Pazar Vali Nevzat Tandoğan'ın kuşkulu ölümü

Vali Nevzat Tandoğan'ın kuşkulu ölümü

02.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Vali Nevzat Tandoğan'ın kuşkulu ölümü

Vali Nevzat Tandoğanın kuşkulu ölümü





Yıl 1945, Ankara'da bir sonbahar akşamı... Dr. Neşet Naci Arcan son hastasıyla ilgilenirken spor ceketli, gözlüklü genç
bir adam daha muayene olmak için gelir. İçerideki hasta çıkınca da muayenehaneye yönelir. Yaklaşık 10 dakika sonra doktor "Yetişin adam öldürüyorlar" diyerek odadan fırlar. Peşinden de genç "hastası"... Arcan'ın çığlığı işe yaramaz. Çok kısa bir süre sonra doktorun öldüğü anlaşılacak, katil ise kaçmayı başaracaktır.
Ertesi gün Reşit Mercan adlı genç karakola teslim olur ama daha ilk duruşmada işin boyutu değişir. Mercan'ın Robert Kolej'den arkadaşı, dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay'ın oğlu Haşmet Orbay, tanık olarak çıktığı kürsüde silahı kendisinin temin ettiğini söyler. Artık Haşmet Orbay da sanıklardan biridir. Dava boyunca; babası nedeniyle Haşmet Orbay'ın korunduğu, delillerin yok edildiği, bazı görgü tanıklarının ifadelerininin özellikle alınmadığı iddiaları ortaya atılır. Bu iddiaların bir kısmı doğrulanır da. İlk kararın bozulması için temyize giden Yargıtay Başsavcısı Fahrettin Karaoğlan'ın ve Reşit Mercan'la görüşen Ankara Valisi ve Belediye Başkanı Nevzat Tandoğan'ın ölümleri şüpheyle karşılanır. Yaklaşık üç yıl süren dava bittiğinde adam öldürmek suçuyla ceza alan Reşit Mercan değil Haşmet Orbay'dır. Neşet Naci Arcan'ın Sovyet elçiliğinin de doktoru olduğu, casusluk yüzünden öldürüldüğü öne sürülse de cinayetin sebebi bir türlü açıklığa kavuşmaz.
İşte, bu ilginç davanın romanı yazıldı. Haşmet Orbay ve Reşit Mercan'ı (ikisi de artık hayatta değil) Robert Kolej'den tanıyan İhsan Tombuş olayı "Ankara Cinayeti" adıyla kitaplaştırdı. Davayı "Türk tarihinin en esrarengiz, en karışık, en enteresan davası" sözleriyle tanımlayan Tombuş, "Romanda dönemin sosyal, ekonomik, siyasi atmosferini; gazetecilerin zor çalışma koşullarını da aktarmaya çalıştım" diyor.



Evet. İmha edilmiş belgeler. Yargıtay'daki ilanları dahi bulamadım. O zamanki gazetecilerin himmetiyle kitabı yazabildim yoksa imkansızdı.


İki sene. Üç gazetenin, üç senelik bütün nüshalarını tek tek taradım. Tasvir'i, Ulus'u ve Vatan'ı. Biraz da Cumhuriyet'ten yararlandım.


Tabii. Haşmet'in (Orbay) hanımını buldum, ondan bazı bilgiler aldım. Zaten başka kimse de kalmamıştı hayatta. Doktorun oğlu yaşıyor ama konuşmak istemedi.


"62 yaşına geldim, hâlâ bu olayla uğraşamam" dedi. Ben "Yalan yanlış olmasın diye sizinle konuşmak istiyorum" deyince de "Ne yazarsan yaz" deyip telefonu kapattı.
Agahta Christie de olayla ilgilendi


Arkadaşlarımın durumuna üzülüyordum tabii. Merak da ediyordum neler olacak diye.


