Pazar ‘Türkan hanımla yıllar önce de çalıştık, tadı damağımızda kaldı’

‘Türkan hanımla yıllar önce de çalıştık, tadı damağımızda kaldı’

29.12.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

‘Türkan hanımla yıllar önce de çalıştık, tadı damağımızda kaldı’

‘Türkan hanımla yıllar önce de çalıştık, tadı damağımızda kaldı’





Setlerden sekiz yıldır uzak kalan Yusuf Kurçenli görkemli bir dönüşe hazırlanıyor. Çekimleri bu hafta Amasra’da başlayan "Gönderilmemiş Mektuplaröda başrolleri, Türk sinemasının gözde çifti Türkan Şoray ve Kadir İnanır paylaşıyor.

"Adam 20 yıl sonra kasabaya döner. Kadını hâlâ seviyordur..."
Bu projeye nasıl karar verdiniz?
Arkadaşım Sinan Çetin, bundan iki sene önce Türkan Şoray ve Kadir İnanır ile film yapmak istediğini söyledi ve benim yönetmemi önerdi. Bir senaryo vardı ortada. Senaryo kötü değildi ama bana göre de değildi. Şoray ve İnanır benim için de çekici bir ikiliydi. Şoray ile 1987’de bir çalışmam vardı ve tadı damağımızda kalmıştı. Türkan hanım ile arada bir görüştüğümüzde bir daha ne zaman birlikte film yapacağız diye konuşurduk. Ben oturup bir hikaye yazmaya, aynı zamanda mekan aramaya başladım. Amasra’yı buldum. Hikayenin daha çatısı kurulurken bir mekan araştırması oldu. Doğrusu bunlar birbirini kışkırttı. Amasra’yı daha iyi kullandım.

Lirik bir aşk öyküsü mü "Gönderilmemiş Mektuplar"?
Aslında bu, yıllar önceki bir kaybedişin hikayesi gibi. 20 yıl kadar önce kasabasından kaçıp gitmek zorunda kalan bir erkeğin hikayesi... Bir açmazlar filmi diyebiliriz. 20 yıl önce gitmek zorunda kalan adam 20 yıl sonra geldiğinde o zaman terk etmek zorunda olduğu kadını hâlâ seviyor. Buna rağmen bir arada olmalarının artık mümkün olmayacağını her adımda biraz daha fark ederek yaşıyorlar. Şöyle ifade ediyorlar: "Kaderimizi farkına vararak yaşıyoruz." Herkesin durumu değiştirecek hamle yapmasını engelleyen bir nedeni, yani açmazları vardır. Olayı çözebilecek hamleyi bir türlü yapamazlar. Biri hamle yaptığında da her şey yıkılır. Gerisi de trajediye dönüşür.

Bana uzaktan atmosfer filmi olacakmış gibi geliyor. Kıyı kasabası, kış, Karadeniz, dalgalar... Görsel olarak nasıl olacak?
Bir kış filmi bu. Aydınlık fazla bir şey yok. Belki büyük devinimler de yok. Genelde sakin ama yakına gittiğiniz zaman devingen bir görselliği var. Hem doğada hem oyuncuda böyle. Bir hayli sakin bir kamera kullanacağım. Oyunculuğa çok dayalı bir film. Kamera, ışık, mizansen... Her faktör oyuncunun, her filmde olduğundan daha fazla hizmetinde olacak. Kamera şuradan gider, buradan döner, yükselir gibi başlı başına cazip gelen şeylerin peşine düşmemek gerekiyor. Çok nüanslı şeyler olacak oyunculukta. Her şey onların hizmetinde olmalı. Atmosfer mutlaka görüntüde oluşturulmalı, çevre düzeni ve kostümü de içine alan... Bu noktada Amasra bir sahne gibi. Bu amaca çok hizmet ediyor kıyısıyla, koylarıyla, arkasındaki dik yükselen sırtıyla, koydaki sakin suya rağmen hemen yanındaki hırçın denizlerle kuzey rüzgarlarına açık, kapalı koy-açık deniz çelişkisiyle.

