Pazar Ünlüler fotoğrafları, fotoğraflar Türkiyeyi anlatıyor

Ünlüler fotoğrafları, fotoğraflar Türkiyeyi anlatıyor

19.10.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gazeteci Serdar Turgut yaklaşık 10 ay önce Hürriyetin arşivine indi. Niyeti tüm fotoğraf arşivini taramaktı ama kendi deyimiyle yüzde 15ini ancak bitirebildi. Fotoğraflar arasından 62 tanesini seçti. Sanat, medya ve iş dünyasından tanınmış ve başarılı 59 kişiye birer fotoğraf yolladı, üçünü de kendine aldı. İstediği şuydu: Hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bu fotoğrafa bakın ve size ne anlattığını istediğiniz uzunlukta yazın.

Ünlüler fotoğrafları, fotoğraflar Türkiyeyi anlatıyor

Bu fotoğraflar ve onların yazıları "Fotoğrafların Anlattıkları" adlı kitabı oluşturdu. Doğan Kitapçılık tarafından yayımlanacak kitap, okurla 26 Ekim Pazar günü İstanbul Kitap Fuarında buluşacak. İşte paşam Türkiye Hıncal Uluç Bayram izcisi olurduk, izciliğin ne olduğunu bilmeden... Yerli mallar haftası yapar, yerli malı türküleri söylerdik mesela, ortada zaten yabancı hiçbir şey satılmazken... Bir spor yasamız vardı, tam faşist Almanyadan alınma, ama aslında günümüzün de çok ilerisinde... Asla uygulanmadan yürürlükten kaldırılan. Uygulasak Türk sporu bugün her dalda dünyayla yarışıyordu. Türk insanı en sağlıklı uluslardan birinin bireyiydi.Beş yüz kişiden fazla adam çalıştıran her kurumun spor tesisi olması zorunluluğu mesela... Ne yaparsan yap, ama bu insanlara bir sporu yapma fırsatı ver, yasasıydı bu... İşyerlerinde, fabrikalarda, gene Nazi Almanyasından mülhem jimnastik paydosları verilmesi şarttı. Hiçbiri uygulanmadı. İnsanlar her yaşta sağlık için spor yapmaya teşvik edildiler, ama bayram izciliği gibi, işte aynen böyle göstermelik fotoğraflarla yetinildi... "Bakın paşam emriniz nasıl yerine getirildi" fotoğrafı... Jimnastik de, dört sayıyla kolları indir kaldır İsveç jimnastiği... Yıllarca ve hâlâ gençlik 19 Mayıslarda spor diye bu komikliği yapıyor...Yıllar yılı, faşizmin pek çok rezil uygulamasını, gizli açık yürüttük de, asıl işe yarayacak yanlarını, üstelik yasa da çıkardığımız halde, nasıl gömmeyi başardık, bilemiyorum... Galiba hiçbir zaman da bilemeyeceğim. Kaç yılında çekilmiş bilmem... Ama benim çocukluğumda, bazıları bugün dehşetle anılan Nazi Almanyasından örneklenen toplumsal yönlendirmeler vardı. Bir "zirve" olarak "Civciv Çıkacak, Kuş Çıkacak" Ünsal Oskay Bu "zirveden" önce Yesari Asımlar, Münir Nurettinler vardı. Gazino musikisinde bile düzgün bir kılık kıyafet ve toplumu "adam olmaya" heveslendiren bir edep erkan vardı. Tiyatrolar, operalar "adam olmak" isteyenler için yararlı sayılan kuruluşlardı. "Zirve"nin az öncesinde ve sonrası ända bunlar değişmiştir. "Zirve"den önceki yıllarda, örneğin değerli arkeoloji hocamız Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesindeki Arkeoloji Bölümünün toplumca tanınması ve itibar kazanması için seçkin ailelerin iyi eğitim görmüş güzel kızlarını bu bölüme almaya çalışmışken, "zirve"nin sonraki döneminde güzel kızları cezbeden iş alanları çok değişmiştir. Paranın üretip imal etmeye dayanan sebat, çalışkanlık ve alın