Editörün Seçtikleri Hey gidi Fırat hey!

Hey gidi Fırat hey!

10.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hey gidi Fırat hey!

Hey gidi Fırat hey

"Eğin dedikleri de gurban bir küçük şehir / Ana ben cahilem çekemem gahir / ..Yen gel ağam yen gel yavrum Eğinli misin / Sılaya gelmeye yeminli misin?"

TÜRK Hava Yolları'nın Ankara / Elazığ seferini yapan RJ 100 Tokat uçağı 6 Ekim 1997'de yedi bin metreden saatte yedi yüz elli kilometre hızla uçarken pencereden aşağılara bakıyorum, hava açık. Saatim 11.30'u gösteriyor. Aşağıda muazzam bir göl.
Hey gidi günler hey!..
Nasıl da geçip gidivermiş o otuz bir yıl?
O zaman kırk yaşındaydım, şimdi 72!..
12 Haziran 1966 mıydı? Evet, 12 Haziran 1966 saat 11.30'du yine, Cumhurbaşkanı düğmeye bastığı zaman, çoook ilerde bir duman yükselmişti, anımsadığım kadar renkliydi yer yer ve kulağımda bir köylünün sözleri:
"Evlerimizden, ocaklarımızdan, ecdat mezarlarımızdan olduk... Bu barajın acaba bize bir menfaati olacak mı? Olacaksa ne olacak, nassil olacak?"
O zaman da saçları yoktu, ama o da çok gençti.
Konuşmasını bitirmiş, şantiyenin bir odasına girmişti ve ağlıyordu.
Bu genç insan Başbakan Demirel'di.

Yıllar, ama yıllar sonra bu can da dolu gözlerle bakıyordu aşağılara. Aşağılarda akıl almaz güzellikte bir göl, etrafı yeşil, bir baraj gölü, bu, Fırat'ın azgın sularına vurulan ilk gemdi, Keban Barajı.
Yıllar, yıllar geçecek, Fırat'ın azgınlığı yok olacak, artık dilediği gibi, dağları, taşları, ovaları, bağları bahçeleri, evleri neyim önüne katıp insanları, perişan edemeyecekti. Bir gün gelecek, daracık bir boğazda Karakaraya Barajı yükselecekti... Sonra yıllar geçecek, Atatürk Barajı yükselecek, uygarlık anıtları giderek çoğalacaktı Fırat üzerinde.
Bunların hepsini yıllar, yıllar içinde yerinde yaşadım.
"Karakaya Barajı'nın yapılacağı boğazda çatlaklar var, bu baraj su tutmaz" savları üzerine Elazığ'ın Ağın ilçesine bağlı Su Paniği köyünden oraları çok dolaşmış, yıllarca dolaşmış salcı Recep Ağa ile 6 traktör iç lastiğiyle çatılmış bir salla Fırat'ın sularına kapılıp ağır ağır akmaya başlamıştık.
Geceleri salı kenara çekip çadırımı kuruyor, şişme yatağı, uyku tulumunu bir güzel seriyor, sonra bir ateş yakıp, tuttuğumuz balıkları ya da sucuğu kızartıyor, radyomu açıp başlıyorum usul usul demlenmeye.
Bu, yaşama kıvancıdır.
İki hafta sonra yazılarım başladı ve ilk yazının başlığı yüzlerce küfür yememe neden olmuştu:
"FİKRET OTYAM'I KAYBETTİK"

"Fırat kenarına kurdum kazanı
Ben severim okuyanı / yazanı"

Arkadaşımız Fırat Nehri'nde
bindiği salın devrilmesiyle
sulara kapılıp boğuldu...

Üzüntüyle haber aldığımıza göre, on gün önce Fırat röportajı yapmak üzere yola çıkan arkadaşımız Fikret Otyam, Bükdüzü denilen yerde Karakaya Barajı bölgesinde Bükdüzü Şelalesi'ni geçerken salın alabora olmasıyla sulara kapılıp boğulmuştur. Uzun aramalardan sonra cesedini bulan köylüler, durumu jandarmaya bildirmişler, ilgili makamların acı haberi Ankara büromuza iletmesi üzerine iki arkadaşımız uçakla hemen olay yerine hareket etmişlerdir.

