Pazar “Şükrediyorum; 50 yıl boşa gitmemiş”

“Şükrediyorum; 50 yıl boşa gitmemiş”

23.11.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alan Hülya Koçyiğit sanat hayatının 50’nci yılını kutluyor: “Şükrediyorum; 50 yıl boşa gitmemiş. Çalışma şartlarımız hep çok ağırdı, haklarımız yoktu, güvencemiz yoktu... Ama değdi, helali hoş olsun”

“Şükrediyorum; 50 yıl boşa gitmemiş”

Hülya Koçyiğit oldukça duygusal günler yaşıyor. 50’nci sanat yılını kutlayan sanatçı geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldı. Birkaç ay önce de ilk filmi “Susuz Yaz”, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türk sinemasının 100’üncü yılı dolayısıyla gerçekleştirilen En İyi 100 Türk Filmi oylamasında birinci olmuş, “Gelin” filminin restore edilmiş hali, 71. Venedik Film Festivali’nde gösterilmişti. Bu güzel günlerde kızı Gülşah Alkoçlar’ın meme kanseri olduğu haberi geldi.

Haberin Devamı

Koçyiğit’le güneşli bir sonbahar öğleden sonrası Boğaz kıyısında bir restoranda buluştuk. Görüşmemiz sırasında görüp yanına gelen sevenlerinden hayranlık dolu sözler, tanıdıklarından da kızının hastalığıyla ilgili moral cümleleri duydu. O çok iyi bildiğimiz zarif tavrıyla hepsini kabul etti. Bu duyduklarından güç aldığı ama en çok da kızının hastalığa pozitif yaklaşımından etkilendiği her halinden belliydi. Zaman zaman uzaklara dalsa da gözlerinde umut vardı.

Mesleğin başında ödüllerin motive edici bir etkisi oluyordur, 50’nci yılını kutlayan bir sanatçı için Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ne ifade eder?

Ödül her zaman sanatçıyı aşka getirir. Halkın sevgisini kazanmış, ülkesini yurt dışında temsil etmiş, eserleriyle ülkesine ödüller getirmiş bir sanatçıyı devletin en üst kademesinin onurlandırması, bir anlamda bu ödül. Gurur duydum. Güzel bir tesadüf de oldu; ilk defa halkın seçtiği cumhurbaşkanı halkın seçtiği sanatçıya ödül verecek.

Haberin Devamı

“Bütün gece kanat takmış uçuyor gibiydim”

İlk filminiz “Susuz Yaz” da En İyi Türk filmi seçildi kısa süre önce. “Gelin” Venedik Film Festivali’nde gösterildi...

İnanın, çok güzel günlerin içindeyim. Meğer bu ülke insanı ne kadar vefalıymış. Allah’a şükrediyorum;
50 yıl boşa gitmemiş. Çalışma
şartlarımız hep çok ağırdı, haklarımız yoktu, hiçbir güvencemiz yoktu... Ama değdi, helali hoş olsun. Bu kadar sevgi, saygı görmek çok müstesna bir duygu. Çok mutluyum. Ama kalbimde evladımla ilgili bir acı ve endişe taşıyorum. Umarım bu güzel günlerin morali ona da iyi gelir.

Gülşah Hanım’ın durumu nasıl?

Tedavi sürecinde. Bu tedaviden olumlu netice alacağımıza bütün kalbimle inanarak ayakta durmaya çalışıyorum. O çok pozitif. Bizlere
o moral veriyor. Erken teşhisin ne kadar önemli olduğunu gördük. Kadınlar kontrollerini aksatmasınlar. Her gecenin bir sabahı var diyerek umudumuzu
canlı tutuyoruz.

Geçmiş olsun, umarım bir an önce atlatır. Geçtiğimiz günlerde 50’nci yılınız için bir gece düzenlendi değil mi?

