Pazar ‘Tekneyle uçuyorum’

‘Tekneyle uçuyorum’

29.09.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

‘Tekneyle uçuyorum’

‘Tekneyle uçuyorum’



‘Tekneyle uçuyorum’


İstanbul’da tanışıp evlenen Avusturyalı bir baba ile Alman bir annenin "haşarı" çocuğu o. Adı, Josef Mühlbauer ama yakın çevresi "Yosi" diye sesleniyor ona. "Fatma’ya Fatoş denmesi gibi bir şey bu, benim de hoşuma gidiyor" diyor, kırık Türkçesiyle...
Yosi’yi iki hafta önce İtalya’da düzenlenen Avrupa Offshore Şampiyonası’nda kazandığı üçüncülükle tanıyoruz. Avusturya vatandaşı olmasına rağmen şampiyonaya Türkiye adına katılan Yosi, kürsüdeki başarısı bir yana aynı zamanda bir tekne tasarımcısı da. Zaten İtalya’da kullandığı tekneyi de Tuzla’daki atölyesinde kendisi yapmıştı.
"Ben aslında kitapçıyım ama bu işi pek sevmiyorum" diyen Yosi, 12 yaşından beri suyun üzerinde. Jet ski, yelken, katamaran derken şimdi karada olmaktan sıkılan bir levanten o. İki yıldır da "çok eğlenceli" diye uçaklarla ilgileniyor. Tabii söylemeye gerek yok, pilotluk sertifikası da cebinde. (Bu arada, siz bu haberi okurken o Atatürk Barajı’nda bir jet-ski gösterisinde olacak. Haftaya da Bodrum’da, gulet yarışında.) Maceranın devamı ise...İşte onu kendi bile bilmiyor.

Avrupa Offshore Şampiyonası’nda üçüncü oldunuz. Ne zamandır uğraşıyorsunuz bu sporla?
12 yaşındayken şişme bir bot hediye etmişti babam bana. 25 beygir gücünde küçük bir bottu bu. O botla Boğaz’da dolaşır, teknelerin arasında slalom falan yapardım. Deniz tutkum ilk böyle başladı. Yelken, sörf, jet-ski; her şeyi yaptım. Almanya’dan döndükten sonra bir tekne satın aldım, kalıbını çıkarıp bir sürat teknesi yaptım kendime. 7-8 yıldır da devam ediyor bu iş. Bugüne kadar 16-17 tekne ürettim.
"Hava çok kötüydü, üç kez devrilme tehlikesi atlattık"
Şampiyonaya katıldığınız tekneyi de kendiniz mi yaptınız?
Evet, geçen yıl donanımı pek iyi olmayan bir tekneyle Cebelitarık’ta düzenlenen yarışmaya gittik. Rakip teknelere bakınca da anladık ki elimizdeki tekneyle onlarla mücadele etmemiz çok zor. Sonra da bu tekneyi yaptım.
Bildiğimiz diğer sürat motorlarından farkı ne sizinkinin?
Katamaran olması, çift gövdeli olması. Mesela 70 milden sonra uçağa benzer bir hale geliyor. Çift gövde olduğu için altını uçak kanadına benzer bir kanal gibi düşünürseniz, araya havayı sıkıştırıp teknenin ağırlığını alıyor. Tekneyle resmen uçuyorum sonuçta. Zaten bu yarışlarda önemli olan düşük beygirle yüksek bir sürat elde edebilmek.
Sizin en yüksek süratiniz neydi?
Benimki 400 beygir. Dün işte 95 mil yaptım, motoru patlattım. Bu patlattığım üçüncü motor. Böyle kazalar da var işin içinde tabii.
Üçüncülük gibi derece bekliyor muydunuz bu tekneyle, yoksa sürpriz mi oldu?
Daha iyi bir derece de elde edebilirdik ama biraz heyecanlandık herhalde. Aslında katılan tekneler geçen yıl Cebelitarık’a katılanların aynısıydı. Ama yarış bu yıl çok zor oldu. Öyle büyük dalgalar vardı ki, 80 milden 70 mile düşürdüler parkuru. Bazı tekneler parçalandı. Bazıları takla attı. Biz de üç kez devrilme tehlikesi atlattık ama 24 tekne arasında üçüncü olduk sonunda.

‘Tekneyle uçuyorum’
"Offshore, Türkiye’nin tanıtımı için çok önemli"
İstanbul Offshore Kulubü’nü, Uğur Işık’la birlikte ben kurdum. Türkiye’de dalgıç, yelken kulüpleri, sayısız futbol takımı var ama bir offshore kulübü yok. Bizim kulübümüz bütün sürat teknelerini kapsıyor. Şişme botu olan bile katılabilir, böyle bir kulüp. Bugüne kadar bu küluple 5 dünya şampiyonasının Türkiye’de düzenlenmesini sağladık. Marmaris’te, Bodrum’da yarışmalar düzenledik. Bu da Türkiye’nin tanıtımı için son derece önemli bence.

İç mimarlık ve marangozluk eğitimi aldı
İstanbul’da doğup büyüdünüz ama babanızdan dolayı Avusturya vatandaşısınız. Anneniz Alman. Biraz karışık bir durum sanki. Kendinizi nereye yakın hissediyorsunuz daha çok?
Ben kendimi sadece Türk gibi hissediyorum. Almanya’da okurken mesela hep İstanbul’u özlerdim. Şimdi de düşünüyorum ki İstanbul benim doğduğum ve hep bağlı kalacağım bir şehir.
Bütün bu hobiler bir yana sizin asıl mesleğiniz kitapçılık. Bu arada o iş nasıl gidiyor?
Evet, Türk-Alman Kitabevi’nin sahibiyim. Bu kitabevini 45 yıl önce babam kurmuş. Ama itiraf edeyim, ben kitapçılığı pek sevmiyorum. Bir şeyler tasarlamak, kesip biçmek daha çok ilgilendiriyor beni. Bu yüzden de 14 yaşında Almanya’ya gittim. İçmimarlık ve marangozluk eğitimi aldım orada. Ama babam ölünce aile geleneği son bulmasın diye ben devraldım işleri. Sonra da kardeşim geldi, şimdi birlikte çalışıyoruz.