Pazar Ürdün notları

Ürdün notları

18.11.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ürdün'ün de dahil olduğu Ortadoğu'nun yeraltı zenginlikleri kadar manevi bir atmosferi de vardır. Onu Romalılar ve Türkler anladılar

Ürdün notları

19'uncu yüzyıl Kafkasya'sından kovulan halkların önemli bir kısmını Osmanlı idaresi bugünkü Suriye ve Ürdün'e yerleştirmiş. Bugünkü Ürdün ezelden beri burada yaşayan Bedevi Araplar, yurdunu kaybeden sürgün Filistinliler, Çerkez ve Dağıstanlı, Kafkas asıllılar ve milattan önceden beri burada yaşayan Aramiler ve onların torunları Hıristiyan Arapların ülkesi. Ürdün doğal kaynaklar konusunda Ortadoğu ülkeleri içinde İsrail gibi en sıkıntı çekenlerin arasında. Şeria Vadisi'ndeki su kaynakları ise Ürdün ve İsrail arasında bir çekişme konusu; iki ülke birbiriyle diplomatik ilişki kurmasına rağmen çözülecek gibi de görünmüyor. Şu ana kadar diğer Arap devletlerinin, özellikle Suudi Arabistan ve Körfez'in desteğiyle ayakta duran iktisadi sistem yeni kaynaklar yaratmak zorunda. Avrupalılar Jordan, İbraniler Yardan diyor; Şeria Vadisi ise Arapça ama Ürdün ülkesi aslında kısmen "bilad-ı Şam" denen büyük Suriye'nin, kısmen çölün ve kısmen eski Arabistan'ın bir parçası. Bugünkü Ürdün'ün güneyinde bir zamanlar Nebatiler ve onlardan hemen sonra Arapça konuşan Gassaniler ve Lahniler hüküm sürmüş. Dolayısıyla bu bölge Suriye ve Filistin'in aksine sonradan değil, ezelden beri Arap bir ülke. Turizm bunların başında düşünülüyor. Ama şayet Suriye turizme açılmazsa Türkiye-Ürdün-Suriye-Mısır eksenini canlandırmak çok zor. Bu tamamen siyasi uzlaşmalara bağlı. Barışsever bir ülke olan Ürdün gerçekleşemeyen barış yüzünden en fazla zarar görenlerden. Haşimi Krallığı bu renkli yapıyı koruyabiliyor ve ona dayanıyor. Toprak aristokrasisi, ticaret erbabı ve henüz yeterince gelişemeyen sanayici seçkinlerin yanında; köylüler, Bedeviler ve az miktardaki işçi sınıfı ile Ürdün sosyal dengesini koruyor. Irak yıkıldığından beri, bir milyonun üstünde Iraklı da bu ülkeye sığındı; hiç kuşkusuz ciddi sorunlara ancak Ürdün halkı tahammül edebilir.Yarmuk Nehri'ne civardaki tepelerin birinden yani Ürdün tarafındaki Ummu'l Kays'tan bakıyoruz. Eski çağların Gadare halkının şehri; akustiğini muhafaza eden mükemmel tiyatrosu, agorası ve evleriyle ayakta. Nehrin karşı kıyısındaki bazalt tepeler Suriye'nin ve o tepenin altında ünlü Bişarat ailesinin çiftliği ve at harası var, amma çılgın yerde yerleşmişler demeye kalmadan, nehir yatağının aşağısında İsrail topraklarının uzandığını görüyorsunuz. Aslında Ortadoğu'nun her köşesi çatışma tehlikesiyle yüklü. Bu civarda Katrana Kalesi var; hac yolu üzerinde yanında geniş bir sarnıcı olan bir kale ve 20'nci yüzyıl başında süratle döşenen Türk imparatorluğunun teknik harikası Hicaz Demiryolu yanı başından uzanıp gidiyor. Katrana Kalesi asırlara dayanmış ve Hicaz Demiryolu'nun üzerinde de bir yük katarı ilerliyordu. Bu uzak görünen çöl bize ne kadar yakın; makinistle selamlaşıyoruz. Ürdün bu, M'daba'da Bizans'tan kalma Ortodoks kilisesi Aya Yorgi'nin taban mozaikleri o dönemdeki Ortadoğu haritasını ihtiva ediyor. Ta Konstantiniyye'ye kadar bütün bu dünya üzerine işlenmiş. İlgilenilmeyen, gidilip gelinmeyen yerler olsalardı, işlenmezlerdi.Nebatilerin pembe renkli başkenti Petra, çöl Nebatileri ile uzak Romalı fatihlerin uygarlıklarının sentezi. Bir zamanlar kervanların geçtiği bu zengin metropol bugün burayı en çok ziyaret eden sarışın Rus turistler ve onlara hizmet veren Bedevilerle dolu. Kilisedeki Ortadoğu haritası Bu bölgeyi büyükelçimiz Hüseyin Diriöz ve eşi Sibel hanımla gezmek ayrı bir keyif. Diriöz, Mülkiye çevresinin ansiklopedilerinden. Onun için; "adeta öğrenmiş biliyor" demekten çok "hatırlıyor" demek lazım. Bir Türk okumuşu hangi meslekten olursa olsun bu bölgeleri iyi bilmeli. Petra'nın kayalara oyulan anıtsal mezarları kadar o derbende yani kanyona oyulan kanalizasyon sistemi de çarpıcı. Çölün ani sağanak yağmurlarının yaratacağı su baskınları için örülmüş bentler bugün onarılarak kullanılıyor. Nebatilerin çöl medeniyetinin Roma ile bütünleşmesinden hem çöl halkı hem de Roma çok şey öğrenmiş. Roma, Ortadoğu'da gerçekten iz bırakan bir imparatorluk. Miladi ikinci asrın Suriye'sindeki Palmira ve Ürdün'deki Petra çöl dünyasının önemli kervan merkezleri. Aşşubak denen Haçlı kalesindeki Osmanlı tabyaları, topları ve kalenin dibindeki rüşdiye (ortaokul binası), Osmanlı'nın 19'uncu asırda getirdiği modern eğitimin bir göstergesi bina bugün hâlâ lise olarak kullanılıyor. Ortadoğu dünyası Roma İmparatorluğu'ndan beri hep zenginleşmiş. Sadece 12'nci asrın sonunda bu dünyadan hiçbir şey anlamayan, kılık kıyafet değiştirmeyen ve hamam bile kullanmayan Haçlılar hariç gelen fakihlerin her bini bu bölgeyi sadece saygıyla ve hayranlıkla benimsemişler. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı'nın ardından ise maalesef onu anlayamayanlar bu bölgeye girdiler. Birinci Büyük Harp'in sonunda Ortadoğu açgözlü galipler tarafından farazi sınırlarla parçalandı ve petrole yönelindi. Oysa Ortadoğu'nun maden ve yeraltı zenginlikleri kadar medeni ve manevi bir atmosferi de vardır. Onu Romalılar ve Türkler anladı. Prens Hasan'la görüşüyoruz; Ortadoğu'nun bu akıllı ve münevver devlet adamı, Condoleeza Rice için "Zeki olmak bilge olmak demek değildir" diyor. Zeka ile geçinmeye ve petrol yağmalamasına girişilirse; ayak basılan yer kavranamaz, bilgelikten ve bilgiden uzak politikalarla sadece zulüm ve karışıklık yaratılır. Roma'nın bölgede oynadığı rol