Pazar "Soykırım" üzerine

"Soykırım" üzerine

01.05.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

1933 ile 1945 arasındaki havadan utanan ve şok geçirenler kaldıramayacakları bu suçu paylaşacak başka toplumlar arıyorlar

Soykırım üzerine

Yaşı 65 civarındaydı, Viyanalıydı ve konuşması sık sık bu lehçeye kaçıyordu. Viyana lehçesini sevmediğimi ve anlamakta güçlük çektiğimi söylediğimde, "Ben de sevmiyorum ama doğduğum ve büyüdüğüm yerin alışkanlığı" derdi. 1971'de tanımıştım. Savaştan önce Viyana Teknik Yüksek Okulu'nda, yani bugünkü Teknik Üniversite'de okuyanların çoğu gibi iyi bir mühendisti. Teknik tarih konusunda ne biliyorsam onun heyecanlı izahlarından öğrenmişimdir. Sonra Türkiye'ye bizi ziyarete geldiğinde; "1938 yılı 10 Kasım'ından beri ben artık Avusturyalı değilim" demişti. Oysa Viyanalı yüksek mühendis Rudolf Karlburger çok Avusturyalıydı. Son görüşmemizde beni Viyana'dan Floransa'ya uğurlarken hareket eden vagonu şapkasını çıkartarak selamladığını hala hatırlıyorum. Ailesi 1938 Mart'ında Prag'a sığınmış ve orada meşum sondan kurtulamamıştı. O ise Dachau toplama kampından Çin'e kaçabilmişti. Avusturya Nazileri de Avusturyalıydı; rüşveti severlerdi ve beynelmilel Yahudi komitesinin ara sıra sızdırdığı rüşvetlerle bazı şanslı mahkumlar böyle kurtulabiliyordu. 1938'in 9 Kasım'ı "Kristal Gecesi"dir. Tertipli olarak Yahudi dükkanları yerle bir edilmiştir. Ertesi gün 10 Kasım'da ise kaçacak imkanı olmayan Yahudiler toplanmaya başlamıştı. Onların arasında genç mühendis Karlburger de vardı ve kendisine ırki ve dini kökenlerini unutan, Almanlık ve Avusturyalılıklarıyla övünen birçok Yahudi gibi o gün ne olduğu öğretildi. Çar Rusya'sında kasabalarına kapanıp yaşayan Yahudiler her türlü hastalığın sorumlusu görülürdü. Balkanlar'ı karıştırmakla yükümlü İstanbul'daki Büyükelçi İgnatev 1877-78 savaşından sonra Rusya'nın içişleri bakanı olunca "pogrom" denilen yağma olaylarının tertibi için "Yahudilik"in yeterli gerekçe olduğunu söylemekten çekinmezdi. 1492'de Gırnata (Granada) ve Kordoba'yı alarak Endülüs medeniyetine son verenler zulümden kurtulmak için din değiştiren Yahudilerin bu din değiştirmeyle temize çıkamayacaklarını, kanlarının temiz olması gerektiğini söylediler. Antisemitizm bir mirastı. Sadece dinle izah edilmez. Ortadoğu Hıristiyanları arasındaki antisemitizm, Batı Hıristiyanlığındaki kadar kuvvetli olmadı hiçbir zaman. Irk ayrımı 2 bin yıllık bir yaşam biçimidir. Avrupa antisemitizminin en kanlı ve utanç verici tezahürü 1933-1945 arasında yaşandı. Neye uğradığını şaşıran Alman Yahudilerine uygulanan zulmü Vichy Fransa'sı da aynen benimsedi. İşgalcinin desteğiyle Fransa, Yahudi düşmanlığı mirasını kendi Yahudilerine ve ülkesine sığınanlara uyguladı. İçlerindeki yabancıyı ne kadar kendi gibi olsa da benimsememek bin yıllık bir mirastı. Doğrusu hâlâ da devam ediyor. 