Pazar "Yolcular trenleri evleri gibi süslüyor"

"Yolcular trenleri evleri gibi süslüyor"

08.02.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Özcan Ağaoğlu ve Erhan Gürkanın tam beş yıl süren binlerce kilometrelik tren yolculuklarından çıkan yüz siyah-beyaz fotoğraf "Tren"de toplandı. İkili "Yaşamda ne varsa trenlerde de o var" diyor

Yolcular trenleri evleri gibi süslüyor

Birçok ortak noktaları var: İkisi de tüccar ama işlerini sevmiyorlar. Adanada yaşıyorlar, ikisinin de iki çocuğu var. Ve ikisinin de hayali şu sıralar gerçeğe dönüştü: Özcan Ağaoğlu ve Erhan Gürkanın tren ve insan ilişkilerini siyah-beyaz fotoğraflarla anlattığı "Tren" adlı kitapları çıktı. Şu sıralar çok mutlular. Kitaplarına yani "Tren"e yeni doğan bebeğe bakan bir baba gibi baktıklarını söylüyorlar. Beş yıl boyunca TCDD trenlerinin gidebildiği her yere gidip binlerce kare fotoğraf çeken Ağaoğlu ve Gürkan, tren kokusunun nasıl bir şey olduğunu, karşılaştıkları ilginç olayları anlattılar. Özcan Ağaoğlu: Tren insan boyutuyla çok çalışılmış bir konu değildi. Türkiyede yaşayan herkes bir ucundan trene dokunmuştur. Birçoğumuz çocukluğumuzdan bu yana seyahatlerimizin bir kısmını trenlerle gerçekleştirmişizdir. Türkiyenin doğusu batıya göre daha çok trene biniyor. Ekonomik olması ve insan boyutu nedeniyle treni tercih ettik. Erhan Gürkan: Ben hep trenyoluna yakın oturdum. Tren beni her zaman cezbetmiştir. Küçükken istasyonlara gider ve gezerdim. İlk fotoğraflarımızı Adana ve çevresinde çektik. Ardından Ankaradan, TCDDden bu proje için izin aldık. Diyarbakır, Elazığ, Konya, Ankara, İstanbul başta olmak üzere birçok yerde fotoğraflar çektik. Fotoğraf çekmek için neden bir uçak ya da otobüsü değil de treni seçtiniz? "Bu fotoğrafları çekerken arkadaşlığımız pekişti" Ö.A.: İnsan-tren ilişkisini... Trenler insanların evi haline gelmiş. Kompartımana oturan kadın, plastik şişeyi kesip içine çiçek koyuyor. Evlerinin atmosferini trenlere taşıyorlar. Bu çok ilginç bir kültür. Ama bu ilişki bitecek. Çünkü İstanbul-Ankara arasında saatte 320 km. hızla giden trenler olacak. Bu hızlı trenler zamanla özelleştirilecek. Bütün bu yaşananlar, fotoğraflar bir belge olarak kalacak. Nasıl ki şu an Avrupada insan-tren ilişkisini bulamıyorsanız bir süre sonra Türkiyede de bunu göremeyeceksiniz. Bu anlamda yaptığımız işin belgelemek için de önemli olduğunu düşünüyoruz.E.G.: Tren yaşamın tam kendisi. Yaşamda ne varsa trenlerde de o gördüklerimiz var. Kompartımanlarda neler gördünüz? Ö.A.: Trenle insanlar özdeşleşiyor. Onları sahipleniyorlar. Uzun seyahat ediyor, yanlarında mutlaka kendi yiyeceklerini getiriyorlar. Bizim trenlerimiz 50-60 km. hızla gittiği için bir yerden bir yere ulaşmak 10 saati buluyor. Diyarbakırdan İzmire iki günde giderseniz treni eviniz gibi yaparsınız.E.G.: Dünyanın başka bir yerinde bu kareler yoktur. İnsanlar bir yerden bir yere varmak için bütün bu sefalete razı oluyorlar. Bu cefayı çekerken bile sefa sürmek için espri buluyorlar. Bunun nedeni ne? Ö.A.: Tren kokusu is, yağ kokusudur. Trenden döndükten sonra eşlerimiz bu kokuyu hissetmişler. Yoğun bir kirlilik oluyor. Ama biz bunun farkında değildik. Erhanın eşi bu kokuyu zaman içinde sevmiş. Kitabın girişinde "Tren kokusu"ndan bahsediliyor. Nasıl bir koku bu? Ö.A.: Her ikimiz trenin iki ucundan itibaren fotoğraf çekmeye başladık. Ama birbirimize dokunmadan fotoğraf çektik. Erhan bir