Editörün Seçtikleri Halkçılık'tan Cumhuriyet'e

Halkçılık'tan Cumhuriyet'e

29.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Halkçılık'tan Cumhuriyet'e

Halkçılıktan Cumhuriyete

"Halkçılık" ilkesi
Kurtuluş Savaşı'nın ateşinde benimsendi

CUMHURİYET güçlerinin yükselişe geçtiği 1997 Türkiyesi'nde, Atatürk'ün Halkçılık Programı büyük önem kazanmıştır.
TBMM, Mustafa Kemal'in önerisiyle, daha açıldığı ilk gün "Halkçılık" ilkesini benimsediğini ve kurulacak hükümetin bir "Halk Hükümeti" olduğunu ilan etti. Dünyanın başarıya ulaşmış ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ve Cumhuriyet Devrimleri'nin ruhu, Halkçılık Programı'dır. Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı önderliği, yüz yıllardır "harap olmuş köylü kitlesini" bu programla ulusal bağımsızlık ve Cumhuriyet Devrimleri için seferber etti.
Türkiye hükümetleri, yarım yüzyıldır bağımsızlığa ve Cumhuriyet Devrimleri'ne sırtlarını döndükleri gibi, Halkçılık Programı'nı da rafa kaldırdı. Menderesler'in "Küçük Amerika" diye adlandırdıkları 50 yıllık süreçte, gelir dağılımı döne döne halk aleyhine bozuldu. Özellikle askeri darbe dönemlerinde uygulanan IMF reçeteleriyle, emekçiler yeniden "harap ve bitap" düşürüldü.
Özelleştirme uygulamalarıyla, acı reçetelerle, bugün Cumhuriyet savunulamaz. Bu politikaların ülkemizi getirdiği yer, aynı yüzyılın başındaki gibi, sömürgeleşmenin eşiğidir. Bugün şeriat rejimi dayatmaları da, halkın ekonomik, sosyal ve kültürel, her alanda bastırılmasından güç almaktadır.
Genelkurmay Başkanlığı da Cumhuriyet'e karşı birinci tehdit olarak belirlediği irticanın, gelir dağılımının aşırı bozulmasından beslendiğini saptamıştır.
Türkiye, bugün yetmiş yıl öncesine göre çok daha elverişli koşullara sahip. Cumhuriyet'in bugünlere taşıdığı birikimle, yetmişmiş insan gücüyle, yine büyük bir atılımı gerçekleştirme potansiyelini taşıyoruz. Yeter ki, halka dayanan onu seferber eden bir program uygulansın.
Bugün Cumhuriyet'in yeni atılımının en önemli esin kaynağı, devrimci tarihimizdir. Bu yazı dizisinde, 74. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet'in özü Halkçılık Programı'nı Milliyet okurlarının bilgisine sunuyorum.

İSTANBUL, 16 Mart 1920'de, başta İngilizler olmak üzere Anlaşma Devletleri tarafından işgal edildi. İstanbul'un işgali, Mondros Mütarekesi'nden itibaren fiilen parçalanma ve yutulma sürecine girmiş Osmanlı Devleti'ni sona erdirdi.
Mustafa Kemal, işgal üzerine yayınladığı bir bildiriyle, "Osmanlı Devleti'nin yediyüz yıllık hayat ve egemenliğine son verildiğini" saptadı ve Türk Milleti'ni, "Uygarlık yeteneğini, hayat ve bağımsızlık hakkını ve bütün geleceğini savunmaya" çağırdı. (Türk Parlamento Tarihi, TBMM Vakfı Yayınları, Cilt 1, S. 25)

Mustafa Kemal ve arkadaşları, İstanbul'daki Meclis'in fiilen son bulmasından sonra, "Milletin hayat ve bağımsızlık hakkını savunmak" amacıyla, Ankara'da, olağanüstü yetkili bir Meclis'in kurulmasına karar verdi. Bu karar, 19 Mart 1920'de Heyeti Temsiliye'nin bir yönergesiyle ilgili kurumlara duyuruldu.
TBMM, 23 Nisan 1920 günü Ankara'da toplandı. Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920 günü TBMM'de, ülkenin iç ve dış durumuyla ilgili uzun bir konuşma yaptı. Konuşmasının ardından sunduğu bir önergenin oylanmasını istedi.
Mustafa Kemal, Büyük Nutuk'unda, bu önergenin, "18 Eylül 1920'de TBMM'de okunan Halkçılık Programı'na esas olduğunu" söyledi. (Nutuk, S. 424)