Hayır çünkü Çorum'da avukatlık yapıyordum, sonra da politikaya girdim. İletişim zordu o yıllarda. 1962'de Kilyos plajında Haşmet'le karşılaştım, ayaküstü 15 dakika konuştuk. Ondan sonra Haşmet'i hiç görmedim. Reşit'le ise iki sene kadar arkadaşlık yaptık Ankara'da. Sonra kayboldu ortadan,
bir daha izine rastlayamadım.


Bazı şeyleri anlattı tabii. İspatı mümkün olmadığı için onları yazmadım. Ketumdu, ben sebep arıyordum ama o söylemedi veyahut
o da bilmiyordu.


Şiar Yalçın'la karşılaşmam sürpriz oldu. O dönemde Türkiye'ye gelen Agatha Christie'nin olayla ilgilendiğini, Haşmet'in denizin üzerinde yürüdüğünü (Haşmet Orbay,
1983 yılında kendi yaptığı "deniz ayakkabılarıyla" Boğaz'da yürümüş) bilmiyordum.


Patlamamış merminin kaybolması çok önemli. Sonra iki tane ölüm vakası var.
İlk kararı temyiz eden Yargıtay başsavcısı kalp krizinden öldü deniyor. Vali Tandoğan'ın ölümü gazetelerde tartışılmış fakat başsavcının üzerinde kimse durmamış.


Haşmet'in öldürdüğünden yüzde 95 eminim. Dava safhasına göre eminim, başka bir bilgi mevcut değil elimde. Reşit'in öldürmediğindense yüzde
100 eminim.


Evet. Patlamamış merminin, tabancanın sahibini himaye etmek için kaybedildiğini zannediyorum. Ama bu kimdi, kimi himaye etmek istiyorlardı, bilmiyorum.


Var ama Haşmet almış olabilir o silahı. Kazım Orbay'ın üzerine kalmasın diye kaybedilmiş olabilir. Haşmet'in babasının silahıyla doktoru öldürmüş olması ihtimali kuvvetli.


Casusluk. Sadece ben değil, herkes böyle tahmin ediyor.


Zor çözülürdü. O zamanki kadar bile çözülmezdi.


Hayır, değil. O zamanki kadar özgür değil. Yargının üzerindeki baskı özellikle 28 Şubat'tan sonra yoğunlaştı. Verilen kararların birçoğunun hukukla hiç alakası yok. Ben Tek Parti, Demokrat Parti devrini; 27 Mayıs devrimini, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü gördüm. Hepsini yaşadım. O zamanki hukuki durumları da tespit ettim. En berbatı 28 Şubat. Hukukun üstünlüğü meselesi ciddi olarak ele alınmış değil. Hâlâ hukuk zedeleniyor. n

Kitapta sansüre uğrayan olay


Efendim onu söylemeyeyim. Biraz sansüre uğradı. 15-16 sayfaydı o bölüm, kısalttık maalesef.


Evet, öyle.


Nevzat Tandoğan ölümüne kadar toplam 18 yıl Ankara valiliği ve belediye başkanlığı yaptı. Bazıları için "karakteri ve vasıfları övülecek", bazıları içinse "despot, hukuk tanımaz" biriydi. "Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse biz getiririz, size ne oluyor?" sözüyle de siyasi tarihe geçen ünlü vali, Ankara cinayetinde tanık olarak dinlendikten bir gün sonra yani 9 Temmuz 1946'da intihar etti. Davanın sanıklarından Reşit Mercan'la mahkemeye çıkarılmadan önce (Mercan'a göre 1-1,5 saat, valiye göre 15-20 dakika) görüşen ve cinayeti üzerine alması için tehdit ettiği öne sürülen Nevzat Tandoğan'ın intiharı şüpheyle karşılandı. Dedikodulardan biri cinayet sebebini bildiği için öldürüldüğüydü. Failin de, öldürülen doktorun Sovyet sefaretinin doktoru olması sebebiyle KGB veya o zamanki adı MAH olan MİT olduğu iddia edilmişti.