Pazar “Yumuşak bir babayımdır ama eğer fazla yumuşak olursan iş ‘Yaprak Dökümü’ne döner”

“Yumuşak bir babayımdır ama eğer fazla yumuşak olursan iş ‘Yaprak Dökümü’ne döner”

16.03.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Futbol yorumcusu, eski hakem, yeni yarışma sunucusu, iki kız babası Ahmet Çakar: “Kızlarımın şımarık yetişmesi benim için kabustur. Yumuşak bir babayımdır ama gerekli anlarda aslanlar gibiyim. Yumuşak ol, ondan sonra Reşat Nuri Güntekin’in ‘Yaprak Dökümü’ne döner iş. Alman kültürüyle yetiştim, mantığa dayalı disiplini severim”

“Yumuşak bir babayımdır ama eğer fazla yumuşak olursan iş ‘Yaprak Dökümü’ne döner”

Tarih 4 Mart 2008. Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi’nde Sevilla karşında tur atlamaya çalışıyor. Maç penaltılara kalıyor ve kaleci Volkan’ın üç kurtarışıyla Fenerbahçe İspanya’dan çeyrek finale kalarak dönüyor.
O günden beri Türkiye en az Fenerbahçe’nin başarısı kadar Ahmet Çakar‘ı konuşuyor. Sebebi malum, maçtan iki gün önce Show TV’de yayımlanan “6 Pas” programında “Fenerbahçe Sevilla’yı yenerse bikini giyerim” demişti Çakar. Maçın ertesi günü bütün gazeteler FB’nin zaferi kadar bu iddiadan söz etti, herkes birbirine fotomontajla yapılmış bikinili Ahmet Çakar fotoğrafları göndermeye başladı.
Türk hakemliğinin dünyada en prestijli maçları yönetmiş tek ismi Ahmet Çakar. Şampiyonlar Ligi’nde yarı final yöneten tek Türk hakem. Erken denebilecek bir yaşta hakemliği bıraktıktan sonra futbol yorumculuğuna başladı. Sahaya adımını attığı ilk günden beri sürekli gündemde. Çünkü dili sivri, çünkü en son söyleyeceği lafı ilk önce söylüyor. Üstelik abartmayı da seviyor. Canlı yayınlarda heyecanlanıyor, kendini tutamıyor ve ağzından bir süre gündemi meşgul edecek bir laf çıkıveriyor.
Bikini esprisi de bunlardan biriydi. Ama espri anlayışı yerinde. Birlikte gülebiliyor...
Söyleşiyi Fox TV’de, sunduğu “Şansa Bak”a mola verdiği bir anda yaptık. Orada çalışanlarla, yarışmacılarla ilişkisi de gösterdi ki Çakar her koşulda aynı. Yalnızca ekranın neler talep ettiğinin fazlaca farkında, kameranın ışığı yanınca biraz daha sertleşiyor sanki. Ama sözünü sakınmama düsturu kamera açık da olsa kapalı da değişmiyor.
En büyük kanıtı söyleşide bizzat yaşadık zaten. Laf biraz uzayınca yapımcısı telefonunu çaldırdı bana çaktırmadan, hani görsün de toparlasın diye. Ama Çakar arayanı görünce ne yaptı? Yapımcısına döndü ve şöyle dedi: “Oğlum beni arıyorsun.” Fazla söze gerek var mı?

Haberin Devamı

Soyadınızla başlayalım. Yarattığınız izlenimle örtüşen bir soyadınız var. Nereden geliyor?

Bilmiyorum. Biz Kafkas göçmeniyiz. Bizim soyadımız Müderrisoğlu’ymuş, soyadı kanunundan sonra bu kadar uzun olmasın mı demişler ne. Sonuç olarak Ahmet Çakar olarak doğduk, öyle öleceğiz. Çakar bir yerden gelecek bir soyad da değil ki, bana göre manasız bir soyadı.

 Babanız Mustafa Çakar da sizin gibi hem hekim hem de hakemlik yapmış.

