Pazar Teke Limanı

Teke Limanı

06.07.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Port-de-Bouc, yani Teke Limanı tarih boyunca hep küçük, kuytu bir liman olarak kalmış

Teke Limanı

Akdeniz’de bir liman burası, üstelik rehberin yazdığına bakılırsa ağır tonajlı tankerlerin demirlediği bir güney limanı. Yine de kapalı, kuytu bir coğrafyanın, küçük bir kasaba bile olamayan bir liman kentinin tüm özelliklerine sahip. Adı Port-de-Bouc, yani Teke Limanı ama ne tekeler görünüyor ortalıkta ne de gemiler.
“Bouc”un belki de başka bir anlamı vardır Provence dilinde; bu ücra limanın adı da “teke”den değil, başka bir sözcükten geliyordur, nereden bileyim. Bildiğim tek şey limanda cinlerin tek kale top oynadığı.
Peki hangi rüzgar attı beni buraya, Marsilya ile Camargue arasında sıkışıp kalmış, artık yelkenli gemilerin bile uğramadığı bu limana? Mistral olmasın? Alpler’in karlı doruklarından kopup gelen, Rhone Vadisi boyunca hızlanıp coşan, önüne çıkan her şeyi sürükleyen, sürüklerken de sinirleri geren, hatta insanı yavaştan çıldırtan rüzgar...
Onun sayesinde gökyüzü yağmur bulutlarından arınmış durumda, böyle masmavi, açık deniz kadar derin. Denizin suyunu da soğutan o, havayı kurutup dirilten, ufku açan da. Bu yörenin bir tanrısı olmak gerekirse, Arslan Körfez’ini de kasıp kavuran, oralarda “tramontan” adıyla da anılan mistral rüzgarıdır. Ağaçlar onun yüzünden güneye eğilimli, insanlarsa coşku ve gürültüye.
Bu yörede mistral önüne ne çıkarsa sürüklüyor evet, abartmıyorum, taşları, koyunları, dağ dikenleriyle yamaçlara tünemiş ağılların kiremitlerini yerinden söküyor. Ağaçların köklerini de. Ve başlardan hasır şapkalarla bereleri uçuruyor.

Küçük bir balıkçı köyü
Az ileriden denize dökülen Rhone Irmağı’ndan akıntının ters yönünde kuzeye doğru çıksam Arles’a varırım az sonra. Orada, 19’uncu yüzyılda Van Gogh‘un zihnini kemiren, beynini salgın bir hastalık gibi yavaşça ele geçiren Akdeniz güneşinin sanatçının dünyasında yol açtığı yaşama sevincini bulurum belki, tablolarında savrulan buğday başaklarının gerçekte mistralle değil, yaratma güdüsüyle hareketlendiğine bizzat tanık olurum. Bu rüzgar insanı ya katil yapar ya da Van Gogh gibi dahi ve deli.
Balıkçılar aralarında mistralden söz ediyorlar, çok eski, giz dolu bir masaldan söz eder gibi rüzgarın yol açtığı kıyımları, yıkımları, yaraları anlatıyorlar. Batan teknelerle boğulan yakınlarına ağıt yaktıkları da oluyor, gülüp geçtikleri de.
Peş peşe yuvarladıkları pastis kadehlerinin de etkisiyle çeneleri iyice düşen ihtiyar balıkçıları dinlemeye doyum olmuyor dışarıda dalgalar kabarıp büyür, rüzgarın uğultusu martı çığlıklarına karışırken. Burada, kahvenin içinde kadehler tokuşur, camlar buğulanır, sigara dumanından göz gözü görmezken.
Port-de-Bouc tarih boyunca hep böyle küçük, kuytu bir liman olarak kalmış ama 200 yıl kadar önce büsbütün silinip gitmiş yeryüzünden. Yolu nasılsa buraya düşen Alexandre Dumas, Port-de-Bouc’un tek kusurunun gerçekte olmayan bir yerleşim merkezi olduğunu söylüyor.
“Üç Silahşörler”in yazarına bakılırsa, tarih boyunca gemilere bir kuytu liman, bir sığınak işlevi gören bu küçük balıkçı köyü, aslında üç evden ibaretmiş. Kiracı bulamayan ev sahipleri iki evi kapatıp üçüncüsünü han yapmışlar. Yazar da geceyi açık havada geçirmekten kurtulmuş böylece.
 Aslında Napolyon, dikkatini Avrupa haritasından Fransa haritasına yönelttiğinde Marsilya’nın birkaç kilometre batısındaki bu bataklık yöreye bir liman kurulmasını emretmiş, ne var ki ardından Moskova seferine çıkınca mühendisleri de peşine takılıp Port-de-Bouc’ta açtıkları kanalı kendi akıbetiyle baş başa bırakmak zorunda kalmışlar. Ve liman, dolayısıyla da kurulması öngörülen kent hayali bir yerleşim merkezi olmaktan öteye gidememiş.
Dumas buraya geldiğinde tam 380 kişilik nüfusu varmış köyün, belki fazla değil ama üç haneden, hatta yalnızca bir handan ibaret olduğu da doğru değil. Zaten gezi yazarları, arada bir  “palavra” atmasalardı her halde okunmazlardı. Pirimiz Evliya Çelebi de Erzurum’un soğuk iklimini anlatırken damdan dama atlayan kedilerin havada donup kaldıklarını söylemiyor muydu?
Öyleyse ben de Port-de-Bouc’ta yaşlı tekelerle karşılaştığımı, hatta mistralin yalnızca insanları değil, tekeleri de baştan çıkardığını, bu nedenle “yaşlı teke sendromu”ndan mustarip olanların bu kıyıdan uzak durmaları gerektiğini yazabilirim.