Kültür Sanat 'Derin Türkiye'nin lideri

'Derin Türkiye'nin lideri

26.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Derin Türkiye'nin lideri

Derin  Türkiyenin lideri






Geçen yıl, Kanal 7'de yayınlanan bir programda Süleyman Çobanoğlu, Ozan Arif'le söyleşiyordu. Geceyarısı laf bir ara 12 Eylül'e geldi. Ozan Arif Almanya sürgününü anlatmaya başladı. Bir de şiir okudu.
O sırada yayına bir telefon bağlanacağı haberini verdiler.
Arayan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dı.
İşten eve gelmiş, yorgun argın kanallar arasında dolaşırken bu söyleşiye takılıp kalmış, sürgün anılarıyla duygulanınca da telefona sarılmıştı.
Her gece aynı yorgunlukla zap yaparken, kanalları arayıp yayına girmeye çalışan yüzbinlerce Türk gibi...
Belki de onu diğer liderler arasında bir adım öne çıkaran, bu özelliği...
Kitle kültürünün siyasetteki temsilcisi olması...
O kültürün hem ürünü, hem de taşıyıcısı sayılması...

Kültürel faktör
Elbette Erdoğan'ın artık aşikar sayılan sandık zaferini değerlendirirken, Amerika'nın kol kanat germesinden, rakiplerinin zayıflığına, tarikat bağlantılarından medya desteğine kadar pek çok unsurdan söz etmek mümkün.
Ancak bu siyasi nedenleri besleyen önemli bir boyut daha var:
Kültür...
Erdoğan, toplumsal hiyerarşinin en alt katındaki ameleden, en üstteki sermayedara kadar herkese hitap edebilme yetisi ve hırsından beslenen kitle kültürünü bihakkın sindirmiş bir politikacı...
Bu özelliğinin bir kısmı yaşam öyküsünün bir armağanı...
Bir kısmını ise kendisi zaman içinde kazandı.
Biyografisindeki sır, bunun ancak Türk filmlerinde rastlanacak türden bir 'mucize öyküsü' olması...
'İlk sokak tahsilini Kasımpaşa'da simit satarak yapan delikanlı' efsanesi, 'çocukluğunda sığır otlatan çoban Başbakan' ya da 'eşekten düşüp kolunu kıran Cumhurbaşkanı' masallarına göre çok daha etkili ve kentli bir hikaye...
Kasımpaşalılık, Erdoğan'a damgasını vuran özellik adeta... Haline, tavrına, söylemine, giderek imajına sinen bir özelliği... Beyaz Saray'da Başkan Bush'un karşısında ayak ayak üstüne atışı bile İslamcı basında, Kasımpaşalılığıyla özdeşleştirildi.

Ortalamanın temsilcisi
Ancak her kitle kültürü ürününde olduğu gibi Erdoğan'da da her özelliğini dengeleyen, ona tamamen ters bir özellik bulmak mümkün...
Evet, bıçkın delikanlı ama, aynı zamanda Nakşi terbiye almış. Babasını üzdüğü zaman eğilip ayakkabılarını öpen bir çocukluktan geliyor.
Hem tekke adabına aşina; hem sokak kabadayılığına...
Yürüyüşünde hem bir tarikat erbabının tevazuu, hem de bir kenar mahalle delikanlısının ölçüsüz özgüveni var.
Necip Fazıl şiirlerini ezberinde taşıyacak kadar damardan İslamcı, ama 'iş icabı', Amerikan Musevi Komitesi'nin cesaret ödülünü alabilecek kadar pragmatist...
Okuduğu şiirden hapse girecek kadar dikkafalı; ama içeri girerken "Vur de vuralım" diyenlere "Oyuna gelmeyin" diyecek kadar temkinli...
Evde ailesi Bayhan'ı destekliyor, ama o Bayhan'ı protesto için jüri üyeliğini terk eden Deniz Seki'yi telefonla kutluyor.
Aynı anda iki uca birden savrulan bu nitelikleri, onu hem 'gariban'la, hem 'aydınla' buluşturuyor ve 'Ortalamanın temsilcisi' haline getiriyor.

