Editörün Seçtikleri Ben annemi özledim

Ben annemi özledim

30.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ben annemi özledim

Ben annemi özledim


Gaziosmanpaşa Misafirhanesi'ndeki "Minik Kosova" gazetecileri görünce "Uuuu - Çeee - Kaaa" diye bağırıyor. Kimi, yollarda ailesini kaybetmiş. Kimi annesinden ayrı gelmiş...


Sanki fırtınaya kaptırmış salıncağı. Son hız o gökten bu göğe gidip geliyor. Saçlarının herbir teli kendine gidecek farklı bir yön bulabiliyor. Gazeteci olduğumuzu anlar anlamaz salıncağın limitlerini daha da zorlayıp "Uuuu - Çeee - Kaaa" diye bağırıyor. Üç harf gökten parktaki çocukların kafasına düşüyor. Sıtma gibi hepsinin diline bulaşıyor. "Uuuu - Çeee - Kaaa"
Kosovalı mültecilerin kaldığı Kırklareli'ndeki Gaziosmanpaşa Misafirhanesi'ndeki çocuklar, ya asker, ya gazeteci ya da kameraman olmak istiyor.
Ne de olsa önce savaşı yaşadılar, Kosova sınırlarının dışına adım atar atmaz da binlerce gazetecinin fotoğraf makinası ve kameralarıyla karşılaştılar.
Korktular, acıktılar, üşüdüler, oyun oynadılar, bazen öldüler, böyle birden bire gelen değişikliği, ne olup ne bittiğini hiç anlamadılar.
Sonunda kameralara alıştılar. Kamptaki işleri okula gitmek, oyun oynamak, amaçsızca koşuşturmak, salıncakta sallanmak, kedileri kovalamak, bir kap alıp yemek kuyruğuna girmek, uğur böceği toplamak, oyuncak için kavga etmek.
İşlerine sonuna kadar sadıklar. Yalnızca iki şey gönüllü olarak işlerini ertelettiriyor. Kamera ve oyuncak kamyonu.

Mülteci öğretmenler

Kamera gördüklerinde herşeyi olduğu gibi bırakıp kıpırdamadan zafer işareti yapıyorlar. Oyuncak kamyonu geldiğinde de peşine takılıyorlar. Kırmızı olan yanakları ateş kırmızısı olup alevler fışkırtıyor. Oyuncağını kapan işinin başına dönüyor.
"UÇK ne demek?" diye sorulduğunda kendilerinden emin binbir çeşit yanıt veriyorlar.
"Kosova demek."
"Sırplar kötü demek."
Ve hatta, "Mesela araba gibi oyuncaklar demek."
Zafer işaretini daha da minikler pek tutturamıyor. Açılan tombul parmaklar iki yerine bazen dört bazen de beş oluyor.
Okul çağında olanlar kamp içindeki 21 derslikli okulda eğitim görüyor. İlkokuldan liseye kadar. Öğretmenleri de kendileri gibi mülteci. Arnavutça eğitim görüyorlar. Kosovalı Türk çocuklar da servisle kamp dışındaki okullara gidiyorlar. Şikayetleri yeterli kitap ve defter olmayışı.
Şikayetlerini dile getirmeyi biliyorlar. Beş yaşındaki Elma yanımıza yaklaşıyor:
"Patikalarıma bak"
"Aaa yırtılmış!"
"Depodan bana alır mısın?"

Sahipsiz çocuklar

Bazıları yollarda anne babasını kaybetmiş. Fatim Ahmedi'nin annesi Almanya'ya gönderilmiş. Labinota Vasalin ise ne annesinin ne de babasının nerede olduğunu bilmiyor. Daha Priştina'dayken birbirlerini kaybetmişler. Labinota başka büyüklerin yardımıyla sınırı geçmiş. Ailesini merak ediyor. Çok özlüyor.
Çocuklarının izini kaybedip kampa gelen Remziye Brişa ise, "En çok sahipsiz sabilerin (çocukların) durumuna üzülüyorum. Başından beri en büyük zorluğu onlar çekti" diyor.
Büyükler onları korumak, sağ salim Kosava'dan kaçırmak için başından beri çok yoruldu. Ama anneleri, kapı gibi babaları katıla katıla ağlarken küçükler de o zor günlerde onların yanaklarını okşamıştı. Moral vermişti.
Büyüklerin ellerinden tutup küçücük ayaklarıyla kilometrelerce kaçtılar, minicik midelerine günlerce ekmek girmedi, ellerini tutan büyük elleri kaybettiler, küçücük bedenleri bazen soğuğa ve hastalığa karşı koyamadı.
Acıktılar, üşüdüler, yoruldular, öldüler.
Suçlarının ne olduğunu hiç bir zaman bilmediler.
Her biri salıncakta son hız o gökten bu göğe uçmayı çoktan haketti.


Yazarlar