Pazar "Tango’dan Taliban’a"

"Tango’dan Taliban’a"

27.01.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Tango’dan Taliban’a"

Tango’dan Taliban’a

"Tango’dan Taliban’a"

Dört hafta kadar süren bir Latin Amerika yolculuğu yapmıştım. 1970’lerde. Mersika’dan Venezüella’ya, sonra Brezilya’ya, oradan Arjantin’e, Arjantin’den Paraguay’a gittim. Asuncion Havaalanı’nda pasaport denetiminden geçerken durdurdular beni. "Sizin aşınız yok" dediler.
"Yok" dedim.
"Paraguay’a giremezsiniz öyleyse."
"Ne yapacağım peki?" diye sordum.
"Burada aşı olacaksınız."
Çaresiz, "Peki" dedim.
"İki dolar" dediler.
Verdim.
"Geçebilirsiniz."
"Aşı?" diye sordum.
"Oldunuz ya."
Bir gece kaldım Asuncion’da. oradan Peru’ya, Lima’ya uçtum. Kolombiya’dan önceki son durağıma.
Lima’da Miraflores’i gördüm. İnanılmaz zenginlikte bir mahalle. Hemen yanı başında, San Salvador semtinde, bırakın damı, dört duvarı bile olmayan teneke barakalar. Beni gezdiren şoför "Camı kapatın" diye uyardı. "Açık pencereden kol saatinizi bile yürütürler."
***
Aydın Engin’in "Tango’dan Taliban’a" (Can Yayınları) kitabını okurken bu yolculuğumu hatırladım hep. (Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’le Brezilya üstünde uçarken, uçağın düşme tehlikesi geçirdiği bölümün hatırlattığı bir olayı da "Bir Dakika Ara"da bulacaksınız.) Aydın, "gerçek" Latin Amerika’yı, San Salvador’ları her zamanki "tadından yenmez" anlatımıyla yansıtıyor. Gerçek Irak’ı, gerçek Balkanlar’ı, gerçek Rusya’yı, gerçek Almanya’yı, gerçek Afganistan’ı anlattığı gibi.
Aydın’ın (Antep deyimini yineliyorum) tadından yenmez dili, "Ben Frankfurt’ta Şoförken" kitabında beni büyülemişti. Yalın ama son derece renkli, ekonomik ama büyük zenginlikler içeren anlatıma bayılmıştım. Kitap hiç bitmesin istemiştim.
Tango’dan Taliban’a da öyle. Aydın’ın sunuş yazısında belirttiği gibi, "bir savaş muhabirinin notları değil, bir gezi kitabı". "Dönünce" değil, "yerinden" yazılmış. Arjantin’den, Şili’den, Brezilya’dan, Ürdün’den, Sırbistan’dan, İsrail’den, Kosova’dan, Rusya’dan, Almanya’dan, Afganistan’dan izlenimler. Sıcağı sıcağına.
"Gezi notlarını ‘yerinden’ yazmanın tadı başkadır", diyor Aydın. "Çoğu kez saate ve saat farklarına karşı yarıştığınızdan yazılarınızı bir daha elden geçiremezsiniz; düşük cümleler, dizgi yanlışları birbirini kovalar; ama yazdıklarınızın içtenliği, tazeliği bir okuyucu imişsiniz gibi sizi kıvandırır... Oldum bittim ‘yerinden’ yazılıp gazeteye geçilen yazıların pek keyifli yazı serüvenleri olduğuna inanırım."
***
Bu gezi notlarının en önemli özelliği, yazarının gazeteci kimliği dışında edebiyatçı kimliği de taşıması. Hemingway de, Steinbeck de savaş muhabirliği yapmışlar, "yerinden" yazılarını kitaplaştırmışlardır. O dönemlerde yayımlanan gezi notlarının çoğu unutuldu, gazetecilik yapan edebiyatçıların yapıtları kaldı.
Ülkemizdeki gezi kitaplarını düşünün. Sadece edebiyatçıların yazdıkları hatırlanıyor.
Aydın’ın kitabının da yıllar sonra bile keyifle okunacağına inanıyorum. Çünkü ayrıntıları gören gözlerin, doğru saptamalar yapan bir beynin yanı sıra kişilikli, renkli, özgün bir dilin de ürünü.

BİR DAKİKA ARA
"Uçmak ister misiniz?"
Otuz yıl kadar önceki Latin Amerika yolculuğunda Paraguay’a bir gece güç dayanabilmiştim. Asuncion’dan hemen ayrılıp Lima’ya gitmek istedim.
Lima’ya bir tek uçak şirketi sefer yapıyormuş. Brainiff. Onlarda da üç hafta boyunca hiç yer yokmuş. Kaçan kaçana!
"LAP var", dediler. "Paraguay Havayolları. Bir de onları deneyin."
LAP’a gittim. Ufacık bir oda. Tahta bir masa. Bir kadın. "Lima’ya uçağınız var mı?" diye sordum.
"Var", dedi. "Uçmak ister misiniz?"
"Bugün uçağınız var mı?"
"Var. Uçmak ister misiniz?"
"Yeriniz var mı?"
"Var. Uçmak ister misiniz?"
"Niye bunu soruyorsunuz boyuna?" dedim.
"Uçağımız altı kişilik. Pervaneli."
"Değil pervaneli, kuş gibi kanat çırparak uçsa gideceğim" dedim. Biletleri aldım.
Kadın haklıymış. Havayolları açısından en tehlikeli bölgelerden birini, And Dağları’nı geçiyordu uçağımız. Bir-bir buçuk saatlik yolu dört saatte alıyordu.
Uçağa bindik. Altı kişi koltuklara gömüldük. Pilot hemen önümüzde. Bir de hostes var. Benden daha iri, benden daha bıyıklı bir kadın. And Dağları’nın üstünde hıçkırık tutmuş kelebek gibi gidiyoruz. Bir alçalıyoruz, bir yükseliyoruz. Hoplaya zıplaya. Bir keresinde öyle hopladık ki, herkes çığlığı bastı.
Pilot koltuğunun arkasında, yerde oturan hostes sinirlendi. Ayağa kalkarak, "Korkmayın" diye bağırdı. "Bir şey olmaz. Hem olsa bile, bir an içinde parçalanarak ölürsünüz, hiçbir şey duymazsınız!"




PAZAR