Film Arası dergisini hazırlayan genç arkadaşlar böyle bir şey yapmak istediler. Ben de “Jübile gibi algılanır, ben de bundan rahatsız olurum. Çünkü sanatçının jübilesi olmaz” dedim ama ısrar ettiler, kıramadım. Çok güzel bir gece düzenlediler. Çok duygusal anlar yaşadım. Festivaller olur, ödül törenleri olur, eşim (Selim Soydan) hiç katılmaz. İlk defa buna katıldı. Hâlâ inanamıyorum. Çok mutlu oldum. Bütün gece kanat takmış uçuyor gibiydim.

Haberin Devamı

50 yıllık yolculuğun ilk zamanlarını nasıl hatırlıyorsunuz şimdi?

Çok erken yaşlarda müzik ve bale diye yola çıktım. Daha sonra tiyatro eğitimi aldım. Bunların hepsi sinemaya temel oldu. Annem Metin Bey’e (Erksan) “Büyük kızım da oyunculuğa hazırlanıyor, çok isterim onunla tanışmanızı, belki ‘Susuz Yaz’ için onu düşünürsünüz” demiş. Onun üzerine tanıştık. Çok çocuk gibi geldim ben ona. Alışılmış tipin dışındaydım. Birkaç fotoğraf çekimi, makyaj falan derken kabul etti. Benim şansım öylece başladı. Ama annem kadar heyecanlı değildim. Ben tiyatro okurken sinema bugünkü gibi saygı görmüyordu. Annemin öngörüsü sayesinde başladım bu işe. Hep de onun gözlerinin içine baktım, acaba onaylıyor mu yaptıklarımı diye. En zoru ona beğendirmekti.

Haberin Devamı

“Doğduğu anda kızıma âşık oldum”

Kaç filminiz var?

190’a yakın herhalde.

1963-91 yılları arasında durmaksızın film çekmişsiniz... 91’den sonra ne oldu?

Sinema cazibesini yitirdi. Ben
o dönemde sinema oyuncusu dizide, reklam filminde oynamamalı gibi
bir anlayıştaydım. Birkaç dizi yaptım ama çok büyük popülarite yakalayan
bir dizide oynamadım.

Sinemadan uzak kalmak psikolojinizi nasıl etkiledi?

Pek iyi etkilediğini söyleyemeyeceğim tabii. O dönemde sinemadan kopmamak için mesleğin sorunlarıyla ilgilendim,
bir dernek çabası içine girdik.

50 yıl önceki Hülya Koçyiğit’in gözlerinin içine bakma şansınız olsaydı bugün, ne derdiniz?

“Şöhrete, güzelliğe, gençliğe çok önem verme. Bunlar seni sonsuza kadar taşıyacak değerler değil. Kendini iyi yetiştir” derdim.

O zamanlar bunun farkında olmuyor mu insan?

Olmuyor. O yaşınızda o kadar
büyük bir şeyle karşılaşıyorsunuz ki... Yüz binlerce insanın takip ettiği bir insan olmak çok büyük bir sorumluluk.

Haberin Devamı

Bir ukde kaldı mı içinizde?
Keşke şu işe de el atsaydım, yurt dışına açılsaydım, bir çocuk daha yapsaydım gibi şeyler...

Bu kadar çok fazla film çevirmeseydim keşke. Tekrar olmuş bazı şeyler. Yurt dışı şanslarım oldu, onların üzerine gidebilirdim. Ama buradaki
o ihtişamın sarhoşluğuna kapıldım.
“Bir çocuğum daha olsaydı” demiyorum. Çünkü doğduğu anda âşık oldum ben kızıma. Başka bir çocuğu sevemezmişim gibi geldi. Kızım bunu çok ayıp bulur. Hep bir kardeş istedi, annesi vermedi, kendisi gitti peş peşe iki doğum yaptı.

“Vatan aşkı yaptırıyor size bu işleri, sonucunda vatan hainliğiyle suçlanıyorsunuz”

Siyasete hep ilginiz var mıydı?