Evet, kısa bir süre yaptı. Çocukluğumdan beri futbolun içinde büyüdüm. Futbol aşığı doğdum ben. Futbol zaten bir virüstür, insan vücuduna umumiyetle 8-9 yaşında girer, ölünce çıkar. Ciddi söylüyorum, gülmeyin. Futbol, tedavisi mümkün olmayan bir virüstür. Tıpkı AIDS gibi. Hatta AIDS’in tedavisi birazcık vardır da futbolun yoktur.

Haberin Devamı


“Ruhen çok sağlıklı adamdan bir şey olmaz. Çünkü onlar risk almaz”


Uluslararası arenada sizden üst noktaya çıkan bir Türk hakem olmadı. Farkınız neydi diğerlerinden?

Türkiye’de kendimi bir tek Doğan Babacan ile mukayese ederim. O bizim üstadımızdır. Neydi farkım diğerlerinden derseniz, tamamıyla genetik. Hakem olunmaz, hakem doğulur. Bir hakemin iyi olması için çok farklı genetik özellikleri içinde taşıması lazım. Bunun içinde size en az beş-altı majör, 20 tane de minor unsur sayarım ki bu majörlerden biri eksik olduğu an zirveye çıkamazsınız.

Nedir bu unsurlar?

Bir defa zaman zaman ruhen çok sağlıklı, komplekslerinden arınmış; zaman zaman da çok deli dolu, aykırı işler yapabilecek bir genetiğe sahip olmalısınız. Çocukluğunuz, aile terbiyesi çok önemli. Pek tabii şansınız da olacak.

Siz güzel bir çocukluk mu geçirdiniz?

El bebek gül bebek büyümedim. 11 yaşında evden ayrıldım, İstanbul Erkek Lisesi’nde yatılı okudum. Yatılı okul el bombası gibidir. Orada iyi “survive” yaparsanız, acı patlıcan olarak çıkarsınız. Ama yapamazsanız ezik, kompleksli, titrek çıkarsınız.

Sizde hangisinin olduğunu sormama gerek var mı?

Bugün sağlam duruyorum ama ruhen çok sağlıklı olduğumu söyleyemem. Zaten ruhen çok sağlıklı adamdan hiçbir şey olmaz. Çünkü o sıfır risk alan adamdır. Tepkilerini dışarıya veremez, insanlara hep serin gelmek ister, her şeye pembe gözlüklerle bakar. Ruhen çok sağlıklıysanız oldukça iyi bir aile babası olabilirsiniz. Ama iyi bir işadamı ya da sanatçı olamazsınız, iyi bir siyasetçi hiç olamazsınız.

Haberin Devamı

Aynı zamanda iyi bir aile babası mısınız?

Olmaya çalışıyorum. Ne demek iyi aile babası? “Çocuklarıma çok vakit ayırıyorum” diyorlar. Bunlar çok kolpa laflar. Fazla vakit ayırıyorsun da ne yapıyorsun? “E, beraber Garfield seyrediyoruz.” Yemişim Garfield’ı!


“Alman kültürü disiplin verir ama zarafeti alır”

Kızlarınızla ilişkiniz nasıl, yumuşak bir baba mısınız?

Ben yumuşak bir babayımdır ama gerekli anlarda da aslanlar gibi yumuşak olmam. Yumuşak baba ol, ondan sonra Reşat Nuri Güntekin’in “Yaprak Dökümü”ne döner iş. Kızlarımın yumuşak babanın şımarık kızları olarak yetişmesi benim için korkunç bir kabustur.

Alman disiplini mi var evde?

Mantığa dayalı disiplini severim. Ben Alman kültürüyle yetiştim. Alman kültürü insandan zarafeti alır, inceliği, duygusallığı, sanatçı ruhu alır. Ama inanılmaz bir analitik düşünme yeteneği kazandırır, hayat disiplini verir, ne zaman ve ne kadar risk alacağını ezberletir. Dünyanın reel aleminde, matematikte, iş hayatında, sanayide çok önemli bir kültürdür. Ama sanat derseniz... Ben ne zaman bir Alman şarkısı dinlesem III. Dünya Harbi mi başlıyor diyorum. 

