Pazar Üç-beş yaşında tanıklar

Üç-beş yaşında tanıklar

20.04.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

İşçi sağlığı

Üç-beş yaşında tanıklar



     

     İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Cumhuriyet Türkiye’sinin değişimlere gebe olduğu yıl olan 1945’te Ankara Tıp Fakültesi’ne kaydolur Engin Tonguç. Henüz 17 yaşındadır: "Fakültenin ilk senelerinde öğrenimin yanı sıra politika da büyük ölçüde işin içine karıştı. Birçok genç gibi ben de işte Marksizm, sağcılık, solculuk konularını merak ediyordum. Bu arada Denizciler Caddesi’ndeki eski bir Ankara evinin alt katında (Türkiye) Gençler Derneği kuruldu. Kurucuları arasında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğrencileri ve onların hocaları, Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav vardı. Sınıftan iki arkadaşımla beraber, ben de o derneğe kaydoldum. Çocuk Hastalıkları Kliniği’nde baş asistan olan Ceyhun Atıf Kansu da bize katıldı. Dernekte, teorik tartışmalar yapan arkadaşlardan farklı olarak biz tıbbiyeliler, dernek adına Altındağ semtinde, gecekonduda yaşayanlara ücretsiz sağlık hizmeti vermeye karar verdik ve orada çalışmaya başladık."
     
     Cadı kazanı: DTCF
     Ankara’da farklı siyasi görüşlerin alanlara inmeye başladığı günlerde, 27 Aralık 1947 günü Ulus semtinde başlayan mitingin ardından kalabalık, DTCF’ye doğru harekete geçer: "Bu gençler rektörün odasına girerek, rektörü hırpalayıp istifa etmesini istediler ve zorla bir istifa mektubu imzalattılar kendisine. AÜ rektörü benim eniştem olan Nafi Atıf’ın kardeşi, Profesör Şevket Aziz Kansu’ydu. İlk kez serbest seçimle başa gelen Şevket beyi linç edilmekten son anda, resmi görevliler kurtardı. O günlerde ‘solcu’ öğretim üyelerinin üniversiteden atılması için CHP ve Milli Eğitim Bakanlığı girişimlerde bulunuyordu. Ve aslında tertibin tamamen Halk Partisi’nin birtakım milletvekilleri tarafından yapıldığı herkesin bildiği bir gerçekti. Bir taraftan da iktidar tarafından üniversite reformu adı altında yeni bir üniversite kanunu çıkarılmıştı… Genç kalabalık oradan bizim (Türkiye) Gençler Derneği’nin Denizciler Caddesi’ndeki merkezine geldi. Orayı tahrip ettiler. Birtakım kitaplar sokaklara atıldı. Hatta Larus (Larousse) Ansiklopedisini bulan birisinin ‘İşte Rusların kitabını buldum’ diye bağırdığını yazdı gazeteler... Ve dernek kapatıldı. Sağlık istasyonumuz da kapandı ardından. Buna en çok üzülen karşımızdaki kahveci oldu. İstasyonu gözetlemekle görevli sivil polisler sabahtan akşama kadar oturup orada kahve-çay içerlermiş. Tabii kahvecinin kazancı kesildi."
     
     Biz de lekeleneceğiz!
     "Bu hava içerisinde benim fakültedeki durumum değişik bir şekil aldı. Okulda militan bir sağ kesim de vardı. Hatta onların bir kısmının o zaman polisten para alarak bizi (solcu öğrencileri) izledikleri söylenirdi. Ve bu olaylar nedeniyle ‘fişlendik’. Hiç unutmam bir arkadaşım beni bir kenara çekti, ‘Seninle bundan sonra konuşamayacağım. Çünkü çekiniyoruz. Biz de lekeleneceğiz’ dedi. Tamam dedim hiç sorun değil, bu arada kendi kendime bir karar verdim, iki-üç arkadaşım dışında kendimi sınıfta izole ettim. Böyle bir yalnızlık içersinde Tıp Fakültesi’ni tamamladım." 1946 seçimlerinden sonra CHP içinde değişen dengeler sonucunda Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bakanlıktan, Engin Tonguç’un babası İsmail Hakkı bey de genel müdürlükten ayrılır. "Ve bizim evin etrafında da birtakım garip adamlar dolaşmaya başladı. Kimi simitçi, kimi boyacı pozunda… Adamakıllı bir baskı uygulanmaya başlandı. Telefonlar dinleniyor, mektuplar açılıyordu."
     
