Pazar Şiddetin ortasında bir barış çığlığı!

Şiddetin ortasında bir barış çığlığı!

28.10.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yeni romanında şiddeti sorgulayan Oya Baydar: "21'inci yüzyıl en azından şu ilk 10 yılıyla bir şiddet yüzyılı olma durumunda. Ben mutlaka birkaç yılda bir kitap çıkarmaya çabalayan bir yazar değilim. Ancak söyleyecek bir sözüm olduğunda, bir çığlık atmak istediğimde yazıyorum. Kitabım 'Kayıp Söz' şiddete karşı bir barış çığlığı"

Şiddetin ortasında bir barış çığlığı

Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi? Sonraki yıllarda, Türkiye solunun Kürt sorunu karşısında yetersiz kaldığını düşündüm hep. Doğu sorunu, şiddet ve çatışmayla kendini dayattığında yeniden düşünmeye başladım. Şemdinli'de yaşananları izleyip gördüğümde, konuya ilişkin bildiğimi sandığım şeylerin insan ve bölge gerçeğinin kendisi değil, ruhsuz bir yansıması olduğunu anladım. Ondan sonra farklılaştı Doğu benim için. Biraz da mesajı budur kitabın; görmeye niyetli gözlerle bakıp insanın acısını içinde duymazsan hep bir şey eksik kalıyor. Bir bakıma çok eski, bir bakıma da yeni... 1960'larda üniversitede sosyoloji asistanıyken Doğu'da sosyal yapı araştırmalarına giderdik. 1965'te Türkiye İşçi Partisi'ne girdim. O süreç içinde, her zaman Doğu'ya karşı bir ilgi vardı. 1974'te bir yazımda "Türkiye halkları" dediğim için, bilmem ne kadar hüküm giydim; sonra affa uğradı. Yani böyle bir ilgi her zaman vardı. Ama bu ilgi; baskı görenin, ezilenin yanında olma, eşitsizliklere karşı çıkma gibi genel bir sol / sosyalist duruşun ötesine geçmiyordu. Dünyada ve çevremizde o kadar çok şiddet var ki, karar vermekten çok, yazmaya zorlandım demek daha doğru. 21'inci yüzyıl barış yüzyılı olacak diye düşünürken, en azından şu ilk 10 yılıyla bir şiddet yüzyılı olma durumunda. Ben çok yazan, mutlaka birkaç yılda bir kitap çıkarmaya çabalayan bir yazar değilim. Ancak söyleyecek bir sözüm olduğunda, bir çığlık atmak istediğimde yazıyorum. "Kayıp Söz" şiddete karşı bir çığlık. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Şiddetin romanını yazmaya nasıl karar verdiniz? Bir yönüyle insani bir şey bu. Bir çeşit korunma mekanizması belki de. Ama beklenenin aksine, Türkiye insanının politize kesimlerinde ötekinin sesine tıkalılık daha çok. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Kulaklarımız, hoşumuza gitmeyen seslere tıkalı mı sizce? "Oğlumun adı Ekim Devrimi'nden" "Politize" diyerek, dar siyasal-ideolojik gözlüklerle bakanları kastediyorum. Böyle bir bakış, maalesef kendi doğrusundan başka doğru tanımayan, kendi yaşam biçiminden başka yaşam biçimlerine, kendi fikirlerinden farklı fikirlere yaşama hakkı vermeyen bir bağnazlık yaratıyor; kavga, çatışma ortamı süreklilik kazanıyor. İnsanlar uzlaşmak yerine cepheleşiyor. Farklı düşünmenin çok ötesine geçip düşmanlaşıyoruz. Düşmanlaşmış insan düşman gördüğünün sesini duyamaz. İnsanın sese açık olması lazım. Belki ben de hayatımın bir döneminde bu kadar açık değildim; onu da itiraf edeyim. Ama artık başkasının sesini daha iyi duyuyorum. Özellikle son birkaç yıldır, toplumsal bir cinnet yaşıyoruz gibi geliyor bana. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Neden özellikle politize olanlar? Şiddetin bir biçimi de bu. Çocuklarımıza kendi değerlerimizi ve bu çağın gerektirdiği başarı ölçülerini, değer ölçülerini dayatıyoruz. Onlara, yükseleceksin, başarılı olacaksın gibi zorlamalar uyguluyoruz. "Bir şey" olsunlar istiyoruz. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Kitaptaki 68 kuşağı anne-baba, çocuklarını savaş fotoğrafçılığına yönlendiriyor... Çoğumuz yaptık galiba. Benim oğlumun adı da Ekim; Ekim Devrimi'nden... İnsan bunu belli bir bilinçle, düşüne taşına yapmıyor. