Pazar "Toplumun terbiyesi değişti"

"Toplumun terbiyesi değişti"

31.08.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Hâlâ o eski terbiye altındayım"

Toplumun terbiyesi değişti






"Eğer siz mutluysanız, samanlık seyran olur. Biz buradan eşimle bindik bir trene, bir cuma günü, harp senesi, '43, Erzincan'a gidiyoruz. Birinci mevki bilet almış. Öyle, kitaplarla çantamız dolu. Ben Russel'ı almışım, işte Fuzuli'yi almışım, öyle gittik biz." 1975'te eşinin ölümünden sonra kızı Tülin hanım ve torunlarıyla yaşamaya başlar Nesrin hanım: "Bugünlerde gecem ve gündüzüm birbirine benzedi benim. Gece uykum yok; kalkarım, balkonda otururum, kitap okurum, bilmece hallederim. İşte akşamları BBC'leri filan seyrediyorum. Eskiden mesela on iki saate yakın çalışırdım. Şimdi razıyım, iki-üç saat çalışmaya. Ama yok işte. Kendimi zorluyorum, bu haksızlıklar içinde çalışmak bana ağır geliyor artık."

Efendim ben 1920'de İstanbul'da Pierre Loti Caddesi'ndeki anneannemin evinde dünyaya gelmişim. O tarihlerde Kurtuluş Savaşı var, babam gurbette, aşağıda güney cephesinde savaşıyordu. Askerlik dönüşü, İzmir'e yerleştik, uzun zaman kaldık. Ziraat mühendisiydi babam. Kardeşim İzmir'de dünyaya geldiğinde, bir kıskançlık olmasın diye herhalde, babamla postaneye gittik, beni kucağına aldı, şöyle kaldırdı. Postanedekiler 'Kardeşin sana bebek göndermiş' dediler. Paketi açtım, bebek çıktı içinden. Pek sevindim. Ondan sonra kardeşim doğdu, her kundağa konuşta mutlaka kağıtlı şekerler çıkardı içinden. 'A bak ne getirmiş kardeşin' derlerdi. Hiç kıskançlık hissetmedim. Ama babam erkek evlat diye onu daha çok severdi. Sonra efendim, sekiz yaşındayken annemi kaybettik ve babamdan ayrı düştük. Hem onun meslek icabı çalışması dışarıdaydı hem de ikinci izdivacı oldu bu arada. Velhasıl böyle, çocukluk bakımından tahlil edecek olursak, öyle pek mutlu bir çocukluğum oldu diyemem. Çünkü nereye gitsem, kendi evimde değilim, bana bir şey diyen yok ama biraz hassas ve çekingen bir insan oldum." Okul çağı gelince Nesrin'i İstanbul Kumkapı'daki Jeanne D'Arc okuluna gönderirler. "Bir kere yabancı bir mektepte okuyoruz, orada milletimizi temsil ediyoruz. Onlar sabahleyin erkenden kalkar, giderler kilisede ibadetlerini yaparlardı. Biz de arkadaşlarla arife günleri, kadir günleri mutlaka oruç tutardık. İyi arkadaşlıklarımız vardı, derslerimiz iyiydi."

Notre mere'in eli
"Okulda Fransızca olarak yapılan derslere soeur (kız kardeş) adı verilen rahibeler girerdi. Şimdi bunlar 18 yaşına kadar rahibe oluyorlar. 18 yaşından 20 yaşlarına kadar bocalama devresi yaşıyor, 30 yaşına bastığı zaman da rahibelikten çıkma imkanı kayboluyordu artık. İşte o 10 sene zarfında soeur, ondan sonra mere (anne) diyorduk onlara. İki tertiptir soeur'ler; bir kültürlü sınıfı vardır bunların, kilise korosunda şarkı söyleme hakkını kazanırlar. Diğerleri de hizmet işlerinde, mesela mutfakta çalışır, temizliğe bakarlardı. En büyükleri notre mere dediğimiz kişi de herkesi çok severdi. Bir keresinde fazla batırmış iğneyi kumaşa, etime girdi. Ben sesimi çıkarmadım. Sonra farkına vardı, 'Cesur kızım' dedi, yanağımı okşadı eliyle. Onun eli benim rüyama girerdi. Okula aylık 50 lira o zamanlar. Bunun içinde kahvaltı hariç her şey vardı. Kahvaltıyı evden götürüyorduk. İşte benim götürmemde bazen bir aksama olurdu. Babam dışarda, hanımı da benim için fazla masraf edilsin istemiyordu, üzülürdüm. Sonra yemekhanede mutlaka gramofon çalardı. Vivaldi'den, Wagner'den... Güzel sanatlara pek düşkünlükleri vardı, bunu bize de aşıladılar. Hiç unutmam Tokatlıyan'dan dondurma gelirdi. Külah yok, böyle kahverengi, açıklı koyulu hasır sepet gibi bir şeyler içinde... Bir süre sonra Kılık Kıyafet Kanunu'nun gereğine uymayan souer'ler kıyafetlerini açmadılar, açmayınca mektep kapandı. Biz, bir kısmımız Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'ne geldik, herkes bir tarafa dağıldı. Bütçesi birden sarsıldı mektebin, dışarıdan yardım gelmedi dediler, bilmiyorum işte. Kapandı okul."

