08.02.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
Devrim Sevimay
Aslında mesele ne Yale’den ödül alması, ne Koç’ta üst düzey yönetici olması, ne de 17 yılık iş hayatına birden fazla karpuz sığdırması... “Hem çocuk yapmış hem kariyer”, “Hem iyi bir eş olmuş, hem iyi bir evlat”, “Hem sosyal hem güzel” de demeyeceğiz. Bize göre Oya Ünlü Kızıl’ın insanda asıl saygı uyandıran tarafı son derece sade, sakin ve sahici olması. Üstelik bu kadar en’lerin, çok’ların, tam’ların ortasındayken kendinden böyle bir kadın ortaya çıkarmak da neresinden baksanız ince zeka ve görgü ister. O zaman da işte tüm bunların toplamı insana gönül rahatlığıyla yazdırır: “Ey Türkiye! Bu isme dikkat!” diye...
Deniyor ki, “Türkiye’nin en kariyer ve karizma sahibi kadınlarından biri Oya Ünlü Kızıl’dır”...
Yani her kim diyorsa çok teşekkür ederim, ama inşallah öyledir.
Türkiye’de sizden başka Yale Üniversitesi’nin “Küresel Lider Ödülü”nü alan var mı?
Yok, ilk ben oldum.
Peki nereden çıkmış Yale’in bu “küresel liderler” fikri?
Biliyorsunuz, Yale Amerika’nın en önde gelen üniversitelerinden biri. 300 yıllık bir geçmişi var ve lider yetiştirmesiyle ünlü. Son altı ABD başkanının dördü bu okuldan. Dolayısıyla üniversite, lider yetiştirme konusundaki bu iddiasını markalaştırmaya, bir network oluşturmaya karar veriyor ve 2002’de “World Fellows” programını başlatıyor. Her yıl dünya genelini tarayarak seçtiği 18 kişiyi dört aylık bir liderlik eğitimine tabi tutuyor.
Seçimi nasıl yapıyorlar?
Yale’in her ülkede aday sorduğu, akademi ve iş dünyasındaki isimlerden oluşan “komite”leri var. O komiteler kendi ülkelerinden çeşitli isimler belirliyor. Sonra o isimler Yale’in “bölgesel komite”lerinin önüne geliyor. Bölgesel komiteler adaylar hakkında sıkı bir araştırma yapıyor ve sonunda araştırmadan geçenler “aday” statüsünü kazanıyor.
“Yale’e gittiğimde oğluma yuva bile ayarlamışlardı”
Peki bu arada yedi yıldır ilk kez mi Türkiye’den aday sormuşlar?
Hayır, hep soruyorlar ama ilk kez birini seçiyorlar.
İlk aşamada toplam kaç aday seçilmiş oluyor?
Önce 1000 aday seçiliyor. Sonra bunu 500’e, sonra 50’ye, sonra da 18’e indiriyorlar.
50’den 18’e inerken neye göre eleme yapılıyor?
World Fellows programının direktörü bizzat 50 adayı arıyor. Birebir telefonda bir-bir buçuk saatlik mülakatlar yapıyor. O mülakatlara göre son 18 kişiyi belirliyor.
Ne gibi sorular var mülakatta?
Aslında tamamen makro konularla ilgili bir sohbetti. Dünyadaki enerji sorunundan iç savaşlara, siyasi çekişmelerden Türkiye’nin durumuna kadar çok çeşitli, o yüzden de hiç öyle önceden hazırlıklı olmana imkan olmayan konulardı. Tabii ilk başta biraz çekindim ne soracaklar diye ama sohbet açıldıktan sonra müthiş keyif aldım mülakattan.
Yanıtı ne zaman geldi?
Mart sonuydu sanıyorum. Tabii aklıma ilk gelen işim oldu. Çünkü yönetici olup da dört ay işinizden uzak kalmanız çok kolay bir mevzu değil, ama hem CEO’muz hem de Koç ailesi son derece destekçi oldular ve ağustosta Yale’a gittim.
Ömer?
Tabii oğlum ve annemle beraber.
Onlar ne yaptı dört ay?
Her ayrıntı Yale tarafından düşünülmüştü zaten. Şöyle ki, havaalanına indiğiniz anda bir şoför sizi karşılıyor. Elinde kapalı bir zarf... Zarfın içinde bir evin anahtarı ve hayatınızı kolaylaştıracak her türlü pratik bilgi... Eve bir gidiyorsunuz buzdolabı bile dolu... Ve oğlum Ömer için yuva dahi ayarlanmış.
Evdeki düzen böyleyse acaba sizin program nasıldı?
Çok ağır bir programdı. Her gün sabah 8’de başlayıp akşam 10’da bitiyordu.
Ne yapılıyordu o kadar saat?
Yale liberal eğitim felsefesi olan bir üniversite. Yani bireyi sadece bir sahada uzmanlaştırmayı değil, geniş bir spektrumda bilgiyle donatmayı amaçlıyor. Dolayısıyla “World Fellows” da bu felsefeye göre tasarlanmış.
Yani çok renkli?
Çok çeşitli, diyelim. Dört ana ayağın üzerine oturtulmuş: Birinci ayakta, Yale İşletme Fakültesi tarafından liderlik, stratejik karar verme, takım yönetimi, inovasyon, girişimcilik, pazarlık, kalkınma ekonomisi gibi konularda dersler alıyorduk. Mesela stratejik karar verme dersi genellikle bir oyun üzerine kuruluyordu, o çok zevkliydi. 18 kişi takımlara ayrılıp gerçek yaşamdan örnekler üzerine münazara yapıyorduk.
