Pazar Yazarlar ve çocukları

Yazarlar ve çocukları

09.12.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Evde daktilo sesiyle büyüyen, yazar değil baba özleyen çocuklar... Evlatlarından kendi kopyasını üretmeye çalışan ya da evladıyla yarışan yazarlar... Edebiyatta sancılı hanedan denemeleri...

Yazarlar ve çocukları

Ada Aile içinde sancılı edebiyat yarışından örnekler can.dundar@e-kolay.net "Babacığım, bu eserimle seni geçtim."Babasının cevabı şu:"Oğlum, benim en büyük eserim sensin. Sen beni nasıl geçebilirsin?"Konuyu Ali Nesin, geçen hafta sonu Hürriyet Pazar'da Ayşe Arman'la yaptığı harika söyleşide hatırlattı. O söyleşide kendisinden çok, bir yazarın oğlu olmanın ne demek olduğunu anlatıyordu:Günde beş paket sigara içerek sürekli çalışan babasını...Babasının, içi kitap dolu, şömineli çalışma odasını...Babası çalışırken kendisinin şömine karşısına kurulup kitap okuyuşunu, elma yiyişini...Babasına "Biliyor musun, pazarları elmanın tadı daha güzel" deyişini...Ve babasının cevabını:"Öyledir oğlum; baba ile birlikte yenen elma daha lezzetlidir."Ali Nesin de edebiyata yatkınmış gençken... "Aziz Nesin babam olmasa, edebiyatçı da olabilirdim. Ama başka kulvara geçmek benim için daha iyi olacaktı, o yüzden matematikçi oldum" diyor.Kalem yarışıEdebiyatta, aile içi bayrak yarışı sancılıdır: Dumas'lar ya da Altan'lar gibi baba-oğul kalem yarıştıranlar da vardır; Nesin'ler gibi, aynı kulvarda koşmaktan kaçınanlar da...Nâzım Hikmet gibi evladında kendi devamını görmeyi arzulayanlar da; Orhan Pamuk gibi onca yıl babası bildiği adamın içinden aniden iyi bir yazar çıkmasından korkanlar da...Kimi yazar çırpınır evladı biraz edebiyata ilgi duysun diye; kimisi evladına bile el vermez, yazıda rakibi olur diye... Biliyorsunuz iki Alexandre Dumas var: İkisi de romancı... Oğul olan, 28 yaşında "Kamelyalı Kadın" romanını yazdıktan sonra babasının karşısına geçiyor ve diyor ki: Hem bunca yıldır ekmeğini yazıdan kazanan bir yazar hem bir süredir evladının kompozisyonlarını biraz hayret, biraz hayranlıkla okuyan bir baba olarak, yazar-evlat ilişkisini de merakla araştırıyorum.Daktilo sesiyle, mürekkep kokusuyla büyümenin çocuklarda nasıl birbirine zıt sonuçlar yarattığını gördükçe de şaşıyorum.Geçen hafta, bir boş zamanda eğlence olsun diye kompozisyon yarıştırdık oğlumla..."Koku alma duyusu olmayan birine nane ile kekiğin farkını yazıyla nasıl anlatırsın?" diye sordum.Önce önümüze nane ve kekik kavanozlarını, sonra da kağıtları çektik.Ve güzelim bir rekabette kalem sürttük.Sonuç mu?Anladım ki babayla yenen elma gibi; evlatla yazılan yazının da tadına doyum olmuyor.