Kültür Sanat Bir arada yaşamanın adresi

Bir arada yaşamanın adresi

25.02.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Arno Gruen, "Empatinin Yitimi" ile daha önceki kitaplarının oluşturduğu hat üzerinden, otoriteyle kişiliğin etkileşimlerini derinlemesine incelemeye devam ediyor.

Bir arada yaşamanın adresi

AUSCHWITZ İLE HRANT DİNK CİNAYETİ ARASINDAKİ ORTAK NOKTA NEDİR? Arno Gruen'in şimdilerde Türkçeye çevrilmiş olan kitabı "Empatinin Yitimi"yle, daha önce yine Çitlembik Yayınları tarafında yayımlanmış "İçimizdeki Yabancı", "Normalliğin Deliliği" ve "Kendine İhanet" kitaplarının oluşturduğu hat üzerinden otoriteyle kişiliğin etkileşimlerini ve otoriteryen (hükmetmesi ve hükmedilmesi kolay) kişiliğin oluşum serüvenini ve sonuçlarını, birbirinden çarpıcı örneklerle ve kendine özgü akıcı bir anlatımla derinlemesine incelemeye devam ediyor. Ingeborg Bachmann'ın "Faşizm önce iki kişi arasında başlar" sözü, bireyi görmezden gelen ideoloji ve anlayışların eksikliğini işaret eder. Üstelik sadece sağda değil, solda da kendisini gösterebilen faşist anlayış ve uygulamaların önüne geçmek için, sadece toplumsal kurgularla ve üstyapı değişiklikleriyle değil, bireylerden başlayan değişimin önünü açmak gerektiğinin altını çizmektedir bu sözüyle Bachmann. Adorno, kendisinin olduğu gibi, Gruen'in de memleketi olan Almanya için, otoriteryen kişiliği yaratan kültürel özelliklere sahip olduğunu söylemiş ve Nazizmin Almanya'da gelişmesinin tesadüf olmadığını belirtmişti. Türkiye için de Adorno'nun otoriter kültür tanımına uygun özelliklere sahip olduğu, çeşitli düşünür ve bilim adamlarınca dile getirilir. Hatta küreselleşen kapitalizmle birlikte tüm dünyada ırkçılığın ulusalcılık kisvesi altında hortlamasının, bu türden otoriteryen özellikler gösteren toplumlarda büyük sorunlar yaratabileceğine Balkan ülkeleri üzerinden de tanık olmuştuk. Ama Gruen'in kitabında belirttiği gibi, insanlığın kendi tarihinden ders çıkaramaması ve bunu sadece toplumsal düzeyde değil, bireysel düzeyde de yeterince sorgulayamaması, Auschwitz toplama kampları gibi insanlık için utanç kaynağı olabilecek hadiseleri yaratan anlayışların günümüzde de kendisine taraftar bulabilmesine neden oluyor. Düşmanlık ve korkulardan beslenen iktidar ve güçler, empatinin kişiler ve toplumlar arasında yok olması için çaba gösterirler. Kişilerin birbirlerini rakip ve düşman olarak görmeleri, kendilerinin güçlenmesi için bir baş koşul olabilir. Empatiyle ilgili pek çok davranışın küçümsenmesi, soğukkanlı ve yırtıcı olmanın işyerlerinde, okullarda, siyasi yapılarda özendirilmesini başka türlü açıklayamayız. Hatta bu dayatmalara direnenlerin hasta olarak değerlendirilmesi bile mümkün. Kişilerin bu hastalıktan kurtulup iş yaşamında başarılı olmalarını ve duygularını kontrol ederek gerektiğinde nasıl acımasız olabileceklerini öğreten çok sayıda yayın ve terapi merkezinin varlığı da, bu tespitleri onaylar nitelikte gün geçtikçe çoğalıyor. Bireysel düzeyde sorgulamak Bu çok masumane (başarılı olmak gibi) nedenlerle dayatılan davranışlar, kutsal dava görünümüne büründürülmüş militarist yapılar, vicdanın yerine görevi, kimliğin yerine iktidarla özdeşleşmeyi koyan bireyler yaratıyor. Kendi sorumluluğunu üst sistemlere devreden yabancılaşmış kişiler, katı bir mantık içerisine oturttukları ve kurallarla (duvarlarla) ördükleri iç dünyalarında, duymazlıktan geldikleri bir 'kendilik' acısı yaşamak zorunda bırakılıyor. Kendilerine ihanet ederek içlerinde büyüttükleri nefreti ve acıyı, tabi oldukları otoritenin de onaylayabileceği bir kurban bularak, o kurban üzerinden yaşamaya çalışmaları kaçınılmaz hale geliyor. Arno Gruen'e örneğin "Auschwitz toplama kampı ve Hrant Dink cinayeti arasındaki ortak nokta nedir?" diye sorsaydık 'empati yeteneğini kaybetmiş insanların neler yapabileceğinin bir göstergesi' derdi muhtemelen. Gruen, anlatımını somutlaştırmak için çok sık örneklere başvuruyor. Empati yitimi ve kayıtsızlığın geldiği noktayı göstermesi açısından kitaptaki örnekler oldukça etkileyici. On bir yaşlarında iki çocuğun, iki yaşındaki bir çocuğu işkence ederek öldürmesi size akıldışı ve korkunç gelebilir, ama bu cinayetin bir sokakta, onlarca yetişkinin gözleri önünde ve onların tepkisini çekmeden gerçekleşmesi daha akıldışı ve korkunç değil midir? Kitapta bu kayıtsızlığın nedenleriyle o çocukları cinayet işlemeye iten sürecin aynı kökenlere sahip olduğunu görmek, kendimizi ve yaşadığımız toplumu yeniden değerlendirmeye itecektir diye düşünüyorum. Hrant Dink cinayeti