kompartımanda çalışıyorsa ben kesinlikle onu rahatsız etmezdim, aynı şekilde o da beni. Trenin içinde nasıl çalıştınız? Ö.A.: Tartışmalarımız, kavgalarımız oldu. Biz Erhan ile kavga ede ede kavga etmemeyi öğrendik. Birbirimizi o kadar iyi tanıdık ki dostluğumuz trende pekişti. E.G.: Omuz omuza uyuduk yıllarca. Dostluğumuz daha pekişti. Kavga ettik ve barışmasını da bildik. Sizin aranızdaki ilişki nasıldı, kavga eder miydiniz mesela? Ö.A.: Yolculuklarımızdan birinde bir kompartımanda bir aileye rastladık. İki çocuk, mutsuz bir kadın ve yanında bir erkek vardı. Adam kompartımanın içinde davul çalıyordu. Kadına nereden geldiğini, nereye gittiğini sormaya başladık. Kocası onu terk etmiş, yanındaki de teyzesinin oğluymuş. Üzerinden bir süre geçti, başka bir yerde yine onu gördük. Bizi tanıdı ama yanında kimse yoktu. Teyzesinin oğlu da onu terk etmiş. Üçüncüsünde Hacı Bektaşta, tren dışında gördük. Bizi görünce "Ya çocuklar, it kuyruğu yemiş gibi ortalıkta dolaşıyorsunuz" dedi, biz de gülme krizine tutulduk. Birçok ilginç olayla karşılaşmışsınızdır. "Sende şeref olsa avradın fotoğrafını çeker misin?" E.G.: Evet, bazıları kabul ediyor, bazıları etmiyor. Ben bir keresinde kompartımana girdim. Yaşlıca bir adam uyuyordu, yanında da eşi vardı. Kadının fotoğraflarını çekmeye başladım. Kadın bir şey demedi. Adam ise flaşlar patlayınca uyandı ve bana baktı. "Sen ne yapıyorsun lan?" dedi. Ben de "Belgesel fotoğrafçısıyım" falan demeye başladım. Adam birden "Sende izzet, şeref, namus olsa avratların fotoğrafını çeker misin?" diye bağırarak kompartımanda beni kovalamaya başladı. Zor kurtuldum... Bazı insanlar fotoğraflarının çekilmesine tepki göstermiştir mutlaka. Ö.A.: Konforsuzluğu onlarla paylaşmak gerekiyordu. O yorgunluğu, stresi yaşamalısınız ki o ifadeyi, kareyi çekebilesiniz. Projenizle yaşamanız gerekiyor.E.G.: Biz etnik, folklorik değerleri aradık. Bunlar da konforlu ortamlarda olmuyor. O tür yaşam bana yabancı gelmiyor. "İnsanlar sefalete razı oluyor" dediniz. "Neden bu sefaleti ben de yaşıyorum?" diye düşündüğünüz anlar oldu mu? Ö.A.: Elbette zor oldu. Bunun için güvendiğimiz insanlara gösterdik. Arif Aşçı ve Ara Gülere gittik. Baskıları Arif bey ile birlikte yaptık. Ciddi buldular projeyi. Ara Güler hoca bize "Haydi gençler yapın, öyle gelin" dedi. Biz de şimdi kitapla birlikte Ara Gülerin yanına gitmeyi heyecanla bekliyoruz. Çünkü Ara hoca bizim tarzımızda olan bir fotoğraf üstadı. Binlerce fotoğraf karesinden 100 fotoğrafı ayırmak zor oldu mu? Ö.A.: Ben akaryakıt satıyorum. Bunu daha önce kimseye itiraf etmedim: Ticarette rol yapıyorum. O iş benim ruhum değil. Ticaret yaparken taklit ediyorum, fotoğrafta ise kendim oluyorum.E:G.: Yine fotoğrafla ilgili birkaç projem var. Eğer sponsor bulursam oto aksesuvarları satıcılığını bırakabilirim. Ticaretle uğraşıyorsunuz. İşlerinizi seviyor musunuz? Trenin önsözünü, yazarların karıları kaleme aldı. Aslı Ağaoğlu "Sevgili Öco" diye başladığı yazısında "Yıllar önce sen bu kitabı hayal ederken ben bunun artık hayal olmadığını biliyordum. Çünkü hayali kuran sendin, seninse gerçekleştiremediğin hiçbir hayalin yoktu" diyor. Sema Gürkan ise, kocası hakkında şunları söylüyor: "Eran beni şaşırttı. Her yolculuktan dönüşte saçı başı dağılmış ve tren kokarak geliyordu. Hayret! Benim her gün duş alan, obsesif kocam buna hiç aldırmıyordu." "Yolculuktan sonra eve tren kokusuyla dönerlerdi"