Pazar “Sevgilim seksle ilgili iyi bir şey yaptıysa bloga yazmamı istiyor”

“Sevgilim seksle ilgili iyi bir şey yaptıysa bloga yazmamı istiyor”

13.06.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Blog dünyasının “celebrity”si Pucca sanal hayattan gerçek hayata geçiş yaptı, kitap yazdı. “Küçük Aptalın Büyük Dünyası / Pucca Günlük” adlı kitabı hakkında Pucca “Bana Törkiş Melissa P. diyorlar ancak ben olsam olsam Törkiş Bridget Jones olabilirim. Erotizm görmüyorum yazılarımda, oysa Melissa P.’ninkiler öyle. Ben 17 yaşındayken penis nedir bilmiyordum, Melissa P. biliyordu” diyor

“Sevgilim seksle ilgili iyi bir şey yaptıysa bloga yazmamı istiyor”

Bir ara önünde kayıt cihazı olduğunu unuttuğunu sandım. Çünkü neredeyse bütün hayat hikayesini anlattı bana, tüm ayrıntılarıyla, tüm acıtan yanlarıyla. Sansürsüz bir şekilde. Ondan başka ne bekliyordum, bilmiyorum! Bloguna yazar gibi konuşuyor. Ağzından küfür eksik olmuyor. Erkek arkadaşı ve cinsel ilişkileri konusunda espriler yapıyor.
Yaklaşık bir yıldır blogunun takipçisiyim. Gazete sabahlamalarında okuyup kahkahalar attığım, iş arkadaşlarımın “Kime gülüyorsun bu kadar?” dediği kız o. Günlük olarak tuttuğu blogunun adı Pucca, gerçek ismi ise bende saklı.
Pucca ile röportaj yapmak için bir bahane arıyordum. Okuyan Us Yayın’ın Diz Üstü Edebiyat serisinin ilk yazarının o olması röportajı ayarlamama vesile oldu. İlk gazete röportajı siftahını da benimle yaptı.


Bu blog nasıl ünlendi? Kulaktan kulağa mı yayıldı?
Galiba. Önceleri birkaç izleyicim varken bu rakam zamanla 3 bini buldu. “Millet elin kızının yattığı kalktığı erkekleri ne yapsın?” derken kitabım bile çıktı! Kitapla birlikte 10 bine ulaştı günlük izleyici sayısı.

Blog yazmaya başlama nedeniniz eski sevgilinizden intikam almakmış. Nasıl bir intikam planını uygulamaya soktunuz blogunuzla birlikte?
Yıl 2006. “Onunla evlenmek benim kaderim” dediğim, yıllarımı adadığım sevgilimle ayrılıyorduk. Kıskançlıktan ötürü beni ağzımdan, burnumdan kan gelene kadar dövdüğü de oluyordu ama ne akla hizmetse ben ona çok âşıktım.
Bir gün aynada kendime bakarken göz kenarlarımdaki kaz ayaklarımın üzüntüden ne kadar belirgin hale geldiğini görünce kararımı verdim. O da dünden hazırmış gibi “Tamam ayrılalım” dedi. İlişki sonlanınca ben bunalıma girdim.
Evden dışarı çıkmıyordum ve feci yemek yiyordum. Bir arkadaşımdan yeni bir sevgilisi olduğunu öğrenince çıldırdım.

“Yaralı ayı saldırır, ben de beni bırakan sevgilimi blogla rezil etmeye çalıştım”

Neden? Aylarca sizin için yas tutmasını mı bekliyordunuz?
Evet. Beni nasıl bu kadar çabuk unuturdu! Üstelik ilişki bittikten sonra yeni sevgili bulan kişi ben olmalıydım. “Ayrıldık, yeter ki o mutlu olsun” deyip olaya mazoşist yaklaşmaktansa sadistliği tercih ederim. Bana göre benden ayrılan her erkek ilişkimiz bittiği an ölebilir. Neyse, yaralı ayı saldırır işte! O bunalımlı günlerde kahvaltıda peynir yer, yanında Passiflora içerdim. Oyuncak bebeğimin adı da Rapunzel’di. Blogumun adını yani Passiflora-Rapunzel’i böyle koydum. Blogla ilgili ilk icraatım da eski sevgilimin yüzünün fotoğrafını ilişkiye giren eşcinsel fotoğraflarının üzerine yapıştırmaktı. Blogda kocaman adı-soyadı yazıyordu. “İ..e bilmem kim” şeklinde. Fotoğraflarının üzerine “Erkek arıyorum” başlığını koydum falan.

Blogun ismi nasıl Pucca’ya dönüştü?
Bir arkadaşım çizgi film karakteri Pucca’nın bebeğini gönderdi bana Amerika’dan. Bebek bana benziyordu, siyah saçlı, çekik gözlü. Ve sürekli erkek arkadaşının peşinden koşan bir karakterdi Pucca. Aynı benim eski sevgilime yapışmam gibi. Blogun ismini Pucca olarak değiştirdim.