Haberin Devamı

“Bizim sınıftaki kızlar çok iyi yerlere geldi ama duygusallığı kaybetti”

Ben de İstanbul Erkek’liyim. Bizde  uzun zamandır kız-erkek karışık olmasına rağmen, kızların sayısı hep çok azdır. Bu kadar erkek egemen bir dünyada yetişmenin bugünkü sert tavrınızda etkisi var mı?

Alman kültürü kız öğrencilere çok şey kazandırır, hepsi ayaklarının üzerinde dimdik durmayı, iyi meslek sahibi olmayı öğrendiler. Benim sınıf arkadaşlarım çok iyi yerlere gelmiş kadınlar oldular. Ama bir sıkıntı var sizlerde. Aşk hayatınızı iyi götüremiyorsunuz. Alman kültürü kadında aşk hayatını bitirir. Bak ağır bir laftır bu. Duygusallığınızı kaybediyorsunuz, şeklen duygusalsınız. İstanbul Erkek, Alman ve Avusturya Lisesi’nden yetişmiş kız çocukları -tabii ki istisnaları vardır- birçok önemli kademede iyi paralar kazanan, büyük sorumluluklar alan kadınlardır ama aşk hayatlarında hep acı çekmişlerdir. Sen de zorlanıyorsun değil mi? Tedavisi bende.

Haberin Devamı

Nedir o ?

Bütün bildiklerini unutacaksın.

Siz kızlarınızı Alman okuluna yollar mısınız?

Yollamam. Alman kültürü hayatta çok az hata yaptırır. Bu açıdan bu kültürle yetişmeleri hoşuma gider. Ama bir tarafta da hayat kariyerden mi ibaret kardeşim? Evlenecek barklanacak, çocukları olacak. Arada kaldım.

“Erman Toroğlu ile benim hakemliğimi karşılaştırmak Mercedes ile Murat 124’ü karşılaştırmak gibi olur”

Erman Toroğlu ile dost musunuz, rakip misiniz?

Türk hakemliğinin onur miladı Erman Toroğlu’dur. 1980’lerin sonunda Türk hakemliği yerlerde sürünürken sahalara Erman Toroğlu diye bir adam çıktı. Robin Hood gibi. Türk hakemliğinin onurunu kurtardı. Asla çok büyük bir hakem değildi ama hakemliğe çok şey kazandırdı. Ama kendi hakemliğimi Erman Toroğlu’nun hakemliğiyle mukayese etmem. Mercedes ile Murat 134’ün mukayesesi gibi olur.

Futbol yorumculuğunda?

Aaa, futbol yorumculuğunda o bir Ferrari’dir.

Bu yılın şampiyonu kim olur sizce?

Sezon başında Galatasaray şampiyon olur diyordum ama lig öyle bir hale geldi ki, Sivasspor bile olursa kimse şaşırmasın. Çok zor bir lig bekliyor bizi. Hâlâ favorim Galatasaray. Ama kimin olmasını istersin dersen Sivasspor derim. Cumhuriyet tarihinde bir ilk olur.

“Bikinili fotoğraflarımın hangisi yakışmış diye baktım”

Bikini konusuna çok sakin yaklaştınız.

E n’apıcaktım? Yapılmış bir espri bu, taahhüt değil ki. Soyunma odasında yapılmış bir espri, Türkiye’nin gündemine oturdu, boy boy bikinili fotoğraflar bastılar.

Neden bikini giyerim dediniz? Bikini giymek küçültücü bir şey mi?

Aslında paradoksal cinsellikle bezenmiş böylesine aykırı bir esprinin altında matematik bilimi, Freudyen bir yaklaşım yatıyor. Çoluk çocuk sahibi bir erkeğin bikini giymesi ne kadar imkansızsa, Fenerbahçe’nin Sevilla’yı yenmesi o kadar imkansıza yakın demek istedim.

Maç bitti, Fener turu atladı. O anda “Eyvah” dediniz mi?