     Hitler’den kaçan Alman hocalar
     Tıp Fakültesi’nden mezun olan Engin Tonguç öğrencilik yıllarında tanıdığı Alman hocaların da etkisiyle eğitimine yurtdışında devam etmeye karar verir: "İlla ki Almanya’da uzmanlık öğrenimi yapmayı kafama koymuştum. Kendi paramla gidecektim. Devletten bir şey istemiyordum. Fakat o günkü bürokratik kurallara göre yine de Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izin almamız gerekiyordu. (Türkiye) Gençler Derneği olayı ve ‘Tonguç’ soyadı bir araya gelince bu izni bana vermediler."
     
     (Türkiye) Gençler Derneği’ne kayıtlı olan genç tıbbiyeliler Ankara’nın Altındağ semtinde bir sağlık merkezi kurarlar: "Altındağ’da bir gecekondu kiralandı. O semtte yüzlerce çocuğa ücretsiz baktık. Aşı yaptık. Ceyhun ağabey de çocukları muayene eder, reçetelerini yazardı. Daha sonra dernek kapatılınca orada çalışan bütün arkadaşlar solculukla suçlandı ve mahkemeye çıktılar. Ve birçoğu da uzun yıllar hapis yattı. İki arkadaşım da Tıp Fakültesi’ni bırakmak zorunda kaldı. Sadece ben devam edebildim. Savcılar, burada propaganda yaptılar savıyla hasta kayıt defterini mahkemeye götürmüşler. Ondan sonra bakmışlar ki kiminin yaşı üç, kiminin beş, kiminin altı. Hakimler "Böyle saçma şey olmaz, bunların hepsi çocuk" demiş.
     
     "1977 yılında iki tane meslek hastalıkları hastanesi açıldı. Ama bu hastaneleri oradan oraya naklettiler. Ve son olarak da Yaşar Okuyan’dan sonra gelen bakan, meslek hastalıkları hastanesini kaldırdı. Çünkü sendikalar bu işle ilgilenmiyorlar. İşçiden bir istek gelmiyor. Askeri darbeler nedeniyle sendikaların gücü azalmış durumda, eskisi gibi değil. Avrupa’da işçi sağlığı konusu sendikaların baskısıyla gelişmiştir. Biz de sendikalar daha çok ücret ve toplu sözleşme sendikacılığı yapıyor. O toplu sözleşmelerde de sağlıkla ilgili maddeler hemen hemen hiç yoktur."
     
     "1945’te, Ankara Tıp Fakültesi’ne girdim. Aslında mimar olmak istiyordum, tıp hiç aklımda yoktu. Fakat liseyi bitirirken hastalandım. Sınavlara giremedim, bütünleme sınavına kaldım mecburi olarak. İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nin kayıtları kapandı. Sene kaybetmeyeyim diye, Ankara’da yeni bir tıp fakültesi açılmıştı, oraya gittim. Orada Ceyhun ağabeyin biraz rolü var, ondan da etkilenmiş olabilirim tıbba yönelmekte.
     Çünkü o hep şunu söylerdi: ‘Tıp öyle uzaktan gözüktüğü gibi sadece insanları tedavi etmek, ilaç vermek yahut ameliyat yapmak değildir. Eğer insanları, toplumu hatta tüm evreni anlamak istiyorsan, tıp bunun için en iyi bilimdir.’ Çok geniş bir açıdan tıbba bakardı… Raslantılar, ülkemizde insanların hayatını yönlendirmekte, kurallardan daha fazla rol oynamaktadır…"
     