teri dökmeyi gerektiren yollardan çok, toplumun geniş kesimlerinden siyasal iktidar aracılığıyla gerçekleştirilen avantacı (rantçı) yollarla elde edilmesinin revaç bulması, güzelliğin de alan ve el değiştirmesine yol açmaya başlamıştır. Önemli olan yan ise, bunun, toplumun "gelenekçi" denilen kesimlerde yer alan aileler için de giderek başarılı olunuyorsa ve paraya erişmeyi sağlıyorsa "meşru" sayılmaya başlamış oluşudur.Toplumumuzun musikideki durumuna bakın, işsizlik sorununa bakın, dış borçlarımızın durumuna bakın, gündelik hayatta birbirimize davranış biçimlerimize bakın "Civciv Çıkacak, Kuş Çıkacak" filminin neden bir "zirve" olduğunu göreceksiniz. Öncesini de, sonrasını da görebileceğimiz bir "zirve". "Civciv Çıkacak, Kuş Çıkacak" filmi, üzerinde durulduğunda nereden geldiğimizi de, nereye gitmekte olduğumuzu da görebileceğimiz bir "zirve"ydi. Ece Aksoy Amerikan kültür emperyalizminin ülkeyi ağına düşürmeye başladığı yıllar. Marshall Planı yılları. Be-bop, garden rti, James Dean, Pall Mall sigarası yolları. Hulahup çevirmenin, tost yemenin, kendini sürekli bir film yıldızı gibi hissetmenin, çok eğleniyor gibi yapmanın, görünür alana yeni yeni taşınmaya başlayan üst-orta sınıfa, onları kurtaracak Amerikan yaşam tarzının davranış kalıpları olarak sunulduğu yıllar. Onun çocukluk yılları. Annesinin leopar desenli kemik tokalı bikinisiyle, radyoda her çalan müzikle o yaşlı ve çirkin adamlar karşısında hulahup çevirmesini anlamazdı. Babaannesinin bahçesinde manolya ağacının serin gölgesinde oturmak varken. Annesinin güzelliğini beyaz saçlı timsahlarla paylaşmaktan, kurabiye torbasına dolan kumlardan, güneşin yaktığı omuzlarının acımasından, annesinin oynamasından, herkesin sürekli kahkaha atmasından, bacağına damlayan sıcak koladan nefret ediyordu. Selim İleri Önce çocukluğum, aşure dendi mi, başka ne olabilir; çocukluğumun sevinçlerinden biriydi aşure. Niye her zaman kotarılmazdı da, ille belli bir zamanlar gereksinilirdi?Öylesine yıllar öncesi ki, bu soruyu yanıtlayacak kimsem kalmadı. Aşure şimdi buruk tat...Hemen ardından yine çocukluğumun Adapazarı düğünleri. Büyük teyzemin ya kızlarından biri ya da oğlu evleniyor. Gerçi Adapazarında düğünlere gidişlerimiz yediyi, sekizi aşar. Yazlara rastlayan bu düğünler için, aynı mevsim, Adapazarına iki kez, üç kez gittiğimiz olmuştur.Hanımların kavalyesiz danslarını ben Adapazarında görmüştüm. Çok şaşırmıştım. Biraz da hüzün vermişti. Dansın uçarılığını, romansını kesintiye uğratan bir yalnızlık sanki... Ama Arjantin tangosu da başlangıçta erkek erkeğeymiş, öyleyken daha sert, daha isyankarmış...Düğündeydik, dediğim gibi Adapazarında. Beyler hanımları dansa kaldırmışlardı. Ne var ki, hanım hanıma dansa kalkanlar da oluyordu. Onların kocaları yok mu, diye düşündüğümü anımsıyorum. Onları hayatta yalnız hissetmiştim. Evliliklerin de yalnızlık olabileceğini bilmiyor, sezmiyormuşum... "26 Şubat 1976. Türk Kadınlar Birliği, Gümüşhane Şubesinin düzenlediği Aşure Günü..." "Yazarlara fotoğraflar hakkında bilgi vermedik" Önemli bir eksiğimiz var. Fotoğrafı çekenlerle ilgili bilgi yok. Fakat bu tamamen teknik bir