Kültür Sanat Hayatı enstalasyon olan bir sanatçı

Hayatı enstalasyon olan bir sanatçı

04.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tutkulu bir nesne ve kitap toplayıcısıydı. Tuhaf kitapları önce o okurdu, bilinenleri de herkesten sonra. Saatlerce küçük hikâyelerin peşinde uçağını, toplantılarını kaçırmak uğruna koşardı. Kaçırırdı da...

Hayatı enstalasyon olan bir sanatçı
KONUK YAZAR Vasıf Kortun

Hüseyin Bahri Alptekin kimseye benzemezdi. Müşfik, hisli, empatisi olağanüstü yüksek, özenli ve dikkatli, utangaç ve çekingen bir adamdı. Sınıfların ve bilindik burjuva yargılarının ötesinde yaşadı. Yaşamıyla işi birdi, olmasaydı işleri böylesine tutkulu ve sonsuz olmazdı. Hayatını da, işini de kendisine zorlaştırmak için ne gerekiyorsa yaptı.
Sovyetlerin çöküşünün ardından, evinden, yarından, anasından, babasından, çocuklarından ayrılıp ekmeğini yollarda arayan insanların kaderlerini özenle takip etti; Odessa’dan Köstence’ye, limanlardan sokak pazarlarına kadar kentleri işledi, erik rakılarını içti ama peşine düştüğü şeyleri ve görüntüleri taciz etmedi, kimsenin adına ahkâm kesme gafletinde bulunmadı, kimsenin onurunu kırmadı, kimseyi kimseye acındırmadı, moral yargılara bulaşmadı.
Bir hikâyeyi ötekine uladı, şeylerle sözler arasında tuhaf ve beklemedik bağlantılar kurdu, bildiğimiz türden sınıflandırmalara hiç girmedi. Hep çok katmanlı hikâyeler çıkardı.
Saatlerce küçük hikayelerin peşinde uçağını, toplantılarını kaçırmak uğruna koşardı. Kaçırırdı da. Projesinden herkesin vazgeçtiği, umudunu yitirdiği anda Hüseyin çalışmaya, kazımaya, bir daha denemeye ve uğraşmaya devam ederdi.
9. İstanbul Bienali’ne Venedik’ten 4 atlının kopyalarını getirmek için Monsignor’a üzerinde dansöz resmi olan lokumları götürmüş ve atları neredeyse bedavaya İstanbul’a getirmişti.
Geçen yıl yapılan ve Türkiye’nin ilk kez ana mekanda yer aldığı 52. Venedik Bienali’ne getirilen 30 ton ahşap da gene onun tutkusunun eseriydi; kulübeler söküldü, taşındı ve Venedik’te yeniden inşa edildi. Emektar Saab’ı için İsveç’in araba mezarlıklarında eksi 10 derecede tipi altında motor parçalarını da aynı tutkuyla sökerdi.

Haberin Devamı
Hediyesiz gelmezdi
Evimize hediyesiz geldiğini görmedim. Çok özenliydi, çok asildi, asaletini bilgeliğiyle hak etmişti; özündeydi, şeklinde değil. Para denen şeyden hiç anlamazdı, parası olduğu anda en müsrif aristokrattan beter, gönlübol biçimde harcardı.
Önce İstanbul’da sonra da dünyanın dört bir yanında yüzlerce anonim otel tabelasının fotoğraflarını çekti; o otellerin içlerini de, ruhlarını da bilirdi ama içerisine hürmet ederdi, vitrinleştirmezdi. Onun için önemli olan öteki küreselleşmenin tarihinde birbirinden uzak coğrafyalardan gelen görüntülerin, hayatların birlikte nasıl tınladığıydı. Derdi farklılık değil aynılıktı. Rotası farklıydı; Zanzibar, Ulan Bator, Kosova, Mumbai... Camilla ile New Camberra’da evlendiler; oğulları Marino Cemali, Rio de Janeiro’da, favelada doğdu. Her şeyiyle tarz sahibiydi.

Feodal ilişkilere öfke
Gayet politikti ama politikadan anladığı insanlık onuru, kadirşinaslık, vefakarlıktı, bambaşka bir politikaydı. 1970’lerde işkenceden o da nasibini almıştı ama uzun saçı ve küpesiyle yakalandığından.
Hrant Dink öldürüldüğünde ısrarla Anna Politkovskaya’yı konuştu. Venedik’teki videolarından birini ona adadı. Dink ile herhangi bir derdi olduğundan değil, empatisinin seviyesinden, Politkovskaya’nın ölümünün Türkiye’de geçiştirilmesinden dolayı. Ruhu ve bedeniyle Türk feodalizmine, koltuklarına yapışanlara, eş dost kollayanlara çok öfkeliydi.
Cihangir’de otururdu ama aynı nedenle nefret ederdi Cihangir ahalisinden. Eskiden aşındırdığımız sokaklardan ürküyor, İstanbul’u, Türkiye’yi toptan terk etmeye hazırlanıyorlardı.

Çok yorgundu
Venedik Bienali’nde Finliler ve İtalyanlar dikkat ve hünerle işlerini bitirdiklerinde iki ayrı ağacın altında mahcubiyetimizden hüngür hüngür ağlamıştık. Türk olmanın dayanılmaz ağırlığıydı. Türkiye defterini kapamak üzereydi, anons etmeden, büyük nedenler ortaya sürmeden yeniden gönüllü sürgünlüğe çıkacaktı.
Çok yorgundu, vücudu ve ruhu bitikti; bu yıl aynı odayı paylaştığımız çok oldu, gece uykusunda bile münakaşa ediyordu. “2007’yi çıkaramayacağım” diyordu, Tunç’a da “Öteki tarafta görüşürüz” demiş. İstediği gibi öldü.

Feodal paslaşmalara tahammülü yoktu
Tutkulu bir nesne ve kitap toplayıcısıydı, nesneler gözünden kaçmazdı; tuhaf kitapları önce o okurdu. Bilinen kitapları da herkesten sonra.
Hayatı bir enstalasyondu. Evi, çevresi, masası, her cins ve sınıftan arkadaşlarını yan yana getirmesi bile bir enstalasyondu. Bile isteye değil; gündemi tarif eden, feodal paslaşmalara olanak veren birlikteliklere tahammülü yoktu.
Birlikte çok seyahat ettik, aylarca süren küskünlüklerden sonra uçaklarda karşılaşıp 'duty-free’den eve götürmek üzere aldığımız single-malt viskileri yolculuk sırasında devirdiğimiz oldu. O seyahatlerde, en bulunmadık mağazaları, eciş bücüş dükkânları, pazarları, istiridye barlarını keşfederdi.