İkinci ayakta global konularda seminerler vardı. Benim en keyif aldığım bölüm bu oldu çünkü iş yaşamında bir makale dahi okumaya vakit bulamadığımız konularda, o konunun dünyadaki en iyi isimlerinden seminerler alıyorduk. Çok önemli isimleri dinledik; Bill Clinton, Tony Blair, Japon Dışişleri Bakanı... Üstelik mesela bir hafta süresince çevre konusunu mu işliyoruz, seminerimizin birini AB Çevre Komisyonu Başkanı Stavros Dimas’dan, diğerini bu konuda radikal kitaplarıyla ünlü Gustave Speth’ten ve bir diğerini de bir çevre ekonomistinden alıyorduk. Yani her küresel konuyu farklı isimlerden, farklı gerçekler ışığında inceleme fırsatı yarattılar bize. Bu bence çok zengin, tekrarı neredeyse imkansız bir deneyimdi.
Üçüncü ayak?
Üçüncü ayak da sabah kahvaltısı ve akşam yemeği konuşmacılarından oluşuyordu. Çeşitli CEO’lar, iş adamları, ünlü gazeteciler, hedge fon ve private equity fund’ın sahipleri gibi renk-li pek çok karakter bize eşlik edip, informal bir ortamda sohbet ediyorduk. Tabii asıl amaç network’ümüzü geliştirmekti. Dördüncü ayak ise Washington ve New York gezileriydi. Parlamenterler, büyükelçiler, düşünce kuruluşları, STK’lar ve finans kesiminden pek çok önemli kişiyle tanışıp, yerinde bilgiler aldık.
Siz Koç’ta tam olarak ne yapıyorsunuz, ne demek ”kurumsal iletişim”?
Özetle, “Koç” markasının ve itibarının, kamuoyundaki algısının, en doğru şekilde yönetilmesine çalışıyorum.
Yani Koç imzasının nereye yakışacağına karar veriyorsunuz?
Aynen; Koç isminin nasıl konumlandırılacağı, ne gibi projelere katılacağı, hangi sosyal ve toplumsal sponsorlukları üstleneceği gibi markayı ilgilendiren her şeye bizim departmanımız bakıyor.
Mesela neler yaptınız şimdiye kadar?
Örneğin aklıma ilk gelen “Meslek Lisesi, Memleket Meselesi” projemiz. Türkiye’de mesleki eğitimi ve onun sanayiyle işbirliğinin önemi konusunda fark yaratmayı başardığımız bir projedir; benim için de çok özeldir. Yine mesela “Ülkem İçin” projemiz. Madem Koç en yüksek çalışan sayısı ve en geniş bayii ağına sahip, o zaman her ildeki bayii ağı o ilin bir sorununa parmak basacak proje üretsin dedik. Şu ana kadar 223 proje yapıldı ve hepsi çok başarılı oldu. Sonra ortak bir proje yapıp, tam 700 bin fidan diktik.
İstanbul Bienali’nin stratejik ortağıyız. Her yıl yaklaşık 15 üniversitede “Koçfest” adı altında rock konserleri ve festivaller düzenliyoruz, 1 milyon genç katıldı; çocuk müzikali düzenliyoruz, 350 bin çocuk seyretti. Bunlar gibi daha pek çok proje var ve hepsi de beni çok mutlu eden projeler.
Oya Ünlü’nün hayatından satır başları:
22 Mart 1970: Konya’da doğdu. O dönem her ikisi de öğretmen olan Ülker-Fikret Ünlü çiftinin ilk çocuğu. Bir de erkek kardeşi var.
1977: Babası Beden Terbiyesi Genel Müdürü olunca Ankara’ya taşındılar. Aynı yıl TED Koleji’ne girdi. Çocukluk ve ilk gençlik yılları okçuluktan kayağa
kadar çeşitli spor dallarıyla iç içe geçti.
1987: Üniversite sınavını kazanan ilk 50’nin içindeydi, ODTÜ
İşletme’ye girdi.
1992: Uzman olarak Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na girdi.
1996: George Washington Üniversitesi’nde iki yıllık uluslararası işletme mastırı yapmaya başladı. Mastırının altıncı ayında Dünya Bankası’na girdi.
2000: ABD’deki beşinci yılı dolduğunda ülkesine döndü.
6 Eylül 2000: George Washington’da tanıştığı Emre Kızıl’la evlenip, Oya Ünlü Kızıl oldu.
Şubat 2001: Tam özel sektörde çalışmaya başlamak üzereyken Kemal Derviş’in Türkiye’ye çağrılmasıyla birlikte kendisini Ankara’da buldu. Artık Başbakan başdanışmanıydı.
Kasım 2002: 21 ay süren başdanışmanlık görevi 3 Kasım seçimlerinin arifesinde sona erdi. CHP’nin milletvekilliği teklifini kabul etmedi.
Ağustos 2003: Dönemin CEO’su Bülent Özaydınlı’nın danışmanı olarak Koç Grubu’na katıldı.
2004: Koç Grubu’nun kurumsal iletişim ve marka yönetimi departmanının başına getirildi.
1 Ocak 2005: Oğlu Ömer doğdu.