Pazar “Twitter’a harcamadığım zamanı dizilere harcıyorum”

“Twitter’a harcamadığım zamanı dizilere harcıyorum”

27.04.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Ekranella’da televizyon eleştirileri yazan Perihan Mağden’in yeni kitabı “Tehlikeli Temayüller” çıktı. Mağden: “İfade özgürlüğünün bu kadar sınırlı olduğu bir ülkede siyaset yazıp bunun çilesini çekmek istemiyorum artık. İnsanların ne düşündüğünü merak etmiyorum. Belki de onun için Twitter’da yokumdur. Twitter’a harcamadığım zamanı televizyon dizilerine harcıyorum”

“Twitter’a harcamadığım  zamanı dizilere harcıyorum”

İçimden bir ses röportajı bitirince kendi kendime “Gördün mü hiç gerek yokmuş çekinmene, gayet iyi anlaştık işte” diyeceğimi söylüyordu. Haksız çıktı.
Perihan Mağden’le Everest Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Tehlikeli Temayüller”i konuşmak üzere çok güneşli bir pazartesi öğleden sonrası Arnavutköy’deki evinde buluştuk. Ne yazık ki röportajın oldukça gergin anları oldu.
Onunla dizilerden, ünlülerden, magazinden konuşmak en az Ekranella isimli blog’da yazdığı televizyon yazılarını okumak kadar keyifli. Ama insan onu karşısında bulunca daha başka şeyler de anlattırmak istiyor. Fakat onun, o gün ve belki de artık, kendisiyle ilgili sorulara tahammülü pek yok(tu).

“13 yıl süren köşe yazarlığım süresince başım beladan çıkmadı” diyorsunuz kitabın girişinde. Biraz huzur istediğiniz için bu işi bıraktığınızdan, aslında yazmanın sizin için bir bağımlılık olduğundan bahsediyorsunuz...

Ama öyle “Çıldırasıya yazmak istiyorum ama kendimi tutuyorum” gibi bir durum yoktu. Bu arada da iki roman yazdım zaten. Ben köşe yazarlığı yaptığım sırada çok “burnout” oldum, tükendim. Artık bu çileyi çekmek istemedim ve bıraktım. Bu kitaptakiler direkt siyasi olmadığı için bana çile getirmeyeceğini düşündüğüm, bu aralar kafamı meşgul eden konularda yazdığım yazılar...

Haberin Devamı

Meryem Uzerli’nin “tükenmişlik sendromu”na benzer bir tükenmişlik mi bu?

Evet. Hayat katlanılmaz hale gelmişti. Sabah korku içinde kalkıyordum; kim, benim için ne demiş diye... Bunu söylemeye benim hakkım yok gözükür herhalde çünkü en mütecaviz yazıları yazan bendim. Ama kendi eleştirimin hak olduğunu, başkası yapınca bunun banallik olduğunu düşünüyordum herhalde. Dikkat çekmek istemiyordum. Ben obsesif kompulsifim, bence otistik bir yanım da var; her şey hep çok düzenli, kontrollü olsun istiyorum. İstiyordum ki; beni sadece benim yazdığım gazetenin okuru okusun. Üslubuma sinir olan, aynı siyasi görüşü paylaşmayan okumasın...

Nasıl tepkiler alıyordunuz da böyle düşünüyordunuz?
İnsanlarla karşılaşmıyorum. Çünkü çok münzevi bir hayat yaşıyorum. Taksim’e bile yılda iki-üç kere iniyorum. Ama tepkilerini kestirebiliyorum.
Belki de onun için Twitter’da yokumdur. İyi de olsa, kims
enin ne düşündüğünü bilmek istemiyorum.

Haberin Devamı

“Elinin körü için yazdım!”

Kitapta siyaset yok. Siyaset yazmak keyif vermiyor mu artık?

Vermiyor. İfade özgürlüğünün bu kadar sınırlı olduğu bir ülkede siyaset yazıp bunun çilesini çekmek istemiyorum artık. Türkiye’de sürekli siyasi görüşünü açıklamak zorundasın. Çok can sıkıcı.
Sen de şimdi bana savunma yaptırıyorsun neden siyaset yazmadığıma dair.
Ben çile çekerken sen herhalde beşiğinde falandın. Şimdi kızım yaşında bir çocuğa nefes nefese kalarak niye bu kitabı yazdığımı savunmam gerekiyor:
Elinin körü için yazdım!