İşte size edebiyat dünyamızdan bu lezzeti tadan baba-evlat kesitleri... Evde daktilo sesiyle büyüyen çocuklar Nâzım Hikmet'in cezaevinden oğlu Memet Fuat'a yazdığı tarihsiz bir mektuptan satırlar:* * *"Sevgili oğlum, Memetçiğim,Liseyi bitirmiş olmanı tebrik ederim. Sonra İngiliz Filolojisi'ne devam edeceğin haberi de çok hoşuma gitti. İngiliz edebiyatı bizde en az tanınan, fakat bana öyle geliyor ki tanınmasında çok fayda olan bir edebiyattır. Hele sen şahsen bundan çok istifade edeceksin. Artık bu suretle kendini yüzde yüz edebiyata vermiş oluyorsun. Ben de böylelikle, senin şahsında devamımı görmekle bir kat daha bahtiyar oluyorum.Çıkaracağınız hikaye kitabından bana bir nüsha elbette gönderirsin, bir nüsha da Vala'ya ve Adalet'e yolla, onlardan biri Akşam, biri de Tasvir'de tenkid yazıları yazıyorlar, hiçbir şey olmasa reklam ve dolayısıyla satış bakımından faydası olur. Yalnız ben de bileyim ki, onlara yazayım da şöyle gereği gibi yazılar yazsınlar. Sakın kızma! Malum ya, pazar-mal istihsali nizamında -maalesef de olsa gerçek olarak- edebiyat da bir çeşit maldır ve diş macunu gibi, bir hikaye kitabının da reklamı yapılması -kepazeliği- bir zarurettir. "Sende devamımı görmekle..." (Nâzım Hikmet,"Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar-2", Adam Yayınevi, 1989) "Ölümünden iki yıl önce babam kendi yazıları, el yazmaları ve defterleriyle dolu küçük bir bavul verdi bana... Her zamanki şakacı, alaycı havasını takınarak, kendisinden sonra, yani ölümünden sonra onları okumamı istediğini söyleyiverdi. 'Bir bak bakalım' dedi hafifçe utanarak, '...işe yarar bir şey var mı içlerinde. Belki benden sonra seçer, yayımlarsın.'Benim yazıhanemde, kitaplar arasındaydık, Babam acı verici çok özel bir yükten kurtulmak isteyen biri gibi bavulunu nereye koyacağını bilemeden etrafa bakınarak dolandı. Sonra elindeki şeyi dikkat çekmeyen bir köşeye usulca bıraktı. (...)Babam gittikten sonra bavulun etrafında birkaç gün ona hiç dokunmadan aşağı yukarı yürüdüğümü hatırlıyorum. (...)Beni babamın bavulunun içindekilerden uzak tutan birinci endişe tabii ki okuduklarımı beğenmeme korkusuydu. Babam da bunu bildiği için önlemini almış, bavulun içindekileri ciddiye almayan bir hava da takınmıştı. Yirmi beş yıllık bir yazarlık hayatından sonra bunu görmek beni üzüyordu. Ama edebiyatı yeterince ciddiye almadığı için babama kızmak bile istemiyordum. Asıl korkum, bilmek, öğrenmek bile istemediğim asıl şey ise, babamın iyi bir yazar olması ihtimaliydi. Babamın bavulunu asıl bundan korktuğum için açamıyordum. Üstelik bu nedeni kendime açıkça söyleyemiyordum bile... Çünkü babamın bavulundan gerçek, büyük bir edebiyat çıkarsa babamın içinde bambaşka bir adam olduğunu kabul etmem gerekecekti. Bu, korkutucu bir şeydi. Çünkü ben o ilerlemiş yaşımda bile babamın yalnızca babam olmasını istiyordum; yazar olmasını değil..." "Yazar değil, baba istiyordum" (Orhan Pamuk'un 2006'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü alırken yaptığı konuşmadan...) "Babam benim okumama çok özen gösterirdi. (...) Okumayacağım diye ödü kopardı. (...) İkide bir de 'Ben parasız adamım, Meral'e para bırakamayacağım. Gelecekte ne olur, ne ile karşılaşır bilinmez. Okursa ona güvence olur' derdi.Benim de