21 Ağustos günü Elazığ'ın Ağın ilçesine bağlı Su Pağniği köyünden, 6 traktör iç lastiğiyle yapılmış bir sal ile Fırat'tan aşağı doğru inmeye başlayan arkadaşımız, gezisinin dokuzuncu gününde, Karakaya Baraj bölgesine yakın Bükdüzü Şelalesi'ne gelmiş, bindiği sal, coşkun suların etkisiyle devrilmiştir.
Olayı gören köylülerin verdiği bilgiye göre, arkadaşımız bir süre sularla boğuşmuş, ancak üzerindeki cankurtaran yeleğinin kayalara takılıp parçalanması üzerine sular içinde kaybolmuştur.
......
DİYARBAKIR (Özel olarak giden arkadaşımız Özgen Acar bildiriyor)
Otyam'ın başucundayım. Naylon torbaya sarılmış küçücük not defteri, parçalanmış can yeleğinin cebinden çıktı.
Yer yer ıslanmış küçük defterden bazı notlar:
"23 Ağustos... Yolculuk iyi gidiyor".
"27 Ağustos. Ben, bunca yıldır buralarda gezerim, bu kelli gördüklerim kaleme sığmaz, yoksulluk kaleme gelmez. Bu zengin ülkede halkı böylesine fakir düşürenlere" (gerisi okunamıyor).
"Ne biçim iş bu? Fırat Nehri'nin hemen dibindeki köyler susuzluktan yanıyor!
Bir köylüye `Ekinler nasıl?' dedim. Yüzüme acı acı baktı, `Su yok beg' dedi! Ve ekledi, `Bu yıl da yandı!'
"...Salı, tek bahçe küreğiyle yöneten Recep Evişen durmadan Bükdüzü'nü kötüleyip duruyor. Ayı Postu Şelalesi'ni geçerken az kalsın gidiyorduk! Bükdüzü'nü de kazasız / belasız geçersek gerisi kolaymış. Hayırlısı". (Devamı 7. sayfada)

Hayır ölmedim. Ramak kalmasına rağmen bu kelli de savuşturdum! Amma o salın üzerinde, o korkunç, o fabrika gibi gürül gürül gürleyen suları, şelaleleri geçerken hep ölümü, ölümümün nasıl duyuralacağını, bunun gazeteye nasıl yazılacağını, arkadaşlarımın cesedimi almak için buralara nasıl geleceklerini, üç tane kız bebemin yolumu nasıl gözleyeceklerini, sevdiklerimi, pek az olan sevmediklerimi, seçimleri kimin kazanacağını, gökyüzünü, çiçekleri, kuşları artık göremeyeceğimi, bu güzel halk için artık çalışamayacağımı, türkü dinleyemeyeceğimi, sevişemeyeceğimi düşünüp duruyordum!
Bunları düşünmek, zaten gerili asabımı daha bir geriyor, can yeleğimin şişirme kordonlarına yapışıyor, sonra tepemden aşağı gürp diye boşalan sular içinde bir süre kayboluyor, salın iplerine sanki bir yararı varmışçasına asılıyordum. Derken büyük bir dalga bu kez, salın önünde iplere asılan Recep'i yutuyor, arkada olan ben, sal tepetaklak olmasın diye kıçı havaya fırlayan bu acayip aracı çökertmeye çalışıyordum. Böylece yüz seksene yakın şelale, çığıltı, sert akıntı geçtik, derken Bükdüzü'nde olanlar oldu."

Yazı işlerindeki arkadaşlar yazımın, "HAYIR" bölümünü sayfa 7'ye aktarmışlar ve okurlar sanmış ki Otyam öldü! Bunu neden yapmışlardı hala anlamış değilim, telefonlar çalışmaya başladı, "hayır ölmedim, yazının devamı sayfa yedide" demem kar etmedi, çoğu okurum küfürü basmıştı, bir tanesinin yanıtı aklımda:
"Bu tastamam bir eşşek şakası Sayın Otyam".
Evet, bu, tastamam o biçim bir şakaydı ve dahlim yoktu.
.........
Arkamda oturan iki yolcu, aşağıdaki gölün Karakaya mı, Keban mı dahil olduğunu tartışıyorlardı. Keban Baraj Gölü olduğunu salt onlar değildi bilmeyen. İki yıl önce çift motorlu bir askeri uçaktan aşağıdaki suyu gören bir sarışın bayanın "Ah ne kadar güzel bir göl, ne gölü bu?" dediğini, Şanlıurfa Havaalanı'nda bana aktaran bir eski devlet büyüğümüzle birlikte kahkahalara boğulacaktık ve bu bayan ülkeyi yönetenlerin başıydı!..

Bakmayın Elazığ / Kemaliye arasının yüz elli kilometre olduğuna, bu bol dönemeçli yolu usta bir sürücü bile ikibuçuk satte aşar!

O koca göl var ya koca göl, yani Keban Baraj Gölü... Dört yıl önce kocaman bir tekneyle Keban Barajı'ndan orada ilk gözağrım Su Paniği köyüne gittim ne ki o köy artık suların altındaydı, yeni köy tepelere kurulmuştu, salcı Recep Ağa çoktan ölmüştü, oğlu Ahmet feribotun kaptanı olmuştu, eski