"Yönetmen kendi dertlerini sayıklar, oyuncular onu ete kemiğe büründürür"
Türkan Şoray ve Kadir İnanır birkaç kez bir araya gelmiş ve her seferinde de izleyiciyi etkilemiş, filmlerin de başarısını ikiye katlamış bir ikili. Bunca yıl sonra ikisinin bir araya gelmesinde böyle bir kavuşamama öyküsü mü etkili oldu, o ikiliyi düşündüğünüzde mi öyküye karar verdiniz? Yoksa kendiliğinden mi doğdu?
Kendiliğinden oldu. En son bu senaryoyu yazdım. Bence oyuncular önemli ama insan hep aynı filmi yapıyor. Bu filmde Türkan Şoray ve Kadir İnanır var ama ilk yaptığım filmdeki Zehra’yı görebiliyorsunuz. Oyuncular daha çok davranışlarda etkili olabiliyor. Ana gidiş sizin peşinde olduğunuz ya da takılıp kaldığınız şeylerdir; hayata dair, insana ve ilişkilere dair. Oyuncuların önemi bunu ete kemiğe büründürme becerileridir aslında.

Oyuncularla yeterli prova yapabildiniz mi? İkisinin de dizi çekimleri vardı...
Maalesef, doğrudan doğruya sahneler üzerinde yeterli çalışma yapamadık. Ama karakterler ve nasıl bir film olması gerektiği konusunda çalışmamız oldu. Çekimden hemen önce de sahneler üzerinde durduk. Bir de Şoray ile İnanır’ı bilerek yazdığım bir senaryo olmasının getirdiği ve onların oyunculuk anlayışlarını da bilmemden gelen bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Bir başka şey daha: Her şey Amasra’da olacağı, çok koşturmalı bir film olmayacağı için çekim sürecinde bile oyunculara yeterince hazırlanma süresi tanıyacağımızı düşünüyorum. Ben genel olarak çok ayrıntılı bir çekim senaryosu yaparım ve onu ekibe veririm. Burada girebileceğim kadar ayrıntıya girerim. Çekim öncesi onlarla konuşup gerekiyorsa değişiklik yapacak zamanı bulurum.

‘Bir filme seyirci hesabı yaparak yaklaşmak lazımmış’
1973-80 arasında TV dramaları çekerek yönetmenliğe başlayan Yusuf Kurçenli, ilk sinema filmi "Ve Recep Ve Zehra Ve Ayşe" ile beğeni topladı. 1987’de Türkan Şoray’ın başrolü üstlendiği "Gramofon Avrat" İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film seçildi. 1990 yapımı "Karartma Geceleri" ile En İyi Yönetmen dalında Antalya’da Altın Portakal, Adana’da Altın Koza kazandı. Bu film Venedik Film Festivali’nde de yarıştı. Son filmi "Çözülmeler" ise Kurçenli’ye 1994 yılı İstanbul ve Ankara film festivallerinin En İyi Yönetmen ödüllerini getirdi. O günden beri "Antika Talanı" belgeseli dışında setlerden uzak kaldı.

Bunca zaman sinemaya ara vermenizin nedeni neydi?
10 yıl önce bir romanı, Alev Alatlı’nın "Yaseminler Tüter mi, Hâlâ?" romanını film yapmak istedim. 1,5-2 milyon dolarlık bir bütçesi vardı. Bunun birazını buldum, bulamadım derken beni uzun zaman bloke etti. Hatta bu filmin doğmasının bir nedeni de "Şimdilik bunu bırakıyorum" dememdir.
İkinci neden belki daha önemli. Doğrusu ben sinemanın gişe hesapları karşısında ne yapacağımı bilmiyorum. İş yapmayı başaran filmler benim yapmak istediğim tarzda filmler değil. Başka türlü de başarılabilir izleyiciye ulaşmak. Bu film için bile 750 bin dolar gerekiyor.
750 bin dolar 750 bin izleyici demektir. Seyirci çekeceği varsayılan ya da çekmeyi başaran filmlerdeki unsurlar benim peşinde olduğum şeyler değil. Bu filmde ilk defa bir seyirci hesabı yaparak filme yaklaşmak gerektiğini görüyorum.

Tam da sizin az önce anlattığınız sebeplerle sinemaya ara verdiğiniz 1994 yılından başlayarak Türk sinemasında yeni bir kuşak oluştu. Uluslararası alanda da kabul gördü. Bu kuşağın filmlerini nasıl buluyorsunuz?
Ben niteleme sıfatlarından korkarım ama umut verici. Bu arkadaşların daha yetenekli olup olmamaları bir yana bizden fazla şeye sahipler. Miras yediler, Türk sinemasının biriktirdikleri bakımından. Türkiye’de şu anda sinema yapmak daha avantajlı.