29.03.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
BANU ŞEN banu.sen@dogangazetecilik.com.tr
1900’lü yıllar... İzmir o yıllarda Anadolu ekonomisinin belkemiği konumunda. Binlerce yıllık limanıyla Osmanlı’nın Avrupa’ya açılan kapısı gibi... İzmir merkezli olarak bir asrı aşan bir tarihe sahip, Cumhuriyet tarihine tanıklık etmiş sayılı firmalardan biri Arkas’ın tohumları da o yıllarda atılıyor.
Aslında onların öyküsü 1711’de aileden bir üyenin Türkiye’ye gelip İzmir’e yerleşmesiyle başlıyor. 1815’te ailenin diğer fertleri de geliyor, Arkas ailesi liman kenti İzmir’e yerleşiyor.
2009’a gelindiğinde uluslararası taşımacılık ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren 42 şirketi ile Türkiye’de denizciliğin simgesi oluyor.
300 yıldır İzmir’de yaşayan Arkas ailesi uzun süredir spora ve sanata da destek veriyor. Holdingin bünyesinde kurulan Arkas Spor Kulübü Erkek Voleybol Takımı, geçen hafta sonu İzmir’de yapılan Avrupa Challenge Kupası’nı kazanarak voleybol tarihimizde bir ilke imza attı.
Körfez Kulübü adı altında 1999-2000 sezonunda voleybol ikinci liginde mücadele eden, 2001’de Saint Joseph Spor Kulübü, 2003’te Arkas Saint Joseph Spor Kulübü, 2005’te de Arkas Spor Kulübü adını alan mavi beyazlılar, holdingin de felsefesinde yer alan “Her şey hayal etmekle başlar” cümlesini gerçeğe dönüştürdü.
Bu hayalin gerçeğe dönüşmesinde saha içinde ve dışında onlarca insanın emeği var. Ama takıma sadece maddi destek vermekle yetinmeyen, maçlarda bayrak sallayıp tezahürat yapmaktan kaçınmayan Asbaşkan Bernard Arcas hikayenin başından sonuna kadar her anını ezbere biliyor.
Arkas denizcilik şirketi olarak çıkmış yola. Yelken, sörf gibi sporlarla ilgilenmesi daha akla yakın geliyor. Voleybol düşüncesi nereden doğdu?
Ne babam ne ben aktif olarak voleybol oynadık ama okul hayatımız boyunca St. Joseph’in resmi sporu voleyboldu. Hatta voleybol dışında bir şey oynamak yasaktı. Ya voleybol oynanıyordu ya da oynayanlar seyrediliyordu teneffüslerde. Alışkanlık yaptı. Yıllar sonra bir fırsat doğunca hem okulumuza hem voleybola bir şeyler yapalım diye başladık. Başarılar gelince hedef büyüttük. Şampiyon olduk, bir daha şampiyon olduk. Ve sonunda Avrupa kupasını aldık. Biz de biraz şaşırdık aslında. İşin içinde olunca fazla farkına varılmıyor olup bitenin.
Siz iyi anlar mıydınız peki?
Yok, aslında çok da fazla anlamazdım. Başta ilgilenmedim hatta. Ama sonra babam “Yardım et” dedikten sonra ilgilenmeye başladım. Güzel bir spor olduğunu düşündüm. Voleybol çok güzel bir spor ama tanımak lazım, bir şans vermek lazım. Çok arkadaşım var; bir-iki maçtan sonra bağımlısı oldular.
Maç başlayınca transa geçiyor
Holdingdeki heyecan maçlardakinin yanında hafif kalıyor gibi. Maçta yerinizde duramıyorsunuz.
Zor tarif edilir. İnsanın kendi takımının olması inanılmaz bir duygu. Çünkü her şeyi yapıyorsunuz, önceden planlar yapıyorsunuz, insanlarla çalışıyorsunuz... Takım için elinizden geleni de yapıyorsunuz ama teknik konulara da karışmadan. Sonra çıkıyorlar... Artık sizin bir müdahale hakkınız kalmıyor. Orada seyrediyorsunuz. Onun stresi, keyfi ve duygusu uç oluyor her zaman. Oynayanların çocuğunu, ailesini, derdini tasasını biliyorum. O an yaşadığı sevinci görmek başka bir şey. Sakatlığı var, o nüksedecek mi diye düşünüyorum. Mimiklerini biliyorum, sinirlendi diyorum... İşte o an tam transa geçiyorum. Bu arada maçlarda protokolde oturmayı sevmiyorum. Genelde ayakta ve bir orada bir burada oluyorum, yerimde duramıyorum.
“Soyunma odasına gitmem”
Maçtan önce soyunma odasına giren türden bir yönetici misiniz?
Maçtan bir gün önce konuşuyoruz. Maç sırasında soyunma odasına hiç girmem. Hem stresli oluyorlar hem de konsantrasyonlarını bozmamak lazım. Dış dünyaya kendilerini kapatıyorlar, kolay değil... Duygusallıkla profesyonellik arasındaki sınır çizili. Şirket nerede devreye girecek, nerede çıkacak, onu da biliyoruz.
Dışarıda sporcular, teknik ekip ve aileleriyle birlikte programlar yapıyor musunuz?
Beraber olmayı severiz. Hafta sonları, yazları buluşuruz. Hepsi iyi çocuklar. Takım çok düzgün, efendi bir takım. Zaten voleybol da efendi bir spor.