Tam tersi, sıfır. Nasıl oluyor da beni bu kadar siyasete davet ediyorlar bilmiyorum. Benim sadece toplumsal olaylara duyarlılığım var. Sosyal yaşamın belli bir standartta olması gibi bir derdim var. Kadının hâlâ arzu edilen yerde olmadığını görüyorum ve haksızlıklara karşı sesimi çıkarmaktan geri kalmıyorum. Ve herhalde bu dikkat çekiyor. Turgut Özal “İş arkadaşım olmanızı istiyorum. Halkın üzerindeki etkinizi biliyorum. Mesleğinizin sorunları var, biliyorum, gelin beraber halledelim bu işleri” demişti. Ben de bu bir vatan görevidir diye kabul ettim. Kazanamadım seçimleri. Ama üzülmedim. Daha sonra da seçim dönemlerinde birçok partiden teklifler aldım. Siyasetçi olmak gibi bir dileğim olmadığı için kabul etmedim.

Akil insanlar heyeti projesini ne oldu da kabul ettiniz?

O bir devlet projesi olarak sunuldu. Bir sanatçı, bir anne olarak barış dendiği zaman gözünüz kararıyor, “Ben de varım” diyorsunuz. Çünkü 30 yıldır yaşanan acıları ta içimde hissediyordum. Kürtlerin hakları verilmemiş yıllarca. Yok sayılmışlar, dillerini konuşamamışlar, köyleri yakılmış, işkence görmüşler. Bunun karşılığında da bir silahlı ayaklanma olmuş. Bugün onlar da silahla bir yere varılmayacağını gördüler. Ben bu halktan o kadar çok şey aldım ki sadece film çevirerek bunun karşılığını veremeyeceğimi hissettim. Etimle canımla bir şey vermem gerekiyordu. Ve sonuca da çok inandım. Çünkü barış olmak
zo-run-da! Başka seçenek yok.

“Bir gün barış gelecek, buna inanıyorum”

Sürecin aksayan yanları oldu...

Keşke olmasa ama... Ne zaman sonuçlanacak onu da bilmek mümkün değil. Bir daha 6-7 Ekim olayları gibi şeyler yaşanır mı bilemem. Ama bir gün barış gelecek, buna inanıyorum.

Çok ciddi eleştiriler aldınız...

Vatan hainliğine varan eleştiriler geldi. Vatan aşkı yaptırıyor size bu işleri, sonucunda vatan hainliğiyle suçlanıyorsunuz. Kırılıyorsunuz ama
bu da bir görüş diye saygı duyuyorsunuz. Belki de siyaseten böyle söylüyor diye hoşgörüyorsunuz. Alternatif bir siyasetde üretilmiyor ki... Sadece eleştiri, hakaret... Dünyadaki örneklere bakınca biraz umudum artıyor. Zaman zaman yol kazaları olsa da halkın talebi varsa er ya da geç o barış sağlanıyor. Şoförüm oğlunu askere yolladı. “Artık terör yok, gönül rahatlığıyla çocuğumu askere yollayabiliyorum” dedi. Bunda küçücük payım varsa o bile bir şey.

“Üçünü de hayranlıkla izliyordum, bu hiç geçmedi”

Dört yapraklı yoncanın “yaprakları” ne sıklıkla görüşür? Neler konuşur bir araya geldiklerinde?

Mümkün olduğu kadar bir araya gelmeye çalışıyoruz ama tabii herkesin kendi işleri var. Ben sinemaya geldiğimde üçünün de isimleri vardı. Hayranlıkla izliyordum onları. Hiç bitmedi o hayranlık. Beraber olmaktan çok hoşlanıyorum. Bir araya geldiğimizde mesleğimizi, Türkiye’yi, yapabildiklerimizi, yapamadıklarımızı konuşuyoruz. “Ben bir film çekeceğim, sen oynar mısın?” gibi tekliflerimiz oluyor.

“Ben galiba kendim hariç herkes için yaşıyorum”

Yeni projeleriniz neler?

