Pazar ‘Televizyonda istismar çok fazla’

‘Televizyonda istismar çok fazla’

23.09.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Faruk Bayhan, eve geldiğinde de televizyon seyrediyor, yayında bir şeyi beğenmediğinde hemen kanalı arayıp uyarıyor

‘Televizyonda  istismar çok fazla’

Deneyimli televizyoncu Faruk Bayhan reytinge teslim olmaya karşı çıkıyor
‘Televizyonda istismar çok fazla’

Faruk Bayhan, eve geldiğinde de televizyon seyrediyor, yayında bir şeyi beğenmediğinde hemen kanalı arayıp uyarıyor

Ahmet Tulgar

Televizyona adanmış bir hayat. Gün olmuş, sırtında film taşımış. 20 yılını TRT’de geçirmiş. Şimdi o günleri hatırlarken "Üç ihtilal gördüm" diyor. Olgunluk çağında özel televizyonların yayına geçmesiyle özgürlüğün tadını çıkarmaya başlamış. Ama işin suyunu çıkarmadan. Üniversite kürsülerinde anlattığı etik kurallara "elden geldiğince" çalıştığı kanallarda da uyarak.
Bir süre için Ulusal Radyo Televizyon, sonra Show TV’de beş yıl program müdürlüğü ve genel müdürlük. Altı yıldır Kanal D’de genel müdür olan Faruk Bayhan, her nedense sık sık 56 olan yaşını vurguluyor ve bu yüzden ben ve eşi tarafından uyarılıyor.
"Televizyon işinde kendini yenilemeyen gider" diyor. Ama onun yüzüne yansıttığı parlak gülümseyiş ve ekranlara yansıttığı bir çok sıra dışı program 56 yaşın pek korkulacak bir yaş olmadığını da gösteriyor.
Televizyonda hata yapan bir daha toparlanamaz

Bütün dünyada her kanalın yüzleri, çehreleri olur ve o kanalla özdeşleşmiş gibidiler. Kanal D’nin yüzleri kimler?
Yüz bana göre televizyonların en büyük malzemesidir. Ben televizyon hayatımda bu yüzlere çok önem verdim. En önemli program stratejimi yüzler üzerine kurarım. Dünyanın en yakışıklı insanı olsun, seyirci ona bir sempati beslemediği taktirde o yüzün evin içerisine girmesi çok zordur. Haber spikeri bile olsa. Bugün televizyon dünyasında birçok yüzün yetişmesinde yaratıcı değil ama yardımcı oldum, yaratıcılık başka bir olaydır.

Hadi keşfettiğiniz yüzleri sıralayın.
Kanal D’dekileri sayayım; bunlardan biri Defne Samyeli’dir. Sonra Berna Laçin’dir, Beyaz’dır. Okan Bayülgen’dir. Hande Ataizi’dir. Nurseli İdiz’dir. Bir zamanlar Tarık Tarcan’dı. Mehmet Ali Erbil’dir. Bu yüzler tutunca yaptığım işin bir başka türlü zevkini alabiliyorum.

Peki, bu yüzlerden umduğunuzu bulamadıklarınız oldu mu?
Belli bir yere geldikten sonra şöhretini zaman içerisinde harcayan yüzler oldu. Çünkü televizyon seyircisinin bir yere getirdiği insan artık onun hayatının bir parçası oluyor ve yanlış yaptığı zaman onu hemen bırakıyor. Daha sonra toparlamak mümkün olmuyor. Bir de tabii insanların kendisini yenilemesi gerekiyor. Bir örnek vereyim: İlk önce Rüstem Batum çıktı, arkasından Cem Özer geldi, arkasından Okay Bayülgen, daha sonra Cem Yılmaz vesaire. O zamanlar herkes Aziz Üstel seyrediyor, Rüstem Batum seyrediyor. Sonra herkes "Cem Özer, Cem Özer" derken Okan’lar, Cem Yılmaz’lar, Yılmaz Erdoğan’lar çıktı. İşte sen orada kendini yeniler ve yeni geleceklerle rekabet edebilirsen kalırsın.