Nutuk'ta ayrıca, önergeyle ilgili şu satırlar yer aldı:
"Hükümet oluşumu hakkında teklif sunmadan önce, duyguları ve anlayışları dikkate almak zorunluluğu vardır. Bu zorunluluğa tabi olmakla beraber, amacı saklı kalmak üzere, teklifimi bir önerge halinde sundum. Kısa bir tartışma ile ve bazı itirazlara rağmen kabul olundu. Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak, orada esaslı ilkelerin tespit ve ifade edilmiş olduğunu görürüz. Bu ilkeleri, izin verirseniz, burada vurgulayarak sayacağım.
1. Hükümet oluşumu zorunludur.
2. Geçici kaydıyla bir hükümet başkanı tanımak veya bir padişah kaymakamı icat etmek kabul edilemez.
3. Meclis'te yoğunlaşmış ulusal egemenliğin, vatanın kaderine fiilen el koyması esas ilkedir. TBMM'nin üzerinde bir kuvvet mevcut değildir.
4. TBMM, yasama ve yürütme yetkilerini içinde toplar.
Meclis'ten ayrı ve ona vekalet edecek bir heyet, hükümet işlerini görür. Meclis başkanı, bu heyetin de başkanıdır." (Nutuk, S.: 313 - 314)
Mustafa Kemal, yine Nutuk'ta, bu tarihi önergesi hakkında şu vurguyu yaptı:
"Efendiler, bu esaslara dayanan bir hükümetin niteliği, kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, ulusal egemenlik esasına dayalı Halk Hükümetidir. Cumhuriyet'tir."
Burada önemli olan iki nokta vardı. Birincisi; kurulacak hükümetin niteliğinin bir Halk Hükümeti olduğu, TBMM'nin açıldığı ilk günden itibaren konuşulmaya başlandı. Bu nitelemeyi ilk vurgulayan da Mustafa Kemal'di. Bu vurgu, Atatürk'ün diğer konuşmalarında ve yedi yıl sonraki Nutuk'ta da yapıldı.
İkincisi; Mustafa Kemal'in, Cumhuriyet'in, ulusal egemenlik esasına dayanan bir Halk Hükümeti olduğu tanımıdır.

Meclis Başkanı, Mustafa Kemal'in hükümet oluşumunun zorunluluğuna dair önergesini oya sundu. Ancak söz alan Refik Bey (Konya), hükümetin oluşumunun esasına ilişkin olması itibariyle, milletvekillerinin konuyu iyice inceleyerek düşüncelerini belirtmelerine imkan verilmek üzere, önerge ve gerekçesinin basılıp dağıtıldıktan sonra görüşmelere geçilmesini istedi.
Fuat Bey (Çorum), Paşa'nın önergesinin açık olduğunu, öneriye karşı bazı hukuk kuralları öne sürmenin doğru olmadığını, içinde bulunulan koşulların buna imkan vermediğini, özellikle içte devam eden kargaşanın önüne geçilebilmesi için, bir an önce bir hükümet oluşumu ile işe başlamasının zorunlu olduğunu söyledi.
Müfit Efendi'nin (Kırşehir) önergeyi desteklemesinden sonra, Mustafa Kemal açıklayıcı bir konuşma yaparak, bütün maddi manevi sorumlulukları üzerine almış olan Heyeti Temsiliye'nin, 16 Mart 1920'den bugüne kadar olağanüstü koşullar içinde görev yaptığını, bu heyetin artık bu ağır yükün altında bırakılamayacağını, Meclis'in bu dakikadan itibaren memleketin geleceğine el koymasını, Meclis'in bunun için var olduğunu söyledi.
Önerge tekrar okundu, Fuat Bey (Çorum) ve Abdülkadir Kemali Bey (Kastamonu) görüşmelerin yeterliği önergesi vererek teklifin aynen oylanmasını istedi. Ancak hala bazı kuşkular vardı. Mustafa Taki Efendi (Sivas), bunları dile getirdi. Konuşmalar arasında öneri oya kondu ve çoğunlukla kabul edildi. (Zabıt Ceridesi, Cilt 1, s: 2 - 10)

TBMM'de görülen tereddütler, Mustafa Kemal'i, Meclis'in varlık sebebi ve tarihi rolüyle, hükümetin "halkçı" niteliği konularında daha net ve açık tavırlara zorladı. Bir "Devrim Meclisi" olarak görülen TBMM, "Ulusal egemenliği temsil" iddiasını bir yandan temel hukuk metinleriyle güvence altına almalı, diğer yandan bu iddiayı pratikte gerçekleştirme konusunda ikircikli olmamalıydı. Atatürk, Meclis'e kişilik kazandıracak ilk Anayasa'nın hazırlık çalışmalarında, "Halkçılık", "Halk Hükümeti" kavramlarının altını özellikle çizdi.
Mustafa Kemal, 12 Temmuz 1920'de Milli Savunma Teşkilatı'nın güçlendirilmesi için alınacak önlemlerin görüşüldüğü Meclis'in gizli oturumunda şöyle dedi:
"Hangi prensibi koyabileceğimizi düşünmekle meşgul olalım. Zannederim, bugünkü varlığımızın asıl niteliği ve milletin genel eğilimleri kanıtlanmıştır, o da halkçılıktır ve halk hükümetidir. Hükümetlerin halkın eline geçmesidir. İdareyi halka teslim etmek için çalışalım... Ben bununla şahsen uğraşmaktayım. Yakın zamanda bu görüşümü ifade eden açıklamamı yüksek heyetinize arz edeceğim." (Zabıt Ceridesi, Cilt 2, s 255)


Yarın:(Halkçılık Anayasanın temeli)

Yazarlar