     Aşçı kadrosunda hekimlik
     Askere gitmeye karar verir Tonguç. "Yedek Subay Okulu’nu bitirdikten sonra kura Ankara Ordu Donatım Ana Tamir Fabrikası’na çıktı. Ve orada yedek subay fabrika doktoru göreviyle işe başladım. Bu fabrika o günlerde milli savunma açısından çok önemliydi. Amerikan yardımının devam edebilmesi için gelen Amerikan askeri araç-gereçlerinin bakımı, tamiri bu fabrikada yapılıyordu. İşte orada ‘raslantı teorisini’ doğrulayan bir olay oldu. Fabrikanın müdürü olan bir binbaşı vardı. Beni çağırdı ve bana işyeri hekimliği, meslek hastalıklarıyla ilgili kitaplar verdi. Hâlâ kendisine çok şey borçlu olduğumu düşünürüm. Orada çalıştığım sürece en ideal şekilde bir iş yeri hekimliği yaptım." Askerliği bitmesine karşın bir yıl daha fabrikada kalır ve aşçı kadrosunda işyeri hekimi olarak çalışmaya devam eder Tonguç: "Benim açımdan çok yararlandığım bir doktorluk yaptım. Çünkü yalnız fabrika içinde değil, fabrikada çalışan işçilerin aile ve çocuklarını muayene etmek üzere evlere de gidiyor, gecekondu gerçeğini en iyi şekilde tanıma olanağını buluyordum. Bence bir hekimin tıp fakültesini bitirir bitirmez akademik kariyere girmesi doğru değil. Mutlaka ona başlamadan evvel bir genel pratisyenlik yapmalıdır." Bir süre sonra tekrar yurtdışına gitmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruda bulunur Engin Tonguç: "Bu defa izin verdiler. Almanya’da gittiğim Hamburg Tıp Fakültesi’nde uzmanlık eğitimi aldım… Dört buçuk yıl sonunda Türkiye’ye döndüm, döndüm değil döndük. Çünkü eğitimim sırasında oraya uzman olarak gelen eşimle tanıştım ve Almanya’da evlendik, onunla beraber döndük."
     
     Yoksul Anadolu’dan uzak
     Türkiye’ye döner dönmez, Ceyhun Atıf Kansu’nun yardımıyla Amasya Şeker Fabrikası’nda eşiyle birlikte iş bulur Engin Tonguç. 1958’den 1960’a kadar Amasya Şeker Fabrikası’nda doktorluk yapar. Çevrenin baskısıyla, Müstesna hanımla birlikte muayenehane açarlar ama kısa bir süre sonra pek de taraftar olmadıkları bu çalışma biçiminden tümüyle vazgeçip fabrikanın hastanesinde tam zamanlı olarak çalışmaya başlarlar: "Tabii şeker fabrikaları gibi fabrikalar bütün sosyal kuruluşları; lojmanları, misafirhanesi, eğlence olanaklarıyla sanki böyle Avrupa’dan çıkarılıp da getirilip oraya monte edilmiş gibi son derece uygar parçalardır. Ama çevreyle bağlantıları yoktur. Yani tamamen kapalı, izole bir yaşam ama onun dışına çıktığınız zaman, işte o bildiğimiz yoksul Anadolu... Bizim açımızdan bu eksikliği bir dereceye kadar giderme olanağı vardı, dışarıdan hasta bakılabiliyordu çünkü."
     
     Köy Enstitüleri’ni anlatabilmek
     "Evet 60’lara geldik. 27 Mayıs hareketi oldu. Ondan bir ay sonra babam öldü. Babam ölünce, biraz da annemin ısrarıyla Ankara’ya dönmeye karar verdik. Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda yani eski Köy Enstitüsü’nde ve yine askeri bir fabrikada iş buldum... Ve başlangıçta 1960’tan sonra nasıl bir iktidarın geleceği de belli olmadığı için acaba Köy Enstitüleri yeniden kurulabilir mi umudu doğmuştur. Ve ilk genel seçime kadar o umut sürmüştür. O günden bugüne bu deneyimi (Köy Enstitüleri) gelecek kuşaklara doğru anlatabilmek, babamdan kalan belge ve bilgileri doğru aktarabilme olayı ortaya çıkmıştır. Ve bütün çabamız yıllardır buna yönelik olmuştur."
     