Peki, trendler nasıl oluşuyor? Mesela bir dönem talk show’lar çok popülerdi, daha sonra televoleler, magazin programları, şimdi de yarışmalar...
Amerika’da bu trendleri belirleyen belli gruplar bulunuyor. Bunun merkezi Amerika’dır ama İsrail’de dahi var birtakım gruplar, kendi ülkelerinde yaptıkları çok parlak bir olaysa, bunu Amerika’ya satarlar ve oradan yayılmaya başlar. Mesela drama yapımların fiyatları yükselince reality show’lara önem verilir. Bu modalar gelir gider ama bu modaya rağmen televizyon dünyasının dört temeli bulunur; eğlence, müzik, spor, drama ve sinema.

Peki, bu "Biri Bizi Gözetliyor", "122 Milyon" gibi yarışmalarda, siz bir televizyon yöneticisi olarak artık televizyonculukta bir şeylerin sınırına gelindiğini düşünüyor musunuz?
Şimdi ben istismara çok karşıyım. Seyirciyi istismar ederek; haberde olsun, yarışmada olsun, dramada olsun alınacak reyting beni rahatsız ediyor. 15-20 delikanlının, genç kızın, erkeğin ellerini bir arabaya koydurup, "Kazanırsan bu araba senin olur" olayı bana çok ters geliyor. Ben bir programın başarısını ölçerken üç ana öğeye dikkat ederim. Birincisi o programın kaliteli olması, ikincisi o programın reklam alması, üçüncüsü o programın reyting alması. Maalesef dünyada ve Türkiye’de bu istismar olayı çok fazla olmaya başladı.

Reyting meselesi gerçekten elinizi kolunuzu bağlıyor mu? Sabah işe gelir gelmez ilk reytinglere mi bakarsınız?
Biz reklamla yaşıyoruz. Reytingi düşük bir kanala reklam vermiyorlar. Bunun ayarını nasıl yapacaksınız? AGB, yanlış mı, doğru mu tartışmıyorum ama AGB’nin insanları sınıflandırmasına karşıyım. Türk insanını A, AB, C1, C2, D diye ayırmış. Şimdi bunun yüzde 38, yüzde 40’ı D. Şimdi D insanını ben küçümsemem, D insanları da bu memleketin vatandaşları, belki de bu memleketin en saygıdeğer insanları. Ama D grubu ezilmiş, daha çok eğlence istiyor, D grubu Orhan Gencebay istiyor. Yanık. Ama yüzde 38-40, D grubu olursa, sen ona yönelik yayın yapar, haberini de, program akışını da buna göre ayarlarsan, o zaman birdenbire bir kalitesizlik meydana geliyor. Halbuki bizim amacımız, D grubunun kültür seviyesini artırıcı yayınlar olmalıdır. Biz kolayını bulduk, onun istismarına gidiyoruz. Türk milleti de enteresan. 39, 40’ncı kez aynı Kemal Sunal filmini seyrediyor. Kemal Sunal filmlerini de ilk kez televizyonlara taşıyan adam benim. Ama böyle olacağını bilseydim, daha dikkatli olurdum.

Paparazzi programları her ülkede yapılıyor
Eh, reklamverenler de biraz daha az bu reyting meselelerine takılmalı...
Ama şimdi temizlik malzemesini D grubuna nasıl satacaklar? D grubunun en çok seyrettiği programlara reklam vererek. Ama mesela bizim kanallarda BMW reklamı olmuyor. O reklamı belgesel veren kanallara veriyorlar. Gerçi şimdi reklam filan kalmadı ya. Bu olayları reklamverenlerle birlikte çözmek lazım.

Magazin için ne düşünüyorsunuz?
Paparazzi dünyanın her tarafında olur. Magazini, hayatın bir parçası olarak kabul ediyorum. Ve ilginçtir bu programları en çok A grubu seyrediyor. Sadece televizyonlar değil, büyük gazetelerin çıkarttığı ilaveler de "Kim kimle ne yaptı?" bülteni gibi. Bugün Ahmet Tulgar kiminle berabermiş, aç bak.