Kitaptaki konulardan devam edelim o zaman, sizin için de uygunsa... Küçük çocuğu olan annelerle ilgili çok ilginç yazılar var. Kızınız artık bir yetişkin, çok az insanla görüşüyorum dediniz. “Bu aralar kafanızı meşgul eden konular” arasına nasıl girdi bu konu?

Merihli olduğum halde Dünya’ya ışınlandığım zamanlarda insanları gözlemliyorum! Taksim’e inmiyor
olsam da insanlıktan kopuk değilim.

Anne olduktan sonra karakterini yeniden, tamamen bunun üzerine inşa eden kadınlardan söz ediyorsunuz. Buradan yola çıkarak ünlü anneleri değerlendirir misiniz; Tuba Ünsal, Demet Akalın, Ayşe Kucuroğlu...

Hiçbirini çok iyi bilmiyorum çünkü şimdiki magazin ünlüleri yeterince ünlü değiller. Sibel Can, Hülya Avşar gibi gündemi belirleyen meşhurlar yok artık. Meryem Uzerli, Beren Saat, Tuba Büyüküstün gibi yeni nesil ünlüler başka bir sosyal statüden geliyorlar ve magazinle eskisi gibi içli dışlı değiller.

Bir Hülya Avşar çıkmaz mı artık?

Çıkmaz. Amerika’da da çıkmıyor. Gençler kendilerini ortalara atmıyor.
Bir tek Meryem Uzerli istisnai bir şey yaptı; Ayşe Arman’a hepimizi mahveden bir röportaj verdi. Kızıma zorla okuttum
o röportajı. Samimi bir kadın Türkiye’de bir playboy’la ilişki yaşamaya kalkınca ne kadar acıklı şeyler yaşanabileceğini gösteriyordu. Almanya’da büyüdüğü için bizim muhtelif sahtekarlıklarımızla, Türklük halleriyle başa çıkamadı Meryem.

Haberin Devamı

Acaba ne yapacak şimdi?

Bence Türkiye’ye dönecek. Tipi, konuşması Almanya için çok sıradan.

Türkiye’ye döner ve rol aldığı dizi tutmazsa çok üzülmez miyiz?

Çok üzülürüz. Bir diziye en fazla
15 dakika şans tanıyoruz ama ona yazacağımız çek fazla olur, mutlaka ilk beş bölümü hepimiz izleriz.

Haberin Devamı

Kıvanç Tatlıtuğ’a yazacağımız çek de epey fazla ama o da bir işe yaramadı sanki... Dizisi “Kurt Seyit ve Şura” için çok iyi yorumlar yapılmıyor...

Bence de olmadı o dizi. Hikayenin Rusya’da geçmesi soğutma büyüsü gibi bir şey oldu. Bir de şu var; “Kuzey Güney”deki Cemre’yi oynayan Öykü Karayel de başta Kıvanç Tatlıtuğ’a yakıştırılmamıştı ama giderek bizi kendine bağladı. Farah Zeynep Abdullah ise bağlayamadı.

“Halbuki çılgınca beğendiğim insan da çok var”

Ne zaman bir yerde adınız geçse, cümlenin bir yerine “sivridilli” ifadesi eklenir. Ne hissettiriyor bu?

Çok sinir bir ifade olduğunu düşünüyorum.
Gıcık, agresif kadın demenin başka bir şekli... “Herkese o kadar hakaret ediyor ki onun birinden bahsetmemesi övgü sayılmalı” da diyorlar. Halbuki çılgınca beğendiğim çok insan var. Övgüde de sınır tanımıyorum. Mesela Hazal Kaya öyle güzel bir kız ki insan bakmaya doyamıyor. Serenay Sarıkaya da öyle... İnanılmaz cilveli. Neredeyse insanın yüzü kızarıyor ona bakarken... Müstehcenliğin sınırına geliyor, orada duruyor.

