Kültür Sanat Entelektüel diva

Entelektüel diva

06.04.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Isabelle Huppert, 10 filmlik toplu gösterisiyle Festival’in “Bir Fransız Diva” bölümünün konuğu.

Entelektüel diva

Cumhur Canbazoğlu
Milliyet Sanat

FESTİVALİN sunduğu 'diva’ unvanı çok yakışmış Isabelle Huppert’e. Eleştirmenlerin sakınarak kullandığı 'entelektüel oyuncu’ kartvizitini en sağlam taşıyanlardan, Hollywood tarafından 'Avrupalı Meryl Streep’ diye tanımlanan Huppert, '90’ların başından bu yana, ittifakla, en iyi Fransız aktris diye ilan edilmiş durumda zaten.

Ünlü Jean-Luc Godard’ın da not düştüğü gibi, 'Beden ile ruh arasındaki çatışmayı en iyi yansıtabilen oyuncu’ olan Fransız yıldız, kesif acı ile bıkkınlığı doğal haliyle anlatmayı hedeflemiş yönetmenler için her dönem ideal seçim kireç beyazı yüzüyle.

Ayrıca, lanetli, sorunlu, kadersiz, hatta şizofren kadın denince akla ilk gelen bir iki isimden biri beyazperdede. Acılarını dillendirmeyen, içine kapanık, sakin, ölçülü, soğuk, uzaklara takılı kalmış bakışlarıyla  'ne yapacağı kolay kestirilemeyen’ kadınlar onun çizdikleri. İnsanlarla ilişkisini kısa sözcüklere, kaçamak bakışlara sığdırmayı tercih eden silik tipler hepsi. 

Sözün peşinde oldu
Geçmişinde bir dolu önemli film var Huppert’in, hepsi de zor ve yetenek isteyen roller. Genelde, seçmeyi iyi becermesi ve canlandıracağı kahramandan önce, tercihini konu ile yönetmenden yana yaparak kazanan formülü araması kariyerini şekillendiren en belirgin özelliği. Popülerliği fazla önemsemeden, onu geliştirecek yeni bir bakışın, sözün peşinde her seferinde...

Isabelle Huppert, 16 Mart 1955’te Parisli orta sınıf bir ailenin beşinci ve son çocuğu olarak dünyaya gelir. Anne sanata düşkündür, piyano çalar, İngilizce dersler verir, sergileri gezer, tiyatro izler. Baba ise kasa imalatçısıdır; olanak buldukça çocuklarını alıp uzun yolculuklar yapmayı sever. Ablalardan biri resme gönül vermiştir, diğeri de iyi bir piyanisttir.

Isabelle, sakin bir ortamda büyür. Aile, iyi yetişmesini, eğitiminin kusursuz olmasını istemektedir. Özel ders aldırmak için harekete geçerler ama, ne balede, ne paten kaymada ne de bir başka konuda hevesi vardır en küçük Huppert’in.

Annesi sonunda, oyunculuktaki kumaşının iyi olduğunu fark eder ve Antoine Vitez ile Robert Hossein gibi önemli isimlerin yanında yetişme olanağı bulur. Ardından, konservatuara yazılır. Öğrencilik sırasında tiyatro sahnesine adım atmanın yanında, şöyle bir göründüğü “Faustine” adlı filmle sinemayı dener ve aralarında, Yves Montand ile Romy Schneider’li Claude Sautet yapıtı “Cesar et Rosalie”nin de (1972) bulunduğu birkaç filmde figüran olur.

İlk rol, ilk ödül
İlk başrolü ise, Festival’de de gösterilecek 1977 tarihli “Dantelci Kız”dır. İsviçre sinemasının başarılı isimlerinden Claude Goretta’nın Pascal Laine’nin romanından beyazperdeye aktardığı öyküde, kuaförde çalışan 18’lik Beatrice, çılgın bir arkadaşıyla Normandiya’ya tatile gider. Burada tanışıp âşık olduğu üniversite öğrencisiyle Paris’e dönünce birlikte yaşamaya başlar. Ancak erkek arkadaşı ilişkiden bıkıp Beatrice’yi terk edince genç kız sessizliğe bürünür ve psikolojik tedavi görmeye başlar.

'70’li yıllarda sinemaya uyarlanmış en çarpıcı aşk öykülerinden biri olan filmde, kadına yaklaşımdaki çarpıklık ve sınıf farklılığı üzerine yönetmenin arayışlarıyla Huppert’ın ölçülü yorumu çok beğenilir ve Fransız oyuncu Cesar ödülü  kazanır...

Uluslararası piyasada yıldız olması ise bir yıl sonraya rastlar; Chabrol’un “Zehirli Çiçek / Violette Noziere”i ile Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle taçlandırılır bu kez de.