Erkek arkadaşınız sizin blogunuzdan kendine hakaret edildiğini öğrendi mi?
Ne yazık ki hayır. O benim canımı acıtmıştı ama ben onunkini acıtamadım. Blog işe yaramayınca işyerini arayıp herkese borcu olduğunu söyledim arkadaşlarına. Patronunun kulağına gitsin diye. Ailesiyle yaşıyordu. Ev adresini verip porno dergiye abone yaptım. Ama “Bunları sen mi yapıyorsun?” diye beni aradığında hep inkar ettim, “Benimle barışmak için bahane arama” diye yüzüne kapattım telefonu. Kimliğimi açıklamamamın nedeni eski sevgilimdi başlarda. Sitede yaptıklarımı görse eline bir çifte alıp beni vururdu kesin. Baktım bunlar beni tatmin etmiyor, blog aracılığıyla günlük tutmaya başladım. Hayatımı, erkekleri, ilişkilerimi anlattım.

Gerçekten hayatınızda bu kadar matrak malzeme var mı? Yoksa eğlenceli olsun diye bazen abarttığınız oluyor mu?
Hepsi gerçek. Sadece ufacık bir olay hakkında bile espriyle harmanlayarak üç sayfa yazabilirim. Benim çocukluğum, aşk hayatım hep bok gibi geçti. Artık detaycı tarafımı kullanıp hayatın komik yanlarını görmeye çalışıyorum.

Şimdiki erkek arkadaşınızla ilişkinizi en küçük ayrıntısına kadar, yatak maceralarınızı dahil, paylaşıyorsunuz. Onun haberi var mı blogdan, kitaptan?
Var. Erik (blogdaki takma adı) kitabımı ona adayacağımı sanıyormuş. Elin adamlarıyla sevişmelerimi yazmam asabını bozdu tabii. O da blog açmaya karar verdi. Şu ana kadar birlikte olduğu kadınların performansını anlatacakmış. Evde kağıtlara şöyle notlar alıyor: “Nurcan çok güzel sevişiyordu”, “Burçak’ın çok güzel memeleri vardı”. “Saçmalama” diye itiraz ediyorum, “Senin blog yazılarının ve kitabının teması da bu değil mi? Seks işte. Sen lafı uzatmışsın o kadar” diyor.

“Yaşadığım tacizi babam öğrenmesin diye adım gizli”

Özel hayatınızı teşhir etmekle suçlamıyor mu sizi?
Bazen bu durumdan memnun bazen değil. Bir salaklık yaptı mı “Sakın bunu yazma bloguna” diyor. Ben de karşılığında bulaşıkları yıkatıyorum ona. Seksle ilgili övünecek bir şey yapmışsa yazmamı istiyor ama (!). Yalnız bir kez sabah seksi ısrarını yazmıştım, canıma okudu.

Bir gün Mutlu Tönbekici’nin yaptığı gibi siz de kimliğinizi açıklayıp yüzünüzü örttüğünüz Marilyn Monroe fotoğrafını yırtar mısınız?
İsterdim ama yapamam. Babam üvey babam tarafından uğradığım tacizi öğrenmesin. Onun canını 20 yıl sonra yakmak istemiyorum. Yoksa kitabımı gururla babama göstermeyi çok isterdim. Babam benim için çok şey yaptı, bırakayım da “kitap çıkardım” egom bir tarafta kalsın.


Pucca sözlük
Bicik: Meme.
Çekirdeğinden reçel yapmak: Sevişmek.
İlik gibi bebe: Murat Boz, Robbie Williams gibi sadece rüyalarda alt alta üst üste olunabilecek tipte erkekler.
Kekomançi: Kıronun
bir level üstü.
Koluna sümük sürülmeyen erkek: Hem çirkin hem
parasız hem salak, üzerine
bir de ezik ama kendini
bir şey sanan...
Osuruktan söz yüzüğü: Genellikle lise biter bitmez ya da üniversitede “aşığız ihihi” diye takılıp, aileden bir Allah’ın kulunun bilmediği yüzük.


“Üvey babam evde çırılçıplak dolaşırdı”
“Hayat Bilgisi kitabında gösterilen aile fotoğraflarına hiç benzemiyordu yaşadıklarım. Sabah kalkardım okula hazırlanmak için. Annem benden önce işe giderdi, merdivenlerden aşağıya inerdim. Evin içinde üvey babam çırılçıplak dolaşırdı. Hiç kimsenin babası, amcası, abisi evde çıplak dolaşmıyordu. Sırf onu görmemek için para bile istemeden son saniye koşarak çıkardım evden.
Dönüş yolum daha işkence oluyordu. Adam müteahhit olduğu için iş saatleri gayet rahattı nedense. Çoğu kez okuldan eve döndüğümde onu görüyordum. Sırf onu görmemek için saatlerce yürürdüm yollarda. Başkalarının evlerini izlerdim, insanları izlerdim, saatlerimi sokaklarda o kocaman çantamla deli gibi dolanarak geçirirdim.