Haberin Devamı

“Sanat filmi yönetmenleri kadın düşmanı”

Günde kaç saat televizyon izliyorsunuzdur?

Çok. Twitter’a harcamadığım zamanı televizyon dizilerine harcıyorum. Gündüz
hiç sevmiyorum ama prime time’da seyrettiğim iki dizi var: “Medcezir” ve “Muhteşem Yüzyıl”. Yabancı dizilerden de “Big Bang Theory”, “Two Broke Girls” ve “Girls” izliyorum.

“Medcezir”de Serenay Sarıkaya çok başarılı bulunuyor...

“Kurt Seyit”te o oynasaydı, alır götürürdü işi. Marilyn Monroe gibi, Türkan Şoray gibi
kameranın âşık olduğu kadınlardan biri.

“Sinemada kadın hikayesi yok, şahane kadınlar harcanıyor”

Onun gibi genç, başarılı oyuncuları sinemada pek göremiyoruz ne yazık ki...

Bu çok üzücü. Artık yönetmenler kadınlarla ilgili değiller. Hele sanat filmi yönetmenleri çok ciddi kadın düşmanı. Niçin Hazal Kaya’nın kadın hikayesiyle başrolde olduğu bir filmde seyretmeyelim? Kadın üzerine hikaye yok ve bu şahane kadınlar harcanıyor. Kör kızı iyi eden adam rolündeki Uğur Yücel’in kör kızı Beren Saat’e oynatması bir şey ifade etmiyor çünkü oradaki de kız üzerine kurulu bir hikaye değil. Hollywood için derler “40 yaşından sonra kadınlara doğru düzgün rol yazılmaz” diye ama hiç olmazsa 40’a kadar yazılıyor orada. Bizim sinemamızda kadının ismi de yok, cismi de... Ancak jönlere refakat edebiliyorlar.

Belki de o yüzden bu kadar çok dizi oyuncusu tiyatroya yöneldi son birkaç senedir...

Çok doğru söylüyorsun. İçlerinde kalan sanat yanını tatmin etmek için tiyatro yapmaya çalışıyorlar. Bu da çok asil bir davranış.

“Artık çekirdek yer gibi boşanıyorlar”

Dizi yazacak mısınız?

Onun için prodüktörlerle geçinmen lazım. Benim kadar geçimsiz biri için biraz zor. Ayrıca çok sosyal bir hayat gerekiyor onun için. Ben çok, çok az insanla görüşürsem mutlu olabiliyorum.

Bir de birkaç bölümden sonra kaldırılma meselesi var, o da sizi uzak tutan sebeplerden biri olabilir mi?

Onu düşünmek bile istemem. İntihara götürebilir insanı.

Röportaj yaptığım her oyuncuya soruyorum “İkinci bölümde kaldırılma ihtimali varken nasıl hazırlanıyorsunuz diye”, aklım almıyor...

Sen de tam bir moral bozma kraliçesiymişsin. Ya tutarsa diye girmek zorundalar. Hazal Kaya’nın bahtsızlığını düşünsene...

Nurgül Yeşilçay’ın da başına gelen aynı şey...

Zirvedeyken inzivaya çekilmek zorunda kaldı.

Yeni nesil ünlüler konusuna geri dönecek olursak; bu kadar haza hanımefendi olmaları iyi bir şey mi? Biri bari biraz çılgın olsa, Müjde Ar’lık yapsa fena mı olur?

Belki sinemada teklif gelse yapacaklar. Özel hayatta hep
çok dikkat etmek zorundalar. Magazin bir ara Beren Saat’e takıktı, hatırlıyor musun? Ne zaman bir reyting makinesi oldu, feci derecede yüksek paralar kazandı ve de Kenan Doğulu’yla çıkmaya başladı, yakasından düştüler. Siyasetteki tercihlerimiz gibi meşhur tercihlerimiz de... Ne kadar güçlü, zengin ve reytingi yüksekse o kadar tapılıyor. Yeni nesil oyuncuların seviyesi değişti, magazinciler aynı kaldı.

“Evlilik özgürlük elde etme aracı”

Yeni nesil magazinciler nasıl olmalı?