Sokaktan gelen adam
Vurgulanması gereken çok önemli bir özelliği de 'sivil' oluşu...
Bayar-Menderes ikilisi CHP'den gelmişti. Demirel, Özal bürokrasiden süzüldüler. Mühendislerdi.
Erdoğan, düpedüz sokaktan geliyordu. Bürokraside örselenmeden, devlete bulaşmadan, hatta devlet tarafından hapse tıkılmasına rağmen (sayesinde?) tırmandı. Devletteki millet korkusunu, milletteki devlet kuşkusunu ustaca dengeledi. O kadar ki, hükümet olduktan sonra devlet karşısında - örneğin türban konusunda - eski sözlerini tamamen unutmuş gibi davranması bile tabanda rahatsızlık yaratmadı.
Çünkü onu baştan beri dikkatle izleyen yazar Ruşen Çakır'a göre "Devlete zıtlaşmaktan, sistem dışına sürüklenmekten yorgun düşmüş yüzbinlerce Milli Görüşçü, onu, kendilerini sorunsuz bir şekilde merkeze taşıyabilecek, özellikle de orduyla aralarını düzeltebilecek bir lider olarak görüyor"du. (Çakır- Çalmuk, "Bir Dönüşüm Öyküsü", Metis, 2001)
Belki o yüzden Ankara'nın zirvesindeki Başbakanlık konutu yerine, kendi gibilerin arasında, Subayevleri'nde oturmayı tercih etti Erdoğan... Ve akşam eve dönerken, arabasının bagajında gezdirdiği oyuncakları mahalle çocuklarına dağıttı.
Ama oğlunun düğününü İstanbul sosyetesi eşliğinde Lütfü Kırdar'da yapmaktan, hapisten çıkar çıkmaz TÜSİAD'la yemekte buluşmaktan çekinmedi.

Bayhan gibi
Sisteme kafa tutar gibi yaparak onunla uzlaşan bu tavır,
örselenmişliği ustaca gizleyen bu kabadayılık, bu gelenekselle moderni harmanlayan 'bir elde tespih, bir elde cep telefonu' formülü, kendisine modern hayat içinde yer açmaya çalışan muhafazakâr gençlik ve orta sınıflar arasında büyük ilgi gördü.
Erdoğan, bu tavrını, imamlıktan gelme belagati ve delikanlı jargonuyla birleştirdi.
Kasımpaşalılığını, dindarlığına ve Fenerbahçeliliğine bulayarak toplumda en geniş temsile sahip 3 unsuru ustaca harmanladı.
Sonuç:
En geniş kesime açılmayı başaran filmlerin, şarkıların, yıldızların, takımların, reklamların, haber sunucularının gişe başarısını siyasette yakaladı.
Reha Muhtar gibi, İbrahim Tatlıses gibi, Bayhan gibi bir kitle kültürü ürünü oldu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kültürel arka planı...
'Akıncı'
Türkiye'de öne çıkan parti liderlerinin, destekçileri kadar muarızlarının da dilinde yer etmiş 'veciz' ifadeleri olur hep. Demirel'in "Dün dündür, bugün de bugün" sözü buna bir örnektir. Erbakan'ın "Kadayıfın altı kızarmadan, üstü kızarmaz" sözü de; Özal'ın "Benim memurum işini bilir" sözü de...
Bunlardan bir tane de Tayyip Erdoğan'a ait olan var. Gerçi Erdoğan ifadenin sahibi değil, ama şu sözler artık onunla özdeşleşmiş durumda: "Minareler süngü / Kubbeler miğfer / Camiler kışlamızdır..."
Erdoğan, Malazgirt Savaşı öncesi Alparslan'la Romen Diyojen arasındaki konuşmanın şiirsel anlatımı olan bu dizeleri kendine has üslubuyla okuduğunda, meydandan zindana yol tuttu. Ama yolu oradan da Başbakanlığa uzandı. Okuduğu şiir onu, sevenlerinin gözünde 'kahraman' yaptığı kadar, kızanlarının gözünde de bir 'anti - kahraman' yaptı.
Gözlerden kaçan, daha doğrusu 'ihmal edilen' küçük bir nokta ise bu şiirin Cumhuriyet'in ideologlarından Ziya Gökalp'e ait olduğuydu!
Her halükarda Erdoğan'ın yıldızı biraz da bu şiirle parladı.
Ama yıldızlığa giden bu yolun başında, önce İmam - Hatip deneyimi, sonra da Nakşi tekkeleri yer almaktaydı. Hem bir 'Kuran bülbülü', hem İslamcı şair 'Necip Fazıl'ın meftunu, hem de Nakşi şeyhi Mehmet Zahit Kotku'nun müridiydi o.
Tüm bunlar, yani İmam - Hatip çıkışlı, Nakşi meşrepli ve 'Akıncı' olmak, onu siyasal olduğu kadar, 'kültürel' anlamda da İslami kimliğin taşıyıcısı kıldı. Özellikle popüler - halk İslamı'nın dilini konuşabilmek, memleketin azımsanmayacak sayıdaki dindar kesimlerini kucaklama imkanı verdi ona.