“Uykumdan kaldırıp dayak atardı”

Eve geldiğimde eğer yoksa, o zaman bayram olurdu bana... Varsa ama işkence. Annem gelirdi sonra akşam, hiç fark etmezdi, hiç görmezdi beni. Görse de duymazdı. Çünkü o adamdan ayrılmak onun için ölüm sayılırdı. Sürekli dayak yerdim, alakasız her şey için vururdu. Gece yatarken uykumdan kaldırıp dayak atardı, yemeğin ortasında çatalım yere düştü diye patlatırdı bir tane, sokakta oyun oynarken herkesin ortasında alıp evire çevire döverdi beni. O günlerden geriye, bedenimin her zerresinde izler taşıyorum, çenemde, dişlerimde, elimde, kalçamda. Nedense o izlerin hiçbiri, annemin bizim o halimizi görmemesi kadar acıtmaz canımı.”
(“Küçük Aptalın Büyük Dünyası”ndan alınmıştır.)

“Spor ayakkabıdan topuklu ayakkabıya terfi etmiş genç bir kadının günlüğü benimki”
Bloga ve yazdıklarınıza bakınca Melissa P.’nin Türkiye şubesi benzetmesi yapmama kızar mısınız?
Yok kızmam ama bozulurum. Bana Törkiş Melissa P. diyorlar ancak ben olsam olsam Törkiş Bridget Jones olabilirim. Spor ayakkabıdan topuklu ayakkabıya terfi etmiş genç bir kadının günlüğü benimki. Erotiklik görmüyorum yazılarımda, oysa Melissa P.’ninkiler öyle. Üstelik ben 17 yaşındayken çük nedir bilmiyordum, Melissa P. biliyordu.
Dört yılda beş erkekle birlikte oldum, benim yaşımdaki bir kız için bu çok normal. Ama benim bu blogu yazdığımı bilen kız arkadaşım iki ayda bir sevgili değiştirse de bana gelip “Ben olsam öyle şeyleri yazmazdım” diyebiliyor. Erkekleri bizim eve atıyor ama sabahları dünyanın en namuslu kızı kesiliyor başıma. Ben neysem oyum, sahtekarlık yapmıyorum.


“Marilyn ile aynı trajediyi yaşadık. O yüzden 7 yaşımdan beri idolüm“
Kitap gayet şen şakrak giderken birden sizin küçükken üvey baba taciziyle karşı karşıya kaldığınızı okumaya başlıyoruz. Blog takipçilerinizin birçoğu üvey baba tacizine uğradığınızı kitapla birlikte öğrenecek. Alaycı yanınızın arkasında dehşet verici anılar var. Kitapta taciz anılarınızdan çok az bahsetmişsiniz ama yarası ağır olmalı. Hiçbir şey yokmuş gibi davranan annenizi affedebildiniz mi?
Kitapta da yazdığım gibi, üvey babamın bedenimde bıraktığı dayak izlerinin hiçbiri annemin benim ve kız kardeşimin halini görmemesi kadar acıtmaz canımı. Bu taciz 6-8 yaşları arasında sürdü. Babam olayı fark edince bizi yanına aldı. Annemle yıllarca küs kaldım, sonra barıştım. Ne yapayım annem... Hâlâ o adamla evli, İstanbul’da yaşıyorlar. Ayda yılda bir görüşüyoruz. Annemle taciz konusunu hiç konuşmadık. Ben hep ondan bana konuyu sormasını bekledim ama sormadı...

Kimliğinizi saklamak için yüzünüzü Marilyn Monroe fotoğrafıyla kapatıyorsunuz. Monroe hayranlığınızın başlangıcı da taciz günlerine rastlıyor...
Evet, ona hayranlığımın başlangıcının bir hikayesi var. Babamla annem ayrılmış, annem başka bir adamla evlenmişti. Ben ve kız kardeşim annemin evinde kalıyorduk. Üvey babam beni ve kardeşimi hem taciz ediyor hem de dövüyordu. Annem de hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi davranıyordu. Ben de saçlarımı yolmaya başladım. Kafam yamalı eşek misali kaldı. Ortası kelaynak gibiydi. Rehberlik öğretmenimiz anneme “Bu kızı evden uzaklaştırın” deyince beni anneannemin yanına gönderdiler. Akşamları eski klasik filmleri izliyorduk anneanemle. Bir gün Marliyn Monroe filmi vardı. Anneannem bana dönüp “Sen şanslı bir kızsın aslında. Çocukken darbe yiyen kızlar büyüyünce hayata dört elle sarılıyorlar. Marilyn babasını hiç tanımamış, annesi de deliymiş. Kızı yetimhaneye bırakmışlar. Orada taciz edilmiş. Akrabası yanına almış ama orada da rahat
bırakılmamış. Genç yaşta evlenmiş,
ayrılınca hayatı değişmiş. Ün, şöhret, para sahibi olmuş. Senin uzak bir şehirde olsa da baban var. Bu kollarındaki yaralar, kafandaki kellik seni daha güçlü yapacak. Merak etme” demişti. Ben de kendime idol olarak 7 yaşında Marilyn’i seçtim.