Üniversiteli, magazine hayran genç çocuklardan yapmak lazım magazincileri. Ekranella’da genç bir çocuk var; Bağlan Keskin. Psikoloji okumuş, dizilere aşırı derecede düşkün. Moda biliyor, yabancı artistleri biliyor, dekor biliyor. Böyle birinin yapacağı magazin, magazinde çığır açar.

Peki magazinin sınırı ne olmalı? Mesela siz, magazin gazetecilerinin sizi nasıl görüntülemesinden hoşlanmazsınız?

Yine beni objeleştiren bir soru...

Okan Bayülgen özellikle evinin çevresinde magazinci görmekten hoşlanmadığını söylemişti...

Magazincilerin, ünlülerin çocuklarını göstermeye hakları yok bence. Kızımın resmi görünseydi çok bozulurdum.

Ama özellikle çocuğunu teşhir etmeyi tercih eden hatta biraz da bunun için birden fazla çocuk yapanlar bile var galiba...

Bence beraberliğinden emin olan kadın mutlaka ikinci bir çocuk yapıyor. Ayrılırım diyorsa tek çocukta kalıyor.

Benim neslimdekiler evlilik kararını çok kolay alıyor. Boşanmaktan, bizden bir önceki neslin korktuğu kadar korkmadıkları için belki de... Onlar da tek çocukta kalacak
o zaman çoğunlukla...


Kesin. Çünkü dediğin gibi boşanmayı hayatın bir parçası diye görüyorlar. Bir zamanlar en büyük facia insanın yuvasının yıkılmasıydı. Şimdi çekirdek yer gibi boşanıyor insanlar.

O yüzden arkadaşlarıma evlenmeden önce “Emin misin?” konuşması yapıyorum ben...

Aa, sana mı kaldı? İnsanlar zaten çok eften püften nedenlerden evlenir, karışmamak lazım. Birçok kadın, kadın arkadaşları yüzünden evleniyor; “Bu herifi kafeslemeyi başardım” demek için. Senin yaşındaki kızlarda bir de şu var; 30’uma kadar evleneyim, bir tik koyayım diye düşünüyorlar. Evlenecek böylece loser olmayacak, aile baskısından da kurtulacak, boşanırsa da istediği gibi fink atabilecek. Koşa koşa evleniyorlar, koşa koşa da ayrılacaklar bence. Ama onları da anlamak lazım; özgür bir genç kadın olarak yaşama hakkını elde etme aracı onlar için evlilik.

“Zeki Müren’e âşık olan bir kadının hikayesini yazacağım”


Yeni kitabınız için çalışmaya başladınız mı?

Bunu bitirdim, yenisine başladım. Daha neler...
Tabii ki yok.

Bir tane bile sizinle ilgili bir soru soramayacak mıyım?

Başlamadım, öyle hop diye başlayamıyorum ben. Hiç roman yazasım yok, birkaç yıl yazmam gibi geliyor. Ama şoking bir şey söyleyeyim, beni tiyatro düşmanı kabul edenler şaşıracaklardır herhalde, çok, çok, çok sevdiğim bir oyuncu için bir oyun yazmayı düşünüyorum. Noterden taahhüt vermiş gibi oluyor insan röportajda söyleyince... Artık mutlaka yazmam lazım, mahvoldum.

Hangi oyuncu için?

Zerrin Tekindor. Dünya çapında bir oyuncu bence. “Aşk-ı Memnu”daki Matmazel’den “Kuzey Güney”deki mahalle kuaförüne geçişi inanılmazdı.

Oyunun konusu ne?

Bir arkadaşımın halasının hayat hikayesinden yola çıkarak yazacağım bir hikaye. Adı da “Bu Aşk Sayenizde Zeki Bey”. Zeki Müren’e âşık olan bir kadının hikayesi.
O kadar acıklı bir konu ki gebermem gerekecek yazarken. O yüzden masanın başına oturmaktan çok korkuyorum. Bari yaz geçsin...

Yazı çok mu hareketli geçireceksiniz peki?

Anadolu’nun bütün tatil köylerini, diskolarını gezeceğim. Hayır tabii ki! Ama en azından deniz kenarında kitap okurum
huzur içinde.