hadise. Fotoğraflar arşivlenirken fotoğrafı çekenlerin ismi konulmamış, bulmak da imkansız. Her seçilen fotoğrafı tek tek araştırmak gerekiyor. O dönemdeki şefini bulacaksın, şef kimin çektiğini hatırlayacak... Çok azında fotoğraf imzası vardı ve kimine koyup kimine koymamak da tuhaf kaçacaktı. Kitabı görenler gelip "Bu fotoğrafı ben çektim" desinler. Yeni baskılarda bu durumu telafi edeceğimizi düşünüyorum. Açıkçası fotoğraf seçimi çok subjektifti. Bana güzel gelenleri seçtim. Haberin ana fotoğrafı olmayan, kıyıda kalmışları aldık. Sonra hiçbir şey söylemeden, fotoğraf hakkında hiçbir bilgi vermeden insanlara gönderdik. İnsanlar zorlansın, fotoğraf kendini anlatsın istedik. Toplumun her yönünden gelmiş, mesleklerinde başarılı isimler yazsın istedim. Sanat, iş ve medya dünyasından bir yelpaze oluşturdum. Teklif ettiğim bazı insanlar reddettiler. Bir kısmı editör ben olduğum için reddetmiş olabilir. Daha önce yazılarımda polemiklere girdiğim insanlara da yolladım. Tartışmış olsak da fikirlerine kıymet verdiğim insanlardı bunlar. "Serdar Turgut beni kırmıştı" gibi şeyler söylediler. Olsalardı iyi olurdu ama olmamaları kötü olmadı. Sonuç beklediğimden iyi. Bu fikri Vuslat Doğan Sabancı hanım ortaya attı. Orijinal fikir şöyleydi. Hürriyetin başlangıcından itibaren her yılın en önemli fotoğraflarıyla o yılı kutlamak. Bunun için bütün arşivin taranması gerekiyordu. Yaklaşık 10 ay önce Hüseyin Solgunla beraber bu işe girdik. Ama hepsine bakmak mümkün değildi. Bunun üzerine afetler, savaşlar gibi toplumsal olayları elemeye karar verdik. Hala arşivin sadece yüzde 15ini taramış durumdayız. Belki sonra diğer fotoğraflara da bakıp kitabın devamını yapma imkanımız olabilir. Orhan Gencebay - DEMOKRAT TÜRKİYESevgilerimle... - HAYAT DEVAM EDİYOR. Mehmet Y. Yılmaz Tarih 26 Eylül 1950. Korede savaşmaya giden Türk askerlerini taşıyor bu gemi.Birlikler İskenderunda toplanmış ve buradan Amerikan Deniz Kuvvetlerinin gemileriyle Koreye nakledilmişlerdi.Rıhtımda az sayıda uğurlayıcı var. Bu da çok normal. Çünkü gemideki askerlerin, subayların eşleri ve çocukları çoktan ana baba evine yerleştirilmiş olmalılar.O zamanın Türkiyesinde kocası uzaklara savaşmaya gitmiş bir genç kadının, çocuklarıyla birlikte tek başına kalması pek uygun görülmezdi.Nitekim Kıdemli Yüzbaşı Kaya Aldoğan da öyle yapmıştı. Birisi daha yeni doğmuş iki küçük kızını ve dünyalar güzeli karısını "baba evine" yollayıp, savaşa öyle gitmişti. (...)Bu gemi 27 Eylülde Port Saide ulaştı. Bütün bir gece boyunca süren yolculuk süresince içindekiler geride bıraktıklarına kısa mektuplar yazdılar. Port Saidden postaya vermek üzere.Bu mektuplardan bir tanesi şöyleydi:"Sevgil Süheylam,Dün İskenderundan ayrıldım. Bu akşam Port Said Limanına geleceğiz, bu mektubu oradan atarım ümidiyle hazırladım. Sana 500 lira yolladım. Kendine ve çocuklara iyi bak. Hiçbir şeyden mahrum olmasınlar. Biz ilk evvel hareket ettik. Diğerleri de gelecekler. Gemi çok büyük ve rahat, temiz, çok iyi. Bizde ne böyle vapur ve ne de verdikleri yemekler var. Sizin resminizi yanıma almadığıma üzgünüm. İlk adres verdiğim zaman yolla. Yazgülünü hemen