Editörün Seçtikleri Devrimin gardırobu

Devrimin gardırobu

26.06.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Devrimin gardırobu

Devrimin gardırobu

KURUCAŞİLE, Kapısu, Gideros ve Cide'yi geride bırakarak, bu kez Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'ya silah, cephane ulaştıran ve bu üstün gayretlerinden ötürü 9 Nisan 1924'de TBMM kararıyla "Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası" ile onurlandırılan, Atatürk'ün kıyafet devrimini yaptığı yiğit şehir İnebolu'ya uzanıyoruz.
Cide'den sonra da, daracık yollardan tırmanmaya başlıyoruz. Sanki tüm yol bize aitmiş gibi; ne giden, ne de gelen var. Çevremiz katır tırnakları, çam ve kayın ağaçlarıyla kaplı. İkide bir "Dikkat heyelan var" levhası karşımıza çıkıyor. Karayolları, "Dikkat heyelan yok" levhası koysa daha az masrafa girecek sanki. Geçtiğimiz köyler birbirinden güzel; kimi yalıda, kimi dağda, evlerin tümü de ahşap. İsimleri birbirinden ilginç; Kazallı, Yağmurlu, Sakallı, Denizkonak, Çayyaka, Akbayır, Aydıncık, Belyaka, Taşlıpınar gibi.
Çay içmek için 8 bin 500 nüfuslu bir ilçe olan Doğanyurt'a giriyoruz. Sahilde mendireğin karşısında "Kaptanın Yeri" adlı motel, denizde üstü kiremit damlı bir taka!
Yola devam ediyoruz. Yastepe ve Erkekarpa'ya geldiğimizde, yolun sağ tarafında harita gibi bir duvarla karşılaşıyoruz. Şaşkın nazarla baktığım zaman Garbis, buradaki kalıp ince taşların damlarda kullanıldığını söylüyor. Hakikaten İnebolu'ya yaklaştıkça hemen hemen tüm evlerin dam taşlarıyla kaplı olduğunu görüyoruz.
Ve İnebolu'ya girişte yörenin kendine has bordo renkli ahşap evleriyle yüzyüze geliyoruz, sanki yakut taşlı bir mücevher gibi.
Yağmur altında şehre girdiğimiz için, soluğu bir zamanların en iyi oteli olan, ama şimdilerde dökülen (zaten bizden bir hafta sonra tadilata giriyormuş) Deniz Otel'e yerleşiyoruz.
Ertesi sabah, 8 bin 500 nüfuslu olmasına rağmen 90 kahvesi bulunan İnebolu'da bir "kıraathane"de kahvaltı ediyoruz. Daha sonra, 76 yıl önce Yunan savaş gemilerinin bombaladığı, 25 Ağustos 1925'de de Atatürk'ün tarihi şapka nutkunda, "Bu serpuşun adına şapka denir" dediği, güzel İnebolu'nun dokulu evleri arasında dolaşıyoruz.

Bir zamanlar 30 bin kişinin yaşadığı, deniz ticaretinin çok yoğun olduğu İnebolu'da işler tersine dönüp karayollarına ağırlık verilince, para sahipleri soluğu büyük şehirlerde almış. İşyerleri bir bir kapanınca, ekmek parasını bile kazanamayanlar da İstanbul'un yolunu tutmuş. Kimi dokuma, torna, mobilya, gemicilik alanlarında çalışmaya başlamış, kimi de milli piyango bileti, (piyangocuların yüzde 75'i İnebolulu) balık ekmek satmaya başlamış. Oysa ki, cumhuriyetin ilk yıllarında ticaret odasına sahip 5 ilden biri olan İnebolu'da, Küre'den pirit ve bakırın yanısıra yumurta, meyva da ihraç ediliyormuş.
Son yıllarda 290 kişinin biraraya gelip kurduğu Kastamonu Holding'se, eski günleri geri getirmek için atağa geçmiş. Okuma yazma oranının çok yüksek olduğu yerleşik İnebolu halkı da, kendi kültür mirasına sahip çıkmak için elindeki kısıtlı imkanlarla evlerini onarmaya başlamış, tüm çabasını turizm alanında sesini duyurmaya adamış.