1933 ile 1945 arasındaki havadan utanan ve şok geçirenler kaldıramayacakları bu suçu paylaşacak başka toplumlar arıyorlar. Halen Türkiye'ye yöneltilen suçlamalar, dünyadan ve tarihten bihaber parlamento üyelerinin aldığı kararlar, her şeyi bildiğini sanıp hiçbir şey bilmeyen yargıçların Bernard Lewis gibi bilginleri "soykırımı inkar etmekten" mahkum etmeleri; bazılarımızın biteviye tekrar ettikleri gibi Türkiye'nin AB'ye alınmasını önlemek için değil. Olaylara bakkal gözüyle bakmaktan vazgeçmemiz lazım. Toplumlar ruhsal temizlenme ihtiyacında ve Shakespeare'in "Hamlet"indeki katil kralın deyişiyle; "kokusu göğü kaplayan leş gibi suçlarını" yükleyecek başka ortamlar arıyorlar. 1914'te Türk İmparatorluğu'nu ve onun yorgun ve çilekeş ana unsuru olan Türkleri lüzumsuz bir dünya savaşına sürükleyen, maceraperest, dar görüşlü, bilgisiz yöneticilerin kontrol edemedikleri trajik olaylar hazırladıkları açıktır. Jön Türk muhalefeti her zaman için, dün dedeleri bugün de torunlarıyla, Türkiye adına olmadık yorumlar yaparlar. Ermeni tehciri ve katliamı tek taraflı değildir, bir mukateledir. Bu olaylar harbin ilk yılında vukua gelmiş de değildir. 1880'lerden beri Ermeni bağımsızlık özleminin yanlış politikalarla fiile geçmesi ve imparatorluğun parçalanması sırasında trajik boyutlara uzanmasıdır. Osmanlı da insanların yaşadığı bir alandı ve cennet değildi ama yukarıdaki manzaralar bu imparatorlukta yoktu. İnsanlar ve topluluklar kendi kompartımanlarında, kozmopolit bir dünyanın içinde yaşıyorlardı. Kimsenin kimseden nefret edecek iletişimi yoktu, ta ki ulusalcılık insanların cennette yaşayacaklarına inandıkları bir farazi dünya kurana kadar... Her kavim ayrı bir ulusalcılık akımı ve özlemi içindeydi. I. Dünya Harbi hepsini bir kanala döktü. Harp sırasında bütün imparatorluk ulusları çatışma ve kargaşa içinde telef olmuştur. Soykırım hukuki olaylarda muhakeme alışkanlığı olmayan ve tarih bilmeyenlerin vereceği hükümle kesinlik kazanmaz. Üstelik soykırıma karşı çıkmak milliyetçi olmak değildir çünkü bu suç zaman aşımına tabi değildir ve böyle bir fiilde var olması gereken kültürel örgü dolayısıyla hem dedelerimize teşmil edilir, yani sadece Enver ve Talat'ı değil, Fatih Sultan Mehmet'i de kapsar ve sadece bugünkü kuşağı değil torunlarını da bağlar. Böyle ağır bir suç farazi hükümlerle, olsa olsalarla benimsetilemez; maddi ve bilhassa manevi sonuçları itibarıyla Türk kimliği ve pasaportu taşıyan her bireyi kapsar. Irk ayrımı 2 bin yıllıkbir yaşam biçimidir Soykırım suçlamaları karşısında hiç de milliyetçi bir örgütlenme ve yaşam biçimi göstermeyen Avrupa'daki ve özellikle ABD'deki Türk grupların galeyana gelmeleri ve birlikte hareket etmeye başlamaları onların gurbette bu gerçeği daha iyi görmeleri ve kavramalarıyla ilgilidir. Ortadaki resmi tarih tezinin ne olduğu belli değildir. Ama ulusun hukukunu savunmaya kalkan herkesin de bu konuda canının istediği gibi konuşmasını kabul edemeyiz çünkü hakikaten vahim sonuçlar getirecek bilgisizce ifadelere rastlanıyor. Titiz ve bilgili uzmanların çalışmalarına müracaat edilmelidir. "Söz hürriyeti" gelecek kuşakları sıkıntıya sokacak sorumsuzluk demek değildir. rtadaki resmi tarih tezinin ne olduğu belli değil