Dame de Sion yılları
"36 senesinde beni Dame de Sion'a verdiler, bu sefer leyli (yatılı) okuyordum. Mektebi çok severdim, arkadaşlarımızla iyi anlaşırız, hocalarımız hepimizle evimizi aratmayacak şekilde ilgilenirlerdi. İyi bir talebeydim, matemetiğim kuvvetliydi. Tarih vazifelerimi bir arkadaşım vardı, ona yaptırırdım. Dame de Sion'daki okul hayatımız, çok yaramaz olduğumuz için, azıcık badirelidir. Okul son derece disiplinliydi. Hiç unutmam '37 filandı, Hatay davası var Fransızlarla aramızda. Mevsim de ilkbahar, okulda dediler ki 'Eğer uslu durursanız, bahçeye çıkaracağız'. Güya biz de uslu durduk ama onlar bizi hep yaramaz belledikleri için, 'Cezalısınız, siz yukarı sınıfa çıkacaksınız' dediler. İsyan ettik biz de, avaz avaz bağrışıyoruz. Pencerelerini de açtık sınıfın. Bir kısım arkadaşlar 'Cankurtaran yok mu?' diye avaz avaz bağırmazlar mı, pencereden bütün trafik durdu; tramvaylar, otomobiller... Jandarma yukarı geldi, nedir bu hal diye. Fransızlar Hatay için baskı yapıyorlar, bizim çocuklar da bunun için bağrışıyorlar diye düşünmüşlerdi herhalde. Hepimiz bir temiz cezaya girdik mi! Şimdi içimizde yün entari var, lacivert; onun üzerine atlastan önlük giyiyoruz, onu da kemer tutuyor. Şimdi bu kemeri de aldılar, bizim atlaslar kabardı, hepimiz böyle fıçı gibi bir şey olduk. Sınıf işaretleri çıktı, hani askerlerin rütbelerinin alınması gibi. Biz kaldık böyle sap gibi. Her gün bizi bahçeye çıkarıyorlar, kürek mahkumu gibi. Çocuklara da tembih etmişler, bahçeye bakın diye. Onlar da bize bakıyorlar. Bu ceza bir ay devam etti. Sonra bağışlandık."

Okulu bırakıp evlendim
"Liseyi bitirdik Fen Fakültesi'ne girdik. Fakülte yandı. Yanınca biz perişan olduk, bir yerlere dağıldık. Dişçi mektebi var, oraya gidiyoruz; bir gün devlet kütüphanesi var, oranın bir salonunda toplanıyoruz, yani belirli bir yerimiz yoktu." Okula devam etmeyi istemesine karşın anneannesinin ısrarıyla evlenir Nesrin hanım: "Ezher (eşi) beyle karşılıklı görüşmedik biz, annesi filan geldi beni görmeye. İkinci sınıfa geçmiştim, 1943 yılında evlendim. Bu sefer Anadolu yollarına düştük. Efendim eşimin işi Kızılay müfettişliğiydi. Ve işte gittiğimiz yerde pek çok yolsuzluk çıktı ortaya. Kaymakam, Cumhuriyet Halk Partisi başkanı, belediye başkanı, Kızılay'ın gönderdiği yardımları bölüşmüşler."
Bir süre sonra sağırlık tehlikesi yaşayan Nesrin hanım ameliyat olur. Sonra sağlığına kavuşur. Eşinin ve kızının ısrarıyla 60'lı yıllarda Fransız Filolojisi'ne girer ve tekrar üniversiteye döner: "İşte bir, iki, beş derken ben üniversitede okurken '68 senesinin patırtıları çıktı. Artık kızım dedi ki, 'Valla bana ana değil, hayatta ana lazım. Sen artık gel, artık evde otur'. Ben de oturdum."
Evde geçirdiği zaman içinde çeviri yapmaya karar verir. İlk olarak Victor Hugo'nun "Sefiller" romanını çevirir: "Mayıs ayıydı, sene 68, kalemi elime aldım, çıktım yola. Ve çok sevdim yaptığım işi. Her kitap iz bırakmıştır. Ama benim pazarlık mazarlık bildiğim yok. Kaça alınır, kaça satılır, hiç haberim yoktu Babıali'den. Yazarken, şimdi kitabı buraya koyuyorum, oradan bakıyorum. Daktilo ile yazıyordum eskiden. Bilgisayarın düğmesine basmıyorum, bilmiyorum çünkü, bozulur mozulur neme lazım. Alıştığım bir şeyi, değiştiremem."
Çevirmenlik yaptığı yıllarda herhangi bir sosyal güvenceye sahip olmayan Nesrin Altınova eşinden ve babasından kalan maaşlarla geçiniyor: "Yaptığım şey iyi olsun istiyorum, baştan savma kitap da olsun, üç kuruş versinler meselesi değil, ben çalıştığımdan huzur duyayım. Ama ben huzur duymuyorum, hep böyle çekişmekle, sonra bir pespayelik var işin içine para girdiği zaman, para en adi şey zaten. Dedim ya çok seviyorum işimi. Sevmesem bu kadar eseri çeviremezdim. Elliden fazla eserin çevirisini yaptım. Tüm gayretimle metinde mümkün mertebe çeviri kokusu olmasın diye uğraşırım." n