     SSK dönemi
     Engin Tonguç kendi deyimiyle "düzeltilmiş" ve artık Köy Enstitüleri’nin misyonuyla ilgisi kalmayan Hasanoğlan Öğretmen Okulu deneyiminin ardından 1964’te Sosyal Sigortalar Kurumu Ankara Ulus Hastanesi’nde İç Hastalıkları Uzmanı olarak çalışmaya başlamıştır. Tonguç bu tarihten başlayarak 1980 yılına kadar geçen yıllarını SSK çatısı altında meslek-iş hastalıklarıyla ilgili birimler kurmaya ve bu konuda çalışmaya ayırır: "Tam o sırada Çalışma Bakanlığı’nın kurmakta olduğu İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Merkezi diye bir merkez ortaya çıktı. SSK olarak biz de onlara paralel, aynı yerlerde meslek hastalıkları hastaneleri açmaya yönelik bir proje götürdük... O arada 1978 yılı geldi, iktidar değişti. Ecevit hükümet kurdu. Halk Partisi’ne benim yakınlığım vardı. ‘Sosyal Sigortalar Kurumu’nda yönetim görevi alır mısın?’ diye öneriler gelmeye başladı. Sadece bu işyeri hekimliğini ve meslek hastalıkları olayını geliştirebilmek için ben "Tamam" dedim. Ve beni SSK genel müdür yardımcısı yaptılar. O arada da benim istediğim bütün kararları iki ay içerisinde yönetim kurulundan çıkarttım." Ancak işler istenildiği gibi gitmez ve Ecevit hükümeti istifa eder. Bu gelişme üzerine Engin Tonguç da istifasının ardından emekliliğini ister.
     
     Emeklilik ve İzmir
     "1980’den sonra emekli olup İzmir’e yerleşince büyük boşlukta kaldık. Bir süre sonra yine rastlantı sonucu Tabipler Birliği’nde Nusret Fişek ile çalışma olanağını buldum. 1983’te başladık. Bugüne kadar da devam etmiştir o çalışmalar. Bana göre Türkiye’deki sağlık hizmetlerine çözüm getirmiş olan kişidir Nusret Fişek. Ne yazık ki söyledikleri uygulanmamış, yarım bırakılmıştır. Ayrıca Fişek’in TTB başkanlığına gelmesiyle, birlik bir başka anlam kazanmıştır. Oğlu Burhan Fişek’in de büyük rolü olmuştur. TTB’de iş yeri hekimi yetiştirme kursları açılmıştır, on binlerce kişi o kurslardan geçmiştir. O kurslarda ben de yıllarca öğretici olarak çalıştım. Ve bu hava içerisinde emeklilik yaşamımızı anlamlandırarak, hiç olmazsa kendimizi tam anlamıyla gereksiz insanlar sayma kompleksine düşmeden emekliliğimizi geçirmeye çalışıyoruz…" n
     (*)1948 DTCF Tasfiyesi’yle ilgili daha detaylı bilgi edinmek isteyenler için Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıkan Mete Çetik’in hazırladığı "Üniversite Cadı Kazanı" kitabını öneriyoruz...
     
     
     Proje kapsamında,
     Antakya, Mersin, Çanakkale, Edirne’den köylü, çiftçi, ev kadını, girişimci gibi farklı gruplardan 70 yaş üstü kişilerle görüşmek istiyoruz…
     Bu kentlerin belediyeleri, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri…Projeye katkılarınızı bekliyoruz…
     
     Ceren Lordoğlu (clordoglu@tarihvakfi.org.tr),
     Tûbâ Çameli (tcameli@tarihvakfi.org.tr)
     Filiz Öğretmen (fogretmen@tarihvakfi.org.tr)
     temasa geçmeniz yeterli.
     Telefon: (0212) 327 86 58
     Faks: (0212) 227 37 32
     
     www.tarihvakfi.org.tr
     
     GELECEK HAFTA: ENGİN TONGUÇ
     GELECEK HAFTA: İktisat Fakültesi’nin ilk kız öğrencilerinden MELİHA TURKAN