Art arda önemli yönetmenlerden teklifler gelmeye başlar; Godard’ın yönettiği “Herkes Başının Çaresine Baksın”daki (1979) üç önemli karakterden biridir Huppert; Maurice Pialat’nın yine sınıf farklılığı üzerine yoğunlaştığı “Loulou”sunda   (1980) ise, kocasını terk ettikten sonra, iyi sevişmekten başka meziyeti olmayan Louis’le ilişkiye giren ve ondan hamile kalan iyi eğitimli Nelly’i canlandırır.

Sıra, Atlantik’i aşıp Hollywood’a adım atmaya gelmiştir. Kris Kristofferson ve Christopher Walken’lı kadroyla Michael Cimino’nun (1980) yönetiminde “Cennetin Kapısı”nı yapar. Ancak, filmin gişede ve eleştirmen sütunlarında şansı yaver gitmez. Kötü Amerika deneyiminden sonra Fransa’ya dönüp Tavernier’in “Coup de Torchon”ununda, Deville’in “Eaux Profondes”unda oynar.

İlle de Chabrol
Diane Kurys’un 1983 tarihli “Yıldırım Aşkı” ise, 2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda ailenin getirdiği yükten ve kocalarının anlayışsızlığından bıkıp birlikte yaşamayı seçen iki kadının öyküsüdür. Feminist temaların altının kalınca çizildiği filmde '50’li yılların ustaca işlenmiş atmosferi ve Huppert ile Miou-Miou işbirliği çok beğenilir...

Bolognini, Losey, Ferreri, Wajda, Schroeder, Taviani Kardeşler, Haneke gibi 'yabancı yönetmenler’le de çalışan  Huppert’in kariyerini asıl belirleyen isim Claude Chabrol olur. Ona en iyi rolleri sunan Chabrol’ün fetiş oyuncusudur ve bir çeşit kader birliği doğar aralarında.

“Violette Noziere”den on yıl sonra ikinci büyük ödül 1988’de Chabrol filmi “Bir Kadın Meselesi”yle Venedik’ten gelir. Chabrol’un Flaubert’den uyarladığı “Madam Bovary”deki (1991) fazla teatral atmosfere rağmen Huppert yine vasatı aşar ve film büyük ses getirir...

Christian Vincent’ın “Ayrılık”ında (La Separation) (1994) ise Daniel Auteuil ile çizdiği kompozisyonla yine manşetlerdedir ve film teklifleri art arda sıralanmaktadır.

Bir yıl sonra Chabrol’un sıra dışı gerilimi “Seremoni”de (Ceremonie), öyküyü kana bulayacak yarı deli, posta görevlisi Jeanne’ı canlandırır; ardından da Taviani Kardeşler için “Seçkin Benzerlikler”de kamera karşısındadır.

Yine festivalin programında yer alan ve 1999’da Yves Dangerfield’ın romanından Patricia Mazuy tarafından “Kralın Kızları / Saint-Cry” adıyla sinemaya aktarılan filmde, 14. Louis’nin karısı, Maintenon Markizi rolündedir.

2000’de Claude Chabrol’ün popüler filmi “Sıcak Çikolata / Merci pour le chocolat” ile Montreal Festivali’nden bir ödül daha çıkartan oyuncu, 2001’de Haneke’nin merakla beklenen “Piyanist”inin başrolündedir. Huppert’ın 61. filmi olan “Piyanist”, Cannes’da küçük çapta skandala neden olurken, layık görüldüğü En İyi Kadın Oyuncu Ödülü polemik yaratır. Elfriede Jelinek’in romanından, tamamen onun için kaleme alınmış öykünün her anında, özellikle yakın planlardaki sıra dışı, çarpıcı yorumla, kim ne derse desin,  dört dörtlük performans sergilemiştir Huppert.

Ardından, Oliver Dahan’ın “Vaat Edilen Hayat”ında, kızı ile sorunlu bir ilişki yaşayan, 40’ını aşmış fahişe Sylvia’dır. İşledikleri suç sonrası kaçmaya çalışırken karşılaştıkları bir başka suçlu, anne kızın kaderinde dönüm noktası olacaktır...

François Ozon’un “Sekiz Kadın / 8 Femmes” ile David Russell’ın “Tesadüfler / I Love Huckabees”i ise eğlencelik filmlerdir bu ağır başlı kariyerde.

Yıllar yılları kovalarken en az beş kuşak gelir geçer sinemada; politikalar, tatlar, oyunculuklar değişir ama, üç çocuk annesi Isabelle Huppert dimdik ayakta kalır; hâlâ  müthiş bir enerjiyle ve artık az tanınan yönetmenlerle çalışmaya özen göstererek...