The Black Keys: Bir Blues Rock Yolculuğu

Blues’un elektro hatlarıyla birleşmesiyle ortaya çıkan akım, onu tarzının merkezine çeken isimler için kilit bir öneme sahip olmuştur her zaman. Ağırlıklı olarak meselenin folk yönünü tutan ‘60’ların Bob Dylan’ı, yine ‘60’lar ortalarında Beatles bitişiğinden okyanus ötesine keşfe çıkan İngiliz The Rolling Stones’u ve ‘70’lerin Hard Rock’a yakın konumlanan Led Zeppelin’i.

50 yıl öncesindeki safi R&B ile Blues şeridine eklenmiş bir Rock’n Roll bu. Elvis’in askeri üniformayı çekip “emredersiniz efendim” dediği günlerde, gittikçe içi boşalan bir akımın yeni bir kimlik kazanmasında önemli bir adımdır Blues’daki gürültünün artması. Zira o gürültü hemen akabinde protest müziğin folk üzerinden yükselişini temsil edecek ve salt müzikal bir kırılmanın ötesinde savaş dönemi çocuklarını harekete geçirecekti.

Tamam, belki günümüzde böyle bir işlevi görmüyor; ne Rock’n Roll, ne de Blues esintileri. Belki de Bob Dylan gideli çok oldu, R&B’ye elektrik gitarını karıştırarak tutucu Blues’cularla kavgaya girişen Keith Richards artık 70 yaşında ve deneyselliğin dip noktasına çıkan Pink Floyd’u Barrett’in o dibe düşmesiyle yüksek satış rakamlarına teslim edeli 40 yıl kadar oluyor.

Bunların hepsi zamanın bir fani beden üzerindeki etkileri olarak kabul edilebilir, ama Blues Rock muhtelif virajları dolaşarak –kimi hasarlar almasına karşın- hala ses vermeye devam ediyor.

The Black Keys’in geçtiğimiz ay yayımlanan yeni stüdyo albümü “Turn Blue”yu da devam eden o sesin yansımaları arasında görmek zor değil. Psychedelic’in arka sokaklarında dolanıyor buradaki şarkılar. Kaydın altyapısını örten ve mevcut tavrı yarım asır öncesine ileten bir Soul kumaşı ise neredeyse her outro anlarında karşıda beliriyor.

Ohio çıkışlı duo’nun bu yeni şarkıları, hem 2010’daki ilk büyük kırılma “Brothers” öncesi çalışmalara, hem de bugünden geriye doğru zirvede geçirilmiş 4 yılın dehlizlerindeki teklilere aynı oranda el uzatıyor.

Onlara dair ilk LP olan “The Big Come Up” bağımsız plak şirketi Alive etiketiyle yayımlandığında yıl 2003’tü. Grammy ahalisi ve muhtelif festivallerin karanlığa dönük saatleri “Brothers” ve hemen bir yıl sonraya yetişen “El Camino”nun ardından ajandalarına ekledi onları. Tek bir kaynak üzerine inşa edilen ilk dönem kayıtları Grammy’ye uzanan bu yolda bir takım tarz dönüşümleri yaşadı. Merkeze yaklaşmak istediler. Bu da yeni adımlara, hatta o yeni adımların sonrasında da ikinci yeni perde geçişlerine çıkardı onları. “Brothers” ve “El Camino” işte böyle bir denkliği karşılıyor. 2010 ve 2011 yıllarının ardından dünyaya daha geniş pencere açtı The Black Keys.

Garage Rock detayındaki yolu genişleterek akılda kalıcı geçişlere ulaştılar ve daha önemlisi Danger Mouse ile çalışmaya başladılar. The Black Keys'in bölüm ayrımı için 2010 yılını gösterdik, ama en az onun kadar önemlidir bir önceki LP’leri. Majör bir plak şirketine geçiş ve prodüktör alanını Mouse ile birlikte ilerletmeye başlamak… “Attack Release” ile geçirilen 2008, 3 yıl sonra kazanılacak Grammy’lerin ilk adımıydı belki de.

2014 sayfası ise mart ayı yaşanırken ‘Fever’dan açılmış, yaklaşık 1 ay sonra da albümle aynı adlı şarkı çıkagelmişti. Albümün ilk sinyalleriydi bunlar. Tüme varım için yeterince heyecanlanmak mümkündü o birkaç dakika boyunca. Ritimsel dönüşümler, kirli gitar akımının diyaframdaki karşılığı “Turn Blue”nun iyiye işaretlerinden biriydi. Ardından LP’nin tüm şarkıları ufukta göründü ve Dan Auerbach’a ait vokalin, The Black Keys’in en az diğer %50’sine tekabül eden Patrick Carney’e bağlı davul ataklarıyla yine bütünlüğü yakalamayı başardığı netleşti. Bu durum sekizinci stüdyo albümünü hayata geçiren bir topluluk için pek ağır bir mesai değil şüphesiz, ama “Turn Blue”nun üzerinde oynadığı bir ince kırmızı hat daha var: Grup adına iki farklı süreci birleştiriyor ve daha da önemlisi geriye dönmeden, her iki süreç arasında bir seçime girişmeden yapıyor bunu.

Açılış ‘Weight of Love’dan. Gitardaki yankılardan güç alınıyor, final anlarına doğru geri vokalin parmak izlerinin belli olmasıyla yükseldikçe yükseliyor 1. no’lu şarkı. California-Michigan-Tennessee üçgeninde kaydedilen albüm, öncekilere nazaran daha zifiri alanlara oynadığını henüz ilk basamağında belli ediyor. ‘Bullet in the Brain’ grup adına aşina olduğumuz tonların ağırlığını değiştirirken, Synthesizer’ın en ön sırayı bass gitarla paylaştığı ’10 Lovers’ ise Danger Mouse varlığını tekrar hatırlatıyor.

‘In Our Prime’ ile kendi zirvesine dokunup ‘Gotta Get Away’ sınırındaki kapanışa kadar sirayetini artıran Dan-Patrick ikilisiyle yol alıyoruz. Düşüşlere de bulaşıyor, ama en çok siyaha oynuyor “Turn Blue”. Yavaş, düşünceli, karmaşık ve aynı zamanda sadeliğe koşan bir The Black Keys bu. Hepsini aynı anda yapmaya çalışmıyor, yapıyor.

Özetle, Blues Rock’ın devamına dair iyi kayıtlara uzanan topluluklardan biri yeni albümüyle de bulunduğu konumu terk etmediğini vurguluyor. 50 yıl geriye uzanmanın yanında, ara dönem tarz geçişlerinden de destek alıyor “Turn Blue”.


Tam da bu nedenle The Black Keys’in bu yeni şarkıları hem bağlı olduğu külliyatı dolaşıyor, hem de tarihsel bir akımı güncele çekiyor.

Haberin Devamı

Albümde Yer Alan Şarkılar

Haberin Devamı
  1. Weight of Love
  2. In Time
  3. Turn Blue
  4. Fever
  5. Year in Review
  6. Bullet in the Brain
  7. It's Up to You Now
  8. Waiting on Words
  9. 10 Lovers
  10. In Our Prime
  11. Gotta Get Away


Twitter / @BekirzgrAybar
bekirozguraybar@gmail.com

Haberin Devamı