Pazar Yunanistan'ın ilk başkentinde...

Yunanistan'ın ilk başkentinde...

23.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yunanistan'ın Mora Yarımadası ayrı bir dünya. Nauflion-Mora Yenişehri'nde dolaşırken 18'inci yüzyıl Osmanlı medeniyetinin izlerini her yerde Venedik kalıntılarıyla birlikte görmek mümkün

Yunanistanın ilk başkentinde...

Paralel caddede yürüyoruz, İoannis Kapodistrias Sokağı; Yunanistan'ın ilk cumhurbaşkanının adını taşıyor. Yunan ihtilali İtalyan ihtilalci Manzini'nin fikirleriyle ve Avrupa'daki Yunan diasporasının fikri örgütlemesiyle başladı. Malum, bizdeki kolaycı tarihçilerin zannettiği gibi bu ayaklanmada Fener Patrikhanesi'nin hiçbir öncü, hatta artçı rolü bile yoktur. Kilise eski Bizans imparatorluğunun geniş sınırlarında yaşamayı her şeyin üstünde tutmuştur. Eğer o sınırlar yeni imparatorluğun yani Osmanlı'nın elinde ise ve Osmanlı da onlara ruhani ve idari yetkiler veriyorsa, küçük ülkede ulusal devlet kurmanın hiçbir anlamı yoktur. Ayaklanmayı denizciler ve topraksız köylüler bazı metropolitlerin ve Kolokotronis gibi komitacıların önderliğinde başlattı. Hydra Adası'nın zengin armatörleri zorlamayla ayaklanmaya katıldı ve ayaklanma Avrupa'daki Lord Byron gibi ünlü Phil Hellen yani Yunanseverlerin katkısı ve desteğiyle ve büyük devletlerin müdahalesiyle başarıya ulaştı. Mora Yarımadası'nın Attika'ya bağlandığı bölgede 1829'da kurulan Yunanistan'ın ilk başkentindeyiz: Modern Nauflion'un ana meydanındaki eski Osmanlı Ulu Camii'nin duvarında bir levha; 1821'deki ayaklanmadan sonra kurulan ve 1829'dan sonra da hayatına devam eden ilk Yunan parlamentosunun bu binada toplandığını bildiriyor. Meydanın güney cephesinde mütevazı üç katlı bir taş bina; ilk Yunan hükümeti Atina'ya geçilene kadar burada çalışmış. Yunanistan'ın ilk bayrağı İtalyanlarınki gibi üç renkteydi, ilk devlet reisi de İoannis Kapodistrias... Fakir Yunanistan vergi bile toplayamıyordu. Yargı işlerini görmek için köylüler halk mahkemesi kuruyordu. Asayiş işlerini kimsenin meydanda gördüğümüz mütevazı taş konaktan beklemesi mümkün değildi. Kolokotronis gibi komutanlardan adeta pazarlıkla, ücret ödenerek kendi kuvvetleriyle asayişi sağlamaları isteniyordu. Cumhurbaşkanı Kapodistrias idealistti, köylülere toprak dağıtma sevdasına kapıldı ve bu sokağın üzerinde suikasta uğradı. Bir imparatorluktan anarşi içindeki bir cumhuriyete geçişin hikayesi burada, Osmanlı'dan kalan son eserin kitabesinde; "Sahib'ül hayrat ve'l hasenat Turnai el hac Mehmed Ağa'nın hayratı, sene 1217 (1801)" yazılı... Anıtsal çeşmenin önünde duruyorsunuz karşıda küçük Kapodistrias Oteli, biraz ötede de Lord Byron Oteli. Çeşmenin yanındaki merdivenlerden tırmandığımızda "Franga Kilise" yani Frenk kilisesi denen, camiden çevrilme Katolik kilisesine giriyorsunuz. Duvarlarda Yunan ayaklanmasına katılan Yunan dostu Avrupalı savaşçıların isimleri.Yunanistan cumhuriyet rejimi ile bağımsızlığına devam edemedi, Avrupalılar müdahale ettiler. Büyük devlet hanedanlarından kral gelemezdi. Bu nedenle adaylardan biri olan, gelecekteki Kraliçe Victoria'nın amcası olan Prens Albert listeden çizildi. Bavyera Prensi Otto 1832 yılında yeni devletin hükümdarı olarak seçildi ve Nauplion'da karaya çıktı. Tasavvurları çılgıncaydı, ilk işi vergi toplayamayan