Yok canım, benim hanım Fenerbahçelidir, çok sevindik birlikte. Sonra gittim yattım, sabah bir kalktım ki yüz binlerce kişi “Ahmet hoca bikini giysene” diye bağırıyor.

Bikinili fotoğraflarınıza güldünüz mü?

Güldüm tabii. Çok güldüm, hatta baktım hangisi yakışmış diye... 

 Kızlarınızın canı sıkıldı mı o fotoğraflara?

Bir-iki gün “Ya baba bu ne” filan dediler, geçti. Asıl hanımla problem yaşadık biraz. Dedim ki, bunu bir hata olarak görüyorsan bu bir iş kazası. Ben bugün dünyaca ünlü bir beyin cerrahı olarak bir kişinin ölümüne neden olabilirdim. Bu ağır bir suç. Ama bu bir espri... Makara yaptık, Türk basını da makarayla cevap verdi. Ne mutlu bana ki esprim insanları güldürdü.

Sevilla ile oynanan rövanş maçındaki Fenerbahçe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sevilla’da şanssızlığına rağmen iyi oynayarak tur atladı. O maçtan bir tek ders çıktı. Volkan için konuşuyorum, yediği iki golden sonra maç öyle bitseydi Fenerbahçe’den kovarlardı. Oysa ki şimdi 100 yaşına da gelse Sevilla panteri olarak anılacak. Bir üçüncü gol yese bitmişti her şey, Volkan topun ağzındaydı.

Sizin de kafanız rahattı. Bikini mikini derdi olmayacaktı..

Hayır canım, Fenerbahçe eledi, yemişim bikinisini! Aman benle makara yapmasınlar diye Fenerbahçe’nin uluslararası başarısını mı engelleyeyim? Bilsem ki Fenerbahçe bir turu daha geçecek, ben yine böyle aykırı bir espri yapayım, bir hafta daha konuşsunlar. 

 Fenerbahçe’nin Chelsea karşısında şansı ne olur?

Fenerbahçe çok ama çok kötü bir kura çekti. Baktığında Schalke dışında birbirine eş takımlar vardı. Ama Chelsea hemen hemen hiç gol şansı vermeyen bir takım. Fenerbahçe’nin şansı çok çok az. Ama futbol bu; adama bikini de, jartiyer de giydirir. Eğer Fenerbahçe Chelsea’yi elerse; Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğu ve Türkiye’nin dünya üçüncülüğünden sonra Türk futbolunun en büyük üçüncü sürprizini yapar. Ve Fenerbahçe Chelsea’yi elediği an, uluslarararası alandaki en büyük markamız Galatasaray değil, Fenerbahçe haline gelir.

Chelsea’yi yenip de turu geçerse...

Ondan sonra kupanın en tehlikeli takımı olur, herkes Fenerbahçe’den hayalet gibi korkar.

“Kılıbığın kralıyım”

Evde tutucu musunuz?

Bazı konularda. Aile işlerinde yüzde 90 olayda hanımın dediği olur, kılıbığın kralıyımdır. Ama bir yüzde 10 vardır ki, sormam bile.

Neye tekabül ediyor o yüzde 10?

Çok şeye. O konularda ne hanımım ne de çocuklarım ağızlarını açabilir.

Televizyondan çok para kazandınız mı?

Hayır, kazanmadım. Millet diyor ki “Bundan bir sene önce reklamdan 3,5 milyon dolar almışsın”. Vallahi billahi 100 bin dolar bile almadım. Hayatımı rahat derecede devam ettirecek parayı kazanıyorum ama o konuşulan rakamlar yok.

En büyük lüksünüz nedir?

Rahat olmam.  İnsanlara hava atmak için arabam, kol saatim, kılık kıyafetim şuyum buyum, o işlere girmem.

Gece hayatı, çapkınlık hikayeleriniz de olmadı sizin.

En nefret ettiğim şey gece hayatıdır. Hayatım boyunca içtiğim içkiyi toplasanız iki şişeyi geçmez, keyif almıyorum.