Bizim sanatçılar enteresan, bir çaya programa çıkarlar
İlginçtir, Süheyl ve Behzat Uygur, Kanal D’de en kalıcı olan isimler oldu.
Benim Kanal D’ye geçişimden bu yana hemen hemen onlardan başka kimse kalmadı. Onları da atamıyorum, çünkü benden önce burdaydılar (Gülüyor). Ama babadan kalma bir tiyatro geçmişleri bulunuyor. Ve bence de iyi şovmenler.

ABD’den terör saldırıları sırasında kanlı görüntüler gelseydi bunlar yayınlanacak mıydı?
Bilmiyorum ama bizimkilerin bazıları bunları yayınlayabilirdi. Ama "Ben yayınlamadım, o yayınladı" önemli değil. Ben her zaman şununla karşı karşıya kaldım: "Ya kardeşim, sizin televizyonda ne biçim görüntüler verildi?" "O kanal bizim kanal değil" diyorum ama birimiz yapıyorsak hepimize mal oluyor bu iş.

Haberin diğer programlara oranını nasıl belirliyorsunuz?
Tuncay’a (Özkan) devamlı söylüyorum. Tuncay zannediyor ki, Kanal D haber kanalı. (Gülüyor). Tuncay’a kalsa Kanal D’yi haber kanalı yapacak.

Çok büyük bir iktidarın sahibisiniz. Ortalıkta televizyona çıkmak için deliren bir sürü insan var. Çevrenizdeki insanların, ünlülerin dostluklarından emin olabiliyor musunuz?
Ben hep insanlara yardım etmeye, sanatçıların yanında olmaya çalıştım. Tabii ki sevenim de oluyor, sevmeyenim de ama özellikle rahatsızlık geçirdiğim dönemde sevenimin daha fazla olduğunu hissettim. Elbette yanlışlıklar da yapmış olabilirim, bir yerde bir ticarethane içindeyiz. Bizim sanatçılar çok enteresandır. "20 bin dolar veriyorum, çık" dersin çıkmaz, bir çay, bir kahve, iki tatlı sözle, sohbetle bedava çıkar. Bizde böyledir olay.

‘Arkamdan canavarlar geliyor’
Televizyon yöneticiliği yorucu olmalı.
Üç ihtilal gördüm. Bu iş çok stresli. Geçenlerde bir rahatsızlık geçirdim mesela. Gece aklına bir şey gelirse, not almak zorundasın. Rekabete dayanamayanı hemen atarlar. Ben 56 yaşına geldim, hâlâ rekabet edebiliyorum. Beni ne zaman yiyecekler, bilemiyorum. Canavarlar yetişiyor arkadan, benim yetiştirdiğim arkadaşlar zaman zaman beni geçmeye çalışıyorlar.

Televizyon genel müdürlüğü biraz şöyle bir şeye benzemiyor mu, mesela işten eve geliyorsunuz, televizyon çalışıyor odada ve her an müdahale etmeniz gerekebilecek bir canlı yayın...
Tabii eğer eve gelebilirsen.

Evde televizyon seyrederken kanala telefon edip "Bu niye şöyle oldu?" falan dediğiniz olur mu?
Tabii. Ama emin ol, bu işten ayrıldığım zaman uzun bir süre televizyon seyretmeyeceğimi söyleyebilirim.

Çocuğunu, kızını sokağa salmış, evde oturan ama bir yandan onların ne yaptığını da gören bir baba gibisiniz değil mi? Hande Ataizi programda kısa giyse, o da size dert.
Tabii, mesela Çarkıfelek’ten örnek vereyim: Oturup izliyorum. Araya bir küfür girdi. Ben bir gün önce bir konferansta Kanal D’nin son derece ciddi, etik kurallara dikkat eden ve bundan kesinlikle taviz vermeyen bir kanal olduğunu söyledim. Bir gün sonra, artık Mehmet Ali’nin sesi mi, başka birinin sesi mi, ana avratlı bir sinkaf.




PAZAR