"İlk mektepte, Moral (ahlak) Dersi diye bir kitabımız vardı, küçük bir kitap şöyle. O kitap fert olarak bir insanın görevlerini anlatırdı. Bakın ben bugün 83 yaşındayım, onu okuduğum tarihte 10-12 yaşındaydım, hâlâ hatırlarım. Büyüklerimize, küçüklerimize karşı vazifelerimiz, hayvanlara karşı, kullandığımız adamlara karşı görevlerimiz, hep bunlar ayrı ayrı öğretilirdi. Konuşma adabı mesela... Büyük konuşurken küçük susar, konuşmaz. Ve ben ailenin en küçüklerinden olduğum için hep sustum. Konuşma sırası şimdi bana geldi ama unutmuşum konuşmayı, hâlâ o eski terbiye altındayım. Evde de bizi misafirliğe götürmezlerdi, bir misafir geldiği zaman da almazlardı içeriye. 'Hadi sen odana çekil' derlerdi, giderdim ben... (Kızım) Yıllar sonra 1945'te dünyaya geldi, uslu bir çocuktu. Sordum ona, 'Ben biraz serttim, yumuşak bir anne ister miydin?' diye... Ben anamdan bir şey göremedim, babamın da bana bir etkisi olmadı. O sadece kitap okumamı salık verirdi. Anneannem de, 'Ayıptır, öyle yapma, ayıptır böyle yapma' derdi hep. Ayıptırdan başka bir şey görmedim."

"Pirinci saklamasını Victor Hugo'dan öğrendim"
"Sefiller romanının yazarı Victor Hugo insan ruhunu tahlil eder. Dahası da var, biliyor musunuz bana neler öğretti o kitap? Mesela eskiden eve pirinç filan alındığı zaman öyle çuvalla alınırdı. Diyor ki Victor Hugo, 'Tahıl ambarlarının tahtasını kesip tuzlu suyla ıslatıp bıraksalar, tuzu içer tahta, tahıl kurtlanmaz.' Ben de pirince tuz serpmeyi Victor Hugo'dan öğrendim. Son derece zor bir çeviriydi. 'Notre Dame'ın Kamburu'nda ne tahliller vardır. Mesela Zola'nın 'Germinal'i de çok güzeldir. Dostoyevski'nin 'Kumarbaz'ını yazarken (çeviriyi kaleme alırken) hüngür hüngür ağlamıştım."

TARİH VAKFI
Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliği'ne, İnşaat Mühendisleri Odası'na ve Kayseri Ticaret Odası'na maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58
Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

  • Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
  • Proje koordinatörü: Gülay Kayacan
  • Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak n Görüşme kayıt süresi: 4 saat n Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
  • Görüntü kaydı: Tamer Üstel
  • Yayına hazırlayan: Tuba Çameli


  • Projeye katkılarınızı bekliyoruz:
    Telefon: (0212) 327 86 58
    Faks: (0212) 227 37 32
    e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr

    www.tarihvakfi.org.tr

    DEVAM EDECEK