“Beni vurduranı biliyorum, karşılaştığımda sarılıp öperim”

Üç yıl önce sokak ortasında vuruldunuz. İlk kurşunu yediğinizde aklınızdan ne geçti?

Bir, ölüyorum. Ulan iki ufacık çocuk babasız kaldı, yazık oldu çocuklara. İki, kurşunları bele yedik, felç kalabiliriz. Üç, sakat kalmadan kurtulursam bundan sonra çocuklarım, eşim büyük bir korkuyla yaşayacaklar. Nereden bakarsan bak, tablo çok karanlıktı.

Sizi vuran hâlâ yakalanamadı. Düşmanızın kim olduğunu bilmeden yaşamak zor değil mi?

Beni vurduranı tahmin ediyorum. İki kişiden biri ama hangisi bilmiyorum, fifti fifti.

Bu bilgiyle yaşıyorsunuz yani.

Tabii. Hatta ikisiyle de herhangi bir yerde karşılaştığım an sarılıp öperim.

Neden?

Hiçbir sakatlık kalmadan yaşıyorum da ondan.

İntikam isteği yok mu?

Kimseye kin beslemem. Her insan bir şey yapmışsa kendine göre haklıdır. Size göre ya da toplum değerlerine göre haklı olmasa bile. Hayata bakışım aslında çok yumuşaktır.

“Ben sahalarda kendimi arıyorum ama bulamıyorum”

Bir hakemin en zor anı hangisidir?

Maça çıkarken oyuncularla göz göze geldiği andır. Geçmişinde yanlışlar yaptığın oyuncuların gözüne bakamıyorsan senin için en zorudur. Bir hakemin gücü, sahaya çıkıp oyuncuların kendisine doğru geldikleri anda başlar. Gerisi teferruatır.

Bugün en beğendiğiniz hakem kim?

Kime elimi atsam elimde kalıyor. İsim veriyorum, nazar değiyor, iki hafta sonra maçın içine ediyor. Ama şunu da itiraf etmem lazım; sahalarda kendimi arıyorum ama bulamıyorum.

Biraz erken bırakmadınız mı hakemliği?

Çok erken bıraktım, 36 yaşındaydım. Artık sıkılmıştım. Hem fizik olarak zorluk çekiyordum hem de Türkiye’de yönettiğim derbiler kesmiyordu.

Maça gidiyor musunuz?

Çok az. Son 10 senede toplasan dört-beş kere gitmişimdir. Türkiye’de maça gitmek yarım gün demek. Arabanı nereye bırakacaksın, içeri girince nerede oturacaksın, istiyorum ki artık otel şartlarında maça gidelim.


Küfrederler diye de çekiniyor musunuz?

Hiç. Ne olacak yani, 5 bin kişi küfrederse eder. Ben acı patlıcanım. Bundan sonra beni ya karnıyarık gibi ortadan ayırıp içime kıyma koyacaksınız ya da imambayıldı yapacaksınız. Öyle kırağı mırağı çalmaz beni.

Bu gücü nereden alıyorsunuz?

Bilmiyorum. Ben bir insanın hayatta yaşadığı müthiş güzelliklerin ve acıların neredeyse hepsini yaşadım. Biliyorum ki bütün pohpohlamalar da, yerden yere vurmalar da suni. Zaten yeniyetmelere hep şunu söylüyorum; şöhret uyuşturucudur.

Hiç aklınızdan geçer mi, hakemliği bırakıp köşeme çekilseydim, rahat etseydim diye.

Ben hastayım, adrenalin bağımlısıyım. 25 sene adrenalin bağımlılığı yaşamış bir erkeğin 40’ından sonra Kanarya Sevenler Derneği’nde kanarya işlerine girmesi, bahçede domates yetiştirmesi ya da balık tutması kabul edilemez. Düşünün maçınız pazar günü, çarşambadan adrenalin başlıyor. Aynı uyuşturucu gibi, alkol gibi bağımlılık yapar. Ben şu anda son derece huzurlu, monoton bir hayattan zevk alamam.