aksine derslerle aram hiç iyi değildi. Babam, annem okumamı istedikleri için zorla okula gidiyor, zorla ders çalışıyordum. Kim bilir babacığım, benim iyi bir matematikçi olmamı ne kadar isterdi. Bu, benim için bir düştü. Matematiği hiç ama hiç sevmiyordum. (...)Hukuk okumak istiyordum. Babam ise benim Dil Tarih'e gitmemi, edebiyat ya da tarih okumamı istiyordu. Hukuk bilimini yavan buluyor, hukukun el alemin malı mülkü ile, evlenip boşanmasıyla ilgilendiğini söylüyordu. Ben aklıma hukuka gitmeyi koymuştum. Liseden arkadaşlarımın çoğu oraya gidiyordu. Bana asıl sevimli görünen yanı, derslere girme zorunluluğu olmamasıydı. İyi ki kendimi bilip hukuka gitmişim. Orada hiç de fena bir öğrenci olmadım. Yıl kaybetmeden öğrenimimi bitirdim. Fakülteyi bitirdiğim gün dünyalar babamın oldu. Elini öpmeye gittiğim zaman (babam hiç el öptürmezdi) boynuma sarılıp 'Kızım sen diplomalısın, benim diplomam yok' dedi. Bir gün sofrada babam, annem ve ben yemek yiyorduk. Babam birden, 'Meral gel seni Dil Tarih'e yazdırayım' demez mi?" "Ben parasızım. Kızım okusun. Güvencesi olsun" (Meral Ataç, "Babam Nurullah Ataç", Alkım Yayınları, 2005) Oğlu Bülent, Ulus'ta yazmaya başlayınca en ciddi eleştirmeni, babası Fahri Ecevit oldu. işte baba Ecevit'in oğlunun yazılarına ilişkin yolladığı mektuplardan biri:* * *"Sevgili Bülendim, 11.10.1951Senin 'Ciddiyet'e bayıldım. Elbet pek iyi etmişsin. Mizah, alay, hiciv, humoristique (nükteli), ironique (alaycı) yazılar ve satirique (yergili), sarcastique (acı alaylı) nükte ve cinaslar zekayı kulağılar (biler demektir; malum ya...).Binaenaleyh 'Ciddiyet' sayfasını pek uygun buldum. Senin eylül içinde, üçüncü sayfada 'Basına müjde' başlıklı tarizini okumuş ve Allah şahit, hemen anlayarak 'Bu yazı Bülent'in galiba' demiştim. Benim bir tane çocuğum, pek iyi ediyorsun, madem ki gazeteci oldun, türlü fikirleri ve mevzuları ele alacaksın. Öyle amatörce heveslerle 'Ben sadece edebi tenkitler yapar, sadece dış siyasete müteallik yazılar yazarak gazetecilik ederim' diyemezsin, hiç olmazsa bizim memlekette... Dersin demesine, ama başka işin gücün olur da geçinip giderken, mukaddes bir inatla bu işi böyle yaparsın. İmdi teşebbüsünü pek beğendim. (x) işaretli yazıları okudum. Tebessümden hayli aşarak zevk ve neşeyle birçok güldüm. Yalnız fotomontaj tecrübelerine pek devam etmesen daha iyi olur gibi geliyor bana... Bu tarz yazı bana pek amiyane gibi gelir. Sonra, hicivde örnek olarak asla Falih Rıfkı'yı alma... Güzel olsa da, yılan gibi tiksindirecek bir güzellik ve ustalıktadır. Örnek olarak sana Bedii Faik'i tavsiye ederim. Taklit et demiyorum, şahsiyetine o kalıbı hatırlatacak şekiller vermeye çalış hiciv sahasında... 'Bu adam yazılarını veya fıkralarını Bedii Faik kadar güzel yazıyor' desinler. Yılanlar vakıa güzeldir amma nadir olsalar daha iyi değil mi? Baban Dr. F. Ecevit" "Madem ki gazeteci oldun..." (Faruk Bildirici, "Kuzum Bülent", Doğan Kitap, 2000)