devlete Atina'yı başkent seçip imarına başlamak oldu. Yunancası daha doğrusu eski Yunancası iyiydi, Almanya'da öğrenmişti; ne halkın konuştuğu ne de yerli münevverlerin yazdığını beğeniyordu. Bu modern lehçeye Dimetiki deniyordu ve çok fazla Osmanlı'dan, Slavlardan ve Arnavutlardan kalma tabirlerle doluydu. Elinde kırmızı kalemle bakanlarının verdiği lahiyaları düzelten, sert bir öğretmen olmuştu. Kendisiyle birlikte gelen kurmaylarına ve muhafızlara Yunan ayaklanmasını yürüten asker ve yerli komutanların tahammülü yoktu. Bir darbe daha, Otto derdest edildi gönderildi. Mora yenişehrinde ondan kalan hiçbir şey yok, sadece karısının adını taşıyan Kraliçe Amalia Caddesi dışında.Bizans'ın elindeyken 1247'de Haçlılara geçmiş bu bölge Batı feodalitesinin ve kilisesinin bütün baskılarını yaşamış, nihayet bölgeyi yöneten Enghlien hanedanı onu son dük Pietro Cornaro'nun eliyle Venedik Cumhuriyeti'ne teslim etmiş. 1540'ta Türkler Venedik hakimiyetine son verdiler, Mora Yarımadası Türklerin oldu ve bu şehir de Mora Yenişehri olarak bölgenin başkenti. Avrupalılar müdahale etti İkinci Viyana Kuşatması'ndan sonra 1686'da bölge tekrar Venediklilerin eline geçti. 29 yıl sonra 1715'te şehit Ali Paşa sayesinde Türkler bölgeye yeniden yerleştiler ve Venedik'i bölgeden attılar. Venediklilerin yaptığı ve her tarafını Venedik aslanlarıyla süsledikleri Palamidis Kalesi'ne yerleştiler. Şehirde 18'inci yüzyıl Osmanlı medeniyetinin izlerini her yerde Venedik kalıntılarıyla görmek mümkün ve Mora ayrı bir dünya.Geziyi yaptığımız başkonsolosumuz Beyza Üntuna ve Atina'daki maslahatgüzarımız Şander Gürbüz ile Yunan-Türk ilişkileri üzerinde konuşuyoruz. Bu iki ilgisi derin diplomatımızın da gözlemlerinden kaçmadığı gibi bu ülkenin bir farklı özelliği var. Yunanistan'ı yönetenler belirli siyasi hanedanlar; Mitçotakis'in kızı Dora Bakoyanni parlak bir Atina belediye başkanlığından sonra, dışişleri bakanlığı yapıyor ve şüphe yok geleceğin başbakanı. Şu andaki başbakan Karamanlis, amcası Karamanlis'in başbakan olarak Türkiye'ye gelmesinden 50 sene sonra resmen gelen ikinci Karamanlis. Muhalefetin lideri Yorgo Papandreu sadece partisinin değil, geniş bir sempatizan kitlesinin reyleriyle yeniden genel başkan. Babalarından ve amcalarından, hatta dedelerinden farklı olarak; her üç lider de birbiriyle gülünç kavgalar yapmıyor. Cunta zamanındaki uzun sürgün yıllarında birbirlerini yakından tanıdılar, belirli bir olgunluk elde ettiler; politika merdivenlerini daha ölçülü olarak tırmanıp tecrübe edindiler. Bu nedenle Türkiye ile kuru düşmanlık ve ucuz polemiğin yarar getirmeyeceğini görüyorlar. Yakındaki ziyaretin bu açıdan da faydalı geçmesini ve birbirine çok benzeyen bu iki ülkenin siyasi ilişkilerinde dengeyi tutturacağını ümit ederiz. n Osmanlı'dan kalan izler Not: Geçen haftaki "Tahran" yazımda Nezaret-i Umur-u Hariciye yani Dışişleri Bakanlığı üzerindeki bilgi noksanından bahsettim. Sağ olsun Fazıl Sak bey telefon ederek bu bilgiyi verdi. Zaman 1934, bu doğru. Mimar ise Gabriel Gorgiyan, sonradan binayı Vartan Avansiyan ve Gılıç Bazaliyan tamamlamışlar. Böylelikle herkesin bilmediği bir başka İranlı tarihçinin konuyu etraflı bir makaleyle ele aldığını öğrendik. Bizim memleketlerde bu iş böyledir, herkes her şeyi üstüne vazife edinmez.