Yönetmenlik hevesi içindeyim. Beni yetiştiren büyük yönetmenlerden bir birikim elde ettim, şimdi onu aktarmak istiyorum.
Bir kadın hikayesi üzerinde çalışıyoruz.

Nasıl buluyorsunuz Türk sinemasının bugününü?

Çok iyi yönetmenlerimiz var. O kadar iyi oyuncu yok belki hatta. Reha Erdem, Zeki Demirkubuz, Çağan Irmak, Semih Kaplanoğlu, Fatih Akın, Ferzan Özpetek. Nuri Bilge Ceylan... Artık star oyuncu dönemi bitti. Şimdi yönetmenler star, senaryo star... Bu yönetmenlerimiz filmlerinde star isim kullanmak yerine daha çok senaryoyu starlaştırmak ya da kendileri star olmak istiyorlar. Haklarıdır, helal olsun.

Nasıl dinlenir, nasıl eğlenirsiniz?

Geceleri pek uyuyabilen biri değilim. Baykuş gibi oturuyorum, okuyorum, yazıyorum. Onun dışında evimin yanında küçücük bir bostanım var. Ekiyorum, biçiyorum, topladıklarımdan yemek yapıyorum. Ne keyifmiş meğer. Öyle dans edelim, içki içelim tarzı bir gece hayatım hiç olmadı benim. Eğleneceğimiz zaman ya aileyle ya arkadaşlarla oluyoruz. Onun dışında pek bir şey yapmıyorum. Geçen gün uçakta bunu düşündüm; ben galiba kendim hariç herkes için yaşıyorum. Çok vericiyim. Ama kendime gelince çok cimriyim. Sağlığımı önemsemiyorum, spor yapmıyorum, bir gün yapıyorum diyet, iki gün yapmıyorum. Hep bir erteleme hali...

“Kendine iyi bak anneanne”

Aman, kendinize iyi bakın lütfen...

Torunlarım da sizin gibi söylüyor, “Kendine iyi bak anneanne, sen bize lazımsın” diyorlar. Orada bile bir menfaat
var ama değil mi? Hastalanamazsın, ölemezsin çünkü bize lazımsın.

Neler yaparsınız torunlarınızla birlikte?

Tiyatroya, konsere, müzikallere gideriz. Seyahat ederiz.

Büyük torununuz Neslişah Hanım’a (Alkoçlar) tavsiyeler veriyor musunuz?
Her an magazin basınının gündeminde. Rahatsız oluyor mu?

Daha önce annesi, anneannesi nedeniyle haberlere konu oluyordu, şimdi eşi nedeniyle... “Niçin bana bu kadar ilgi gösteriyorlar? Ben oyuncu değilim ki... Ben mecbur muyum özel yaşamıma sizin kadar dikkat etmeye? Daha gencim, gezmek, eğlenmek istiyorum” diyordu bize. Çok da haklıydı. Ama şimdi kendi seçti biraz da bu durumu. Büyük konuşmamak lazım herhalde.

“Filmi sesli çekmiyoruz, boşuna kendini paralama dediler”

“Susuz Yaz” için bugün ne hissediyorsunuz?

Türk sinemasının en rafine örneği...
Bir sanat eseri olarak bugüne kadar yaşamış, sonsuza kadar da yaşayacak. O günlerde bir filmde oynayacak olmaktan çok hayatımda ilk defa gerçek bir köye gittiğim için heyecanlanlıydım. Köy yaşamı çok ilgimi çekmişti. İlk günler bizi hazırlayıp çekimlerin yapılacağı alana getiriyorlardı. Bütün gün oturuyorduk. O atmosferi solumamızı istiyorlardı. Belki böyle üç hafta geçti. Ege köylüsün konuşmasını hemen kavradım, öyle konuşuyorum çekimlerde. Güldüler bana. “Filmi sesli çekmiyoruz ki, boşuna kendini paralama” dediler. Öylece kalakalmıştım.