Kültür Sanat Estetik savaş mümkün mü?

Estetik savaş mümkün mü?

04.04.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bir süredir Moviemax’te yayınlanan çok özel bir film var: "Harrison’ın Çiçekleri / Harrison’s Flowers". Film, Bosna Hersek’te, savaş sırasında kaybolan bir gazeteciyi anlatıyor.

Estetik savaş mümkün mü

Estetik savaş mümkün mü?

Bir süredir Moviemax’te yayınlanan çok özel bir film var: "Harrison’ın Çiçekleri / Harrison’s Flowers". Film, Bosna Hersek’te, savaş sırasında kaybolan bir gazeteciyi anlatıyor.

ORAY EĞİN

Estetik savaş mümkün mü
Harrison’ın Çiçekleri" neredeyse ocak ayından beri televizyonda yayınlanıyor ama Amerika’da geçtiğimiz haftalarda gösterime girdi ve kendisini önemli bir sinema tartışmasının merkezinde buldu. Savaşta kaybolan gazeteci kocasından haber alamayınca, bölgenin yolunu tutan eşin (Andie MacDowell) hikâyesini anlatan "Harrison’ın Çiçekleri" gerçekliğe en çok yaklaşan sinema filmlerinden biri. Öncelikle savaş gazeteciliğine ait çok net bir portre ortaya koyuyor. Elie Chouraqui’nin filminin yapım yılı 2000 ve kısa süre önce Pakistan’da esir alınan Amerikalı gazeteci Daniel Pearl’ün öldürülmesinden tabii ki çok önce tamamlandı. Tesadüf, filmin vizyona girişinin bu olayın henüz hafızalardan unutulmadığı döneme denk gelmesinde.
Aslında Amerika’nın sinema salonlarını bu sene de savaş filmleri hakimiyet altına almış durumda. Ridley Scott’un bugünlerde Türkiye’de de gösterilen "Kara Şahin Düştü / Black Hawk Down"ı çoktandır ortalıkta zaten. Ama Amerika’da daha ilgi çeken bir film, Mel Gibson’ın başrolünde oynadığı "We Were Soldiers" konuşuluyor en çok.
New York Observer’ın film eleştirmeni Andrew Sarris, iki filmi birden ele aldığı yazısında bu yapımların, çıtayı "Er Ryan’ı Kurtarmak / Saving Private Ryan"ın yükselttiği yeni bir Amerikan sinema geleneğinin devamı olduğunu vurguluyor. Artık Amerikan savaş filmleri, eski kahramanlık destanlarının dışına çıkıp bambaşka bir gerçeklik arayışındalar: Kendi tarihlerini de acımasızca eleştirmek, kaybettiklerini, hata yaptıklarını göstermekten çekinmiyor yapımcılar.
Öte yandan, artık Amerikan sinemasında "Ryan"ın başlattığı bir ‘grafik çekinmezlik’ de söz konusu: Şiddet olduğu gibi yansıtılıyor. Bu "Ryan"ın başındaki 20 dakikalık Normandiya çıkartması kadar sert ve keskin de olabilir, "Kara Şahinöde bir askerin kopmuş bir eli çantasına koyması gibi vicdani sınırları zorlayıcı da. Bir diğer Vietnam öyküsü "We Were Soldiers"ın ise çok daha vahşi ve ayrıca taktiksel olarak tutarlı olduğu söyleniyor. Ama her bir sahnenin üzerinde çok düşünüldüğü, büyük bir ön hazırlıktan geçtiği ve emek harcandığı hissediliyor. İşte bütün bunlar, savaşın da estetik olarak sunulabileceğini gösteriyor.
Savaş filmleri giderek daha çarpıcı ve usta görüntü yönetmenlerinin elinde tablosal nitelik kazanıyor. "Kara Şahinödeki Somali görüntüleri unutulmaz bir estetikti. Ama bu yöntemin kapısının Terence Mallick’in "İnce Kırmızı Hat / Thin Red Line" tarafından açıldığı kimse tarafından inkâr edilemez.
El değmemiş hiçbir savaş bırakılmamasına özen gösteriyor Hollywood, çoktandır. Bundan böyle Usame Bin Laden’li savaş filmlerinin, 11 Eylül ‘tarih’ olduktan sonra çıkacağı aşikar. Dahası, sayıları azımsanmayacak bir kitleye Amerika’nın hemen her olayı olması gerekenden daha kısa sürede tarih haline getirip sinemaya aktarması itici geliyor. Öncelikle Amerika, şayet işin içinde bizzat tarafsa, ne kadar objektif olmaya çalışırsa çalışsın o ya da bu şekilde ‘iyi adamı’ oynuyor. Sözgelimi, Körfez Savaşı’nın eleştirisi niteliğindeki "Üç Kral / Three Kingsöde bile son dakikada Iraklı mültecileri kurtarmak isteyenler Amerikan askerlerinden başkası değil.
Savaşların Amerikan merkezci anlatımına karşılık Avrupa yavaştan kendi sesini duyurmaya başladı. Geçen hafta vizyona giren "No Man’s Land / Tarafsız Bölge" Bosna Hersek doğumlu Danis Tanoviç’in Cannes’da "En İyi Senaryo" ödülünü alan filmi. Zaman zaman klişelere boğulsa da, gerek savaşın ilerleyişini, gerek Birleşmiş Milletler mensuplarının görevlerini yansıtmada, gerçeği çarpıtmamakta hayli başarılı. Sinematografik açıdan elbette tablo niteliğinde kareler yok ama salt gerçeklik de kendince bir estetik biçimi değil mi?
Amerikan savaş filmlerinin de keşfetmeye başladığı estetik anlayışı burada yatıyor olmalı. Teknik imkânlarla gerçekliği harmanladıkları sürece, savaş filmlerinin de estetik boyutu kaçınılmaz oluyor. Her koşulda ve şartta, özellikle de 11 Eylül’den sonra yamulan değerlerin etkisiyle savaşa el atmanın tek bir gerekçesi olabilir: Gerçeği yansıtmak. Bugün "Er Ryan" sadece Spielberg’in dahiyane kadrajlarıyla anılıyor, birçok bağımsız savaş filmine ise referans veriliyor. Önemli bir ayrım.





KÜLTÜR & SANAT