“Kimse bana hesap soramaz”

Eşinizin kuzeni Necdet Ersoy 1907 Derneği’nin eski başkanı, babanız da Beşiktaş’ta Divan üyeliği yapmış. Ama siz hangi takımı tuttuğunuz konusunda ser verip sır vermiyorsunuz.

20 senedir benim umrumda değil takımlar. Çocukken tutmuyordum dersem yalancılık yapmış olurum. Küçükken gönül verdiğimiz bir renk vardı tabii. Lakin bunu söylememin kimseye faydası yok. Yaptığınız her yorum, geçmişte çaldığınız her düdük buna yorulur. Muhtemelen üç büyük takımdan birini tutuyordum, herhalde Cibalispor’u tutmuyordum.

Eşinizin ailesi de sıkı Fenerli, hakemlik döneminizde Fenerbahçe aleyhinde çaldığınız düdükleri tartışıyor muydunuz?

Henüz iki aylık evliydik. Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetiyorum, maçı Galatasaray kazandı, bir de tartışmalı penaltı var. Eve bir geldim; kayınpederde bir karış surat, hanımda bir karış surat... Bir laf söylemeye kalktı kayınpeder, dedim ki “Bak, yeni damadınızım. Sahada vermiş olduğum karar için bir Tanrı benden hesap sorar bir de vicdanım”. Mesaj algılandı, konu orada kapandı.

“Futbol aleminde hiç kimseyi Özhan Canaydın’ı sevdiğim kadar sevmedim”

Yıllardır televizyonda yorum yapıyorsunuz ama “Şansa Bak” yarışmasıyla başka bir TV figürü oldunuz. Yarışmadaki üslubunuz konseptin bir parçası mı, yoksa siz başka türlüsünü yapamıyor musunuz?

Rüyhan Duralı denen bir sanat harikası var. 30 yaşında, televizyonu ve reytingi avcunun içi gibi biliyor. Bir gün bana geldi, “Böyle bir format var, ne dersin?” dedi. Bak dalgana lan, dedim, ne işim var sunuculukla! Sonra ikna etti beni. Ama bugün ben su satsam ya da varoşta çorbacı dükkanı açsam, farklı olmam lazım. Başkası gibi yapamam, duygusal patlama yapmam lazım.

Bazen fena azarlıyorsunuz yarışmacıları. Bozulmuyorlar mı?

Yaptığım bütün espriler, ifade biçimlerim yarışmacının belirlediği sınırlar içindedir. Bir delikanlı “Bana adımla hitap etme” derse, hemen uyarım. Metazori işler yoktur bizde.
“Ben krala çıplak derim”

Sizi seven var, kızan var, abartılı bulan var...

Ruh hastası bulan var; megaloman, küstah, ukala, terbiyesiz bulan var. Hepsine eyvallah, ben hepsiyim. Herifin biri orada abuk sabuk yalanlar söyleyecek, ben terbiyelim diye ona reaksiyon göstermeyeceğim. Bu mu terbiye? Ben krala çıplak derim kardeşim. Hakkımda ne düşünülüyorsa ben iki katıyım.

Arada bir “Biraz fevri konuştum, keşke bu kadar ileri gitmeseydim” dediğiniz oluyor mu?

Sütten çıkmış ak kaşık değilim. Zaman zaman gereksiz terbiyesizlikler, küstahlıklar yapmışımdır. Zaman zaman da hak etmediği halde bazı insanların kalbini kırmışımdır.

Kimin mesela?

Özhan Canaydın’ın. Babam yaşındaki adama bir dalmışım yayında, sonra seyrederken fark ettim. Kalbini kırmışım, haksızlık etmişim. Sonra Özhan beyle buluştuk. Dedim ki, “Özhan bey, ben burada kantarın topuzunu kaçırmışım”. Çok iyi dost olduk. 25-30 yıldır futbol aleminin içindeyim, iki adamı çok sevdim. Biri Süleyman Seba, ki baba dostumdur. Ama futbol aleminde hiç kimseyi sevmedim Özhan Canaydın’ı sevdiğim kadar.