'Kasımpaşalı'
Nakşi şeyhlere olan 'rabıta'sı, Erdoğan'ın toplumun diğer kesimleriyle kültürel anlamda hiç irtibatı olmadığı anlamına gelmemekte. Aksine o, dindar bir hayatın dışındaki alt ve orta kesimlere de hitap eden bir 'mizaç' sahibi. Duruşu, konuşması, oturuşu-kalkışı ve yürüyüşüyle bir 'Kasımpaşalı' o!..
'Kasımpaşalı' Tayyip Erdoğan, tekkenin kalbe seslenen içine kapalı dünyası kadar, sokağın 'nefs'e hitap eden dışa dönük dünyasına da hayli aşina.
İstanbul'un en eski varoşu olan bir semtte büyümüş olmak, onu varoş kültürünün dindarlarla sınırlı kalmayan kesimlerine de yakınlaştırıyor kolaylıkla.
Mütedeyyinliğin dilini konuşabildiği ölçüde kenar mahalle lümpenliğinin dilini de biliyor. Nasıl racon kesilir, bir omuz önde diğeri arkada nasıl yürünür, nasıl delikanlı olunur gibi...
O yüzden iktidara geldiğinde Kasımpaşalılık ruhu da ayağa kalktı onunla, 'Alemin kralı, Kasımpaşalı' diye!..

'Fenerli'
Ama Kasımpaşalılık da Erdoğan'ın sahip olduğu kültürel kimliğin son sınırı değil. O aynı zamanda 'Fenerbahçeli'...
Fenerbahçe tutkusu, Erdoğan'ı, daha da geniş bir kesimle kültürel etkileşime açan bir boyut oluşturuyor. En önemlisi, onun, toplumun aşağı katmanlarına olduğu kadar 'yukarıdakiler'e de bağlanmasına bir 'köprü' bu.
Türkiye'de futbol, 'yurdum insanı'nı aşağıdan yukarıya sarmalayan kitle kültürünün temel yapı taşlarından biri artık. Kuşkusuz bu bakımdan en fazla avantaj üreten takım, taraftar kapasitesi itibarıyla Fenerbahçe. Tabii 'Fenerli' olmak da hatırı sayılır bir çoğunluğa sempatik gelebilme yolunda bir koşul.
Tayyip Erdoğan bu koşulu yerine getirecek kadar 'sıkı' Fenerli.
Medyada Fenerbahçe'nin haklarını ayan-beyan ve tarafgir izlenimi bırakmaya çekinmeden savunacak ölçüde gözü kara...
Dahası sıradan bir futbol geyiğinin ötesine geçecek çapta futbol kültürüne de sahip. Ne Demirel'in, ne Ecevit'in, ne Erbakan'ın ne de Özal'ın anlamadığı kadar anlıyor futboldan. Eski bir futbolcu olarak, maç izlemekten öte, futbolun 'içinden' gelen bir futbolsever o.

POPULER KÜLTÜR


'Derin Türkiye'nin lideri
'İmparator' gitti ' Delikanlı' atakta
Boş inançlarla 'dolu' hayatlar
"Sen Ayten olamazsın, Helga'sın!"
Şöhretler köşeleri tuttu
Koketler ve ayılar
Edebiyatın sanal alemi
Jinekoloji protestosu' nedir?
Biz ezelden beri...
POPUN YARIM ASRI / 1976
Meydanda lise son sloganları
Bobstil danışmanlar
'Alman işi' Nevruz barda kutlanır
Geçen hafta seçilenler