çektir. Yürümeye başladı mı? Sen üzülme. Allahım ne yazarsa o olur. Senden bütün istediğim çocukları, bilhassa Yazgülünü dövmemendir. Eve kadın tutmayı ihmal etme. Hizmet eri yollayacaklar. Beni soranlara selamlar. Dedenin ellerinden öperim. Senin ve çocukların gözlerinden öperim. Kocan Kaya Aldoğan" (...)Kaya Yüzbaşıdan gelen son mektup 28 Kasım 1950deydi. Kongride çatışmaların en sıcak olduğu cepheden postaya verilmişti.Küçük kızı Yazgülünün yaşgünü için ona "cici elbiseler" yapılmasını istiyordu. Öteki mektuplarda da olduğu gibi eşinden kızlarını dövmemesini, üzmemesini istiyordu. Bunu her mektubuna yazmak ihtiyacını neden hissetmişti acaba? Sevgili Süheylasının yaşam zorlukları karşısında hiçbir yerde ortaya koyamadığı öfkesini kızlarından çıkaracağından mı korkuyordu? Kim bilir? Yüzbaşı Kaya Aldoğan bu mektubu postaya verdiği gün şehit oldu. (...)Küçük kızı arkadaşım gazeteci Yazgülü Aldoğan. O bu mektupları gazeteye ilk getirdiğinde gözyaşlarımızı birbirimizden saklamaya çalışmıştık. Yazgülünün bunu yapmasına gerek yoktu elbette. (...)Fotoğraftaki gemiye tekrar bakıyorum, Yazgülünün Postada da yayımladığı mektuplarını okurken. Gözlerim delişmen bir yüzbaşı arıyor. Geminin güvertesinde yüzlerce minik baş seçiliyor sadece. Bir istatistikten ya da askeri zayiat raporlarındaki rakamlardan ibaret hepsi. Korede şu kadar Türk askeri şehit oldu, şu kadarının mezarı belli, şu kadarının mezarı bile yok... Fotoğrafın nerede çekildiği belirtilmemiş ama İskenderun olması gerekiyor. Fotoğrafın bana söyledikleri Vitali Hakko - Sayım memurları modern görünümlü ve şıklar.- Şıklar, ama bir hanımefendiyle konuşurken şapkaları başlarında duruyor. Bu ne bir devlet temsilcisine ne de bir beyefendiye yakışmayan türde bir davranış şekli.- Sol baştaki memur, görev sırasında sigara içiyor. Bu da hoş bir davranış değil.- Herkes gülümsüyor. O zamanlarda insanlar daha mutlu ve daha güler yüzlü.- O yıllarda gelen sayım memurları ile şimdikiler biraz daha farklı. Günümüzde sayım görevlisi olarak evimize konuk olan kişiler genellikle Türkiyenin aydınlık yüzünü temsil ediyorlar. - Genç ve güzel bir kadının güvenle kapısını yabancılara açabilmesi. Demek ki, 1955te günümüze göre daha huzurlu ve güvenli bir ortam hakim. Kitapta yazıları bulunan isimler: Mehmet Ali Birand, Nedim Gürsel, Beyaz, Doğan Hızlan Vitali Hakko, Ayşe Kulin, Ünsal Oskay, Çetin Altan, Haldun Dormen, Uğur Yücel, Serdar Turgut, Orhan Pamuk, Güngör Uras, İskender Savaşır, Mine G. Kırıkkanat, İshak Alaton, Hilmi Yavuz, Seyfi Dursunoğlu, Komet, Ülkü Tamer, Serdar Erener, İlber Ortaylı, Ersin Salman, Raffi Portakal, Yılmaz Erdoğan, Adalet Ağaoğlu, Mehmet Y. Yılmaz, Turan Başartan, Selim İleri, Nazlı Eray, Alpay, Cüneyt Arcayürek, Yavuz Turgul, Cezmi Ersöz, İsmet Berkan, Kezban Arca Batıbeki, Kanat Atkaya, Ece Aksoy, Latif Demirci, Muharrem Kayhan, Fatih Altaylı, Arif Keskiner, Ece Temelkuran, Oğuz Aral, Deniz Türkali, Atıf Yılmaz, Füsun Önal, Ahmet Tulgar, Cüneyt Ülsever, Aydın Boysan, Bekir Coşkun, Günay Tuncel, Ahmet Ümit, Ali Pasiner, Kerem Görsev, Hasan Cemal, Pakize Suda, Hıncal Uluç, Ferhan Şensoy, Orhan Gencebay,