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Peki genel olarak o kuşağın anne-babaları bu hatayı yaptı mı? Siz mesela? "Her haneden bir ölü var" Romandaki yazarın da mensup olduğu kuşakta, 1960'lı, 70'li yıllarda mücadele işçi sınıfı üzerinden bir sınıf mücadelesi olarak sürerdi. Sözler ve umutlar oradaydı. Artık mücadele, işçi sınıfı üzerinden sürmüyor. Şimdi yeni şeyler söylemek gerek ama henüz tam bilmiyoruz. Bunun yarattığı boşluk ve hayal kırıklığı var bizde. Öte yandan, Doğu'da ezilen insanın başkaldırısı var. Bunu PKK ile falan irtibatlandırmadan; birey insan ve halk anlamında söylüyorum. İnsanlar kendi kimlikleri için, ezilmemek için mücadele ediyor. Acılarını aşabilmek istiyorlar. Dolayısıyla benim kahramanım olan yazar, umudun oradan çıkabileceğine inanıyor. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Kitabınızda, artık yazamaz olmuş yazar, yitirdiği sözü bulmak için Doğu'ya gidiyor. Sözü neden belli bir coğrafyaya adreslendirdiniz? Bölgede "Yeter artık" diyenler, huzur isteyenler çoğaldı çünkü artık bıktılar. İki değirmen taşı arasında un ufak oldular. Neredeyse her haneden bir ölü var, yitik bir kız, bir oğul var. Küçük bir militan çevre dışında halk savaş istemiyor ama baskı da istemiyor, insan yerine konulmak, eşit haklı yurttaşlar olarak yaşamak istiyor. Tıpkı romandaki Kürt kahramanların anlattıkları gibi.Diğer yandan son zamanlarda hem devlet hem de örgüt tarafında aşırı bir sertleşme var. Bu bölgedekileri çok sıkıştırıyor ve olan hep onlara oluyor; yani halka. Halk üzerindeki nüfuz ve güç dengeleri de şimdilerde çok karışık. Dinci kesimler, yani tarikatlar, cemaatler, aşiret yapısını da kullanarak fink atıyorlar orada. Yeni resim bence daha karmaşık ve güçler iyice sertleşmiş durumda. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Romanda silahlı örgüt ile devlet arasında kalan Kürtlerin psikolojisine de dikkat çekiyorsunuz. Bu resim bugün ne kadar değişti? "Meclis'te olsaydım tezkereye hayır oyu verirdim" Ben, PKK'nın benimsediği silahlı şiddetin çıkmaz yol olduğu apaçık ortadayken bunda ısrar eden, bu yapısıyla da Türkiye'ye olduğu kadar Kürt halkının çıkarlarına ve mücadelesine de zarar veren bir yapılanma olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de son zamanlarda şoven milliyetçi ve militarist çevrelerin Kürt sorununun çözümünde siyasal barışçı yollar önerenlere karşı kullandıkları o aşağılık silahı, "PKK yandaşı, terörist" suçlamasını baştan püskürterek, "Ben Meclis'te olsaydım tezkereye 'hayır' oyu verirdim" diyorum. Bir yandan ülkemizde, son birkaç yıldır yaratılan cinnet ortamını körükleyen psikolojik harekat, öte yandan PKK terörünün halkta yarattığı milliyetçi hava ve tepkiler; kan, ölüm, savaş üzerinden siyaset yapmayı, şehitleri bile istismar etmeyi benimsemiş siyasal çevrelerin yarattığı psikolojik baskı karşısında tezkerenin ezici çoğunlukla geçeceği apaçık belliydi. Ama özellikle de Doğu-Güneydoğu halkı bu tezkereye karşı. Kürt oldukları için falan değil, başlarına neler gelebileceğini, nasıl bir siyasal-ekonomik baskı ve yıkım altında kalacaklarını deneyleriyle bildikleri için. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Sınır ötesi harekatla ilgili tezkerenin Meclis'ten büyük bir çoğunlukla geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? "Serbest bırakılan dağ kadrolarından bazılarıyla görüştüm!" Oraların gerçek hikayesinin romanını oraları gerçekten yaşamış olanlar anlatacak. Ben insanı anlatmakla yetindim. Bunun için de yazılan çok şeyi okudum. Çeşitli kaynakları. Yani hem dağ kadrolarındakilerin yazdıklarını hem de kaçmış olanlarınkini. Dağ kadrolarından bazılarıyla, onlar hapiste yatıp çıktıktan sonra görüşme olanağı buldum. Örgütten gelen propaganda metinlerine baktım. Esas olarak, Doğu insanıyla karşılaştım ve tanıştım. Buna çok büyük bir araştırma demek doğru olmaz ama orada yazdıklarımda yanlış ve abartılmış şeyler yok sanıyorum. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Romanda dağlardaki terörist kamplarını, bu mekanlarda olup bitenleri de anlatıyorsunuz. Bu bir kurgu mu, yoksa araştırma ve görüşmeler mi yaptınız? "Bu kitapla uçlardaki herkesi kızdıracağım" Jiyan hayat demek zaten Kürtçede. Ama Jiyan Eczanesi diyemezsiniz kolay kolay. Bir sürü Hayat adlı Kürt vardır ama Jiyan'dır onların çoğu. Jiyan oradaki ezik tip değil; her şeye direnen ve direnmekte kararlı olan, her konuda; özellikle de halklar arasındaki barış meselesinde... Hayat yakıştı ona. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Romanın önemli karakterlerinden biri de Jiyan. Jiyan'ın eczanesinin adını neden "hayat" koydunuz? Tam da bilmiyoruz Jiyan'ın kocasının kimin tarafından öldürüldüğünü. Her iki taraftan da olabilir çünkü hem çevresinde etkili saygın bir figür hem de silaha savaşa karşı çıkan mutlak bir barışçı. Ben sanıyorum ki burada herkesi kızdıracağım. Bir kesim çok memnun kalacak ama uçlardaki herkesi kızdıracağım. Hem devlet hem de Kürt şahinleri. Barış istemeyen bir kesim var ve vardı her zaman. Ama romanda Jiyan'ın kocasını kimin öldürdüğü belirsiz, benzer ölümlerde sıkça rastlandığı gibi. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Jiyan'ın kocasının ölümü üzerinden Kürdün Kürdü öldürmesi meselesine de giriyorsunuz kitapta... "Aşiret bağı, kadının güçlü hissetmesi için önemli..." Aşiret bağı, kadının kendini güçlü hissetmesi için önemli tabii. Yani oradan bir kadının bir Jiyan olabilmesi için arkasında bir güç olması lazım. Maddi güç de gerekir; okuyacak edecek. Ve tabii arkasını çevreleyecek bir saygınlık; en önemlisi bu. Bir başka kadın onun yaptıklarını yapamaz kolay kolay. Yine de, bölgede sadece kendi yürekleriyle direnen kadınlar var. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Peki Jiyan'ın arkasında o kadar güçlü bir aşiret olmasaydı karşımıza yine bu kadar güçlü bir kadın olarak çıkabilir miydi? "İkide bir evimi basar, Deniz Gezmiş'i ararlardı!" Düşündüm. Yükselen, kabaran öğrenci hareketinin bir eylemi olarak tabii ki yapılacaktı o işgaller. Ortam öyleydi ki, en ufak bir kıvılcım bir olaya neden olabilirdi. Benim tezimin reddedilişine denk düştü işte. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?İlk üniversite işgali, 1968'de sizin doktora teziniz jüri tarafından kabul edildiği halde profesörler kurulunda reddedilince yapılmış. Zaman zaman düşündünüz mü işgalin gerçek nedeni bu muydu diye? Ben son bir ders verdim amfide. Düşünce tarihi dersiydi. Derste tezimin iptaliyle ilgili bir nutuk attığımı hatırlıyorum; bu nasıl iştir böyle diye... Dersten sonra odamın kapısı açıldı. Deniz Gezmiş girdi içeri. "Sizin doktoranız reddedildi diye rektörlüğü işgale gidiyoruz" dedi; yani bana tebliğ etti. Bende hemen jeton düştü. "Tamam Oya dedim, burada bana hayat yok artık." Çünkü kalırsam kışkırtmaktan ceza alırım ve memurluktan atılırsam bir daha da giremem; nasılsa bu akıllılığı gösterdim, kendim istifa ettim. Onlar sonra rektörlüğü işgal etmişler. Ne günlerdi! Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Siz haber vermişler miydi? Hayır, bir daha karşılaşmadım. Zaten 68'in sonlarıdır o olay. Karşılaşmadım ama 1970'te Hacettepe Üniversitesi'ne asistan olarak girmiştim. O yıllarda Ankara'da ikide bir benim evimi basar, Deniz Gezmiş'i ararlardı. Kilimlerin altına, yatağın altına falan bakarlardı. Kitaptaki "Doğu'nun doğusuyla" karşılaşmanız yeni mi?Peki bir daha Deniz'le karşılaştınız mı?