Şehrin içinde dolaştıktan sonra, Atatürk'ün üç gün kaldığı, dik bir yokuşun üzerindeki Karagülle evine doğru uzanıyoruz. Sokağın bir köşesinden at arabası çıkıyor, arkasından yaşlı bir kadın. Fotoğraf çekmek istediğimizi söyleyince tatlı tatlı gülüp, poz veriyor objektifimize. Karaca Mahallesi'nden geçip, ağaçlıklı bir yoldan kıvrılarak sadece merdivenleri ve kuyusu kalan Manastır Harabeleri'nin bulunduğu Geriş tepesinden o olağanüstü manzarayı seyrediyoruz.
Dönüşe geçtiğimiz zaman, İnebolu'nun 1 kilometre dışına çıkıp, bu kez Patrios, yeni adı Karadeniz olan mahalleye geliyoruz. Evler aynı, sokaklar aynı; kişiler değişmiş sadece. Sararan takvim yapraklarını hızla geriye çeviriyoruz. Şık kostümleri içinde omuzunda bir sopa, eve dönüş yolunda yürürken o akşamki çakır keyfiyle birlikte rıskını taşıyan Aleko. Sopanın ucunda kar beyazı mendil, içinde sıcacık bir somun ekmek. Meyva bahçeleri arasındaki şık konaklardan yükselen kahkahalar ve buzukinin hoş nameleri...
Dayanamayıp son kez bakıyoruz tarihi dokuyu koruyarak, doğa ile uyumlu şehir örneklerinin nadir temsilcisi olan İnebolu'ya.
Yolumuz artık bizi birbirinden güzel sahillere sahip İnebolu'dan koparıp, önümüzdeki hafta kaleme alacağımız Gemiciler, Abana, Çatalzeytin'e sürüklüyor.

* İnebolu'da belediyeye ait deniz kenarındaki Yakamoz Tatil Köyü'nde şipşirin 30 ev var. Bu evlerin tümünde buzdolabı, sıcak su bulunuyor. Fiyat, kişi başı 650 bin lira. Telefon 0 366 811 43 05. Motel bölümünde 4 oda suit, gerisi 2 kişilik. Burada konaklamak 750 bin lira. Telefon 0 366 811 31 00. Şehrin içinde 70 yataklı Öğretmenler Evi, Altınöz Oteli'nde kalabilirsiniz.
* Lezzetli yemek ve iyi servis isterseniz, PTT'nin yanındaki Şehir Lokantası'nı tercih edebilirsiniz. Hele balık çeşitleri ve mezeler harika.

DOĞMA büyüme İnebolulu olan ve mendireğin üstündeki en güzel caddeye adı verilen Dr. Salih Osmanoğlu'nun önderliğinde kurulan "İnebolu Çevresi Sağlık ve Eğitim Vakfı", ilkokuldan liseye kadar sınıfını iyi dereceyle bitiren 5 öğrenciye ve onları yetiştiren öğretmenlere para ödülü veriyor.
İnebolu'nun tüm çevresindeki okullara TV, video, bilgisayar dağıtan, lisan laboratuvarı kuran vakıf, üniversiteyi bitiren hemşerilerine de iş olanağı sağlıyor. Yaptığı talebe yurdunda, çevre köylerdeki 250 çocuğun yatılı okumasını sağlayan vakıf, bir de gıda sanayii kurmuş. Böğürtlen, kuşburnu, kızılcık, çilek, kara erik, elma, gül, kividen yapılan reçel ve marmelatın satışından kazanılan para da eğitim ve sağlığa harcanıyor. Çevreden bu ürünleri toplayıp, fabrikaya satan 5 bin kişi bu işten para kazanıyor. İnebolu'lu aydınların bu girişimlerinin, dağları taşları böğürtlen, kestane, ceviz, defne taşan tüm illere örnek olmasını diliyoruz.

İNEBOLU'dan çıktıktan sonra Gemiciler köyüne geliyoruz. Alabildiğine geniş bir sahil, şirin mi şirin. Girişte iki otel, kıyıda çay bahçesi ve bir lokanta. Bıçakçıların olduğu yere gitmek istediğimizi söyleyince, köy halkı hemen yardımcı olmaya çalışıyor. Ve ana yolun üstündeki caminin yanından dağlara doğru uzanıyoruz. Sol yanımızda gürül gürül akan bir dere. Taş ocaklarını geçtikten sonra, kayın ağaçlarıyla kaplı 200 yıllık Dibek Köyü Bıçakçılar Mahallesi'ne varıyoruz. Açık bir atelyede yılların derinleştirdiği yüz çizgileriyle örsün başına eğilmiş, kandil gibi yanan bir lambanın altında bıçak yapan 68 yaşındaki Tahsin Çelikel'in bebe yaştan beri ata mesleğini sürdürdüğünü öğreniyoruz. Dokuz haneden sekizinin bu sanata kendini adadığı köyde, gençlerin atelyesine uzanıyoruz. Küçük çocuk, dededen kalma körükle ateşi hızlandırken, iki genç de bıçak haline getirmek için örsün üstünde kızgın çeliği dövüyor. Bir köşede manda ya da keçi boynuzundan bıçak sapları, bir tarafta da kızıl ağaçtan şık kılıflar hazırlanıyor, hepsi el emeği.

Yazarlar