurt dışına giderlerdi aileleriye çocukken. Bense ilk uçağa babamla 11 yaşındayken Diyarbakır’a giderken binmiştim. İlk o zaman girmişti sevdası bana da. Biz üç kız kardeş hep Güneydoğu ve Doğu hikayeleriyle, meseleleriyle büyüdük. Gerçeğini ilk kez
40 yıl önce görmüşüm demek. Resimlerindeki kara gözlü kadınları, fotoğraflarındaki susuz toprakları... Suyun değerini, mayınlı toprakları, sevgiyi, bebek ölümlerini, yokluğu, konukseverliği, insanların güzelliklerini hep ondan öğrendim. “Size mirasım bunlar” derdi. En güzel mirası bize bırakıp “Hakk’a yürüdü” işte artık.

Haberin Devamı

Gazipaşa’da yaşarken evine ilk kez gittiğim zaman atölyesinde boyalarını kurcalarken içinin gittiğini hatırladım. İlk ve son defa o gün bir resim yaptım. Bir deniz manzarasıydı koyu renk. Bir sandal ve yansıması. Koyu bir lacivert kullanmıştım. Belki ona duyduğum özlemden. Elimden fırçayı aldı, düzeltti, hatta imzamı da o attı. Sonraki sergisinde bir gördüm ki böyle bir seri yapmış. Ben mi vermiştim acaba o ilhamı? Keşke sorsaydım.

Esas şimdi gitti

Babam kolay bir insan değildi. Küfürün en çok yakıştığı insanlardandı. Belki de kan benzerliğimizdendir çok didişirdik çocuk yaşta bile olsam. Annem bana kızdığı zaman “Seninle ne yapacağım, atsam atamam, satsam satamam” derdi. Muhalif, inatçı, tatlı sert, yaramaz ve deli. Ben de konuşmayı sevenlerdenim ama babam gibi her lafı değerli değilimdir maalesef. Onun kadar dolu dolu yaşamadım ki.

Ankara’da olduğu zamanlarda ya gazetede nöbetçiydi ya daktilo başında ya da tuvallerinin karşısındaydı. Ama rakı sofrası kurulduğunda da keyfimize diyecek olmazdı. Orhan Peker’ler, Orhan Kemal’ler, Ruhi Su’lar, Ahmet Arif’ler, Çetin Altan’lar, Cüneyt Arcayürek’ler ve daha niceleri. Dinlerdim onları hep. Ne hikayeler...

Haberin Devamı

Annemle yollarını ayırdıklarında gittiğini sanıyordum ama şimdi anladım ki esas şimdi gitti.

Üniversite zamanlarımdı. Bir sanat galerisi açmak istediğimi yazmıştım ona. Öyle olumsuz bir cevap almıştım ki! Yine kızmıştım. “Ne biliyorsun, o kadar kolay mı?” en hafif lafıydı. Orhan Peker, Bedri Rahmi, Turan Erol’u tanıyordum ya. Daha ne istiyordum! Üniversite 2’nci sınıftayken Ankara’nın ilk galerilerinden Artisan’da çalışmaya başlamıştım. Haklıydı hiçbir şey bilmiyormuşum. Ama sanki biraz yanılttım onu. Beymen Galeri’ye yani ilk resmi işime başlamıştım. Bir gün oraya geldiğinde bazı sorular soruyordu benden önceki arkadaşıma. Yine kızmıştım ve
çok içerlemiştim. Beni kale almamıştı.

Çok istediği gibi, türkülerle uğurladık

Birinci Mardin Bienali’ni yaptığımda benimle gurur duyduğunu söyledi ya, daha ne isterdim. Onun sevdası beni Mardin’e sevdalandırdı. Güneydoğu’ya bağladı. Güneydoğu Anadolu Projesi’nde bir dönem çalıştığımda Harran’da adına yapılan kütüphaneyi gezerken evimde hissetmiştim. Ben Fikret Otyam’ın kızıydım, sayesinde kucaklanıyordum ve beni en mutlu eden coğrafyadaydım. 15 yıldır da hep oradayım. Mardinli, Süryani, Kürt dostlarımla uğurladık onu. Atatürk Barajı’ndan gelen suyla, Kısas köyünden, memleketi Aksaray’dan gelen topraklarla ve Anadolu’nun her yerinden gelen sevenleriyle uğurladık onu. Çok istediği gibi; türkülerle uğurladık onu.

Haberin Devamı

Türkülerle gömün beni / Size veda edeceğim

Türkülerle gömün beni

Vasiyetim tüm dostlara

Türkülerle gömün beni...
(Derdiyok Ali)

Babam biz çok sevdi ama Anadolu’yu daha çok sevdi.

Babamdan da bildiğim ama Hakk’a yürüdüğü gün en çok duyduğum gibi... Gerçeğe hû...
Allah Allah eyvallah...

“Gazete oku” derdi

Yaşıtlarım çocuk romanları okurken ben hep kütüphanemizde bulunan Orhan Kemal, Fakir Baykurt gibi dostlarının kitaplarını okudum. Zenginleştim,
daha da büyüdüm. Genç kızken sorardım ne okuyayım diye, “Gazete oku” derdi. Çok kızardım, bozulurdum. Yönlendirmesini isterdim ama o en doğrusunu yapmış meğer, doğal ortamda zaten ister istemez yönleniyordum.

En çok ben benzerim ona

Üç kız kardeşten sadece ben esmerim. Çok ağlatırlardı beni, “seni sokakta bulmuşlar” diye. İrep ve Elvan’ın kan grupları anneminki gibidir. Sadece benim kan grubum babamınki gibidir. Şimdi ben onlardan intikam alıyorum bunu söyleyerek, canıma değsin en çok ben benziyorum babama. Elbette biliyorlar küçük kardeşleri yine onlarla uğraşıyor. Onları ne kadar çok sevdiğimi ve kıskandığımı... Çünkü ben onlar kadar hatırlamıyorum ki. Onlar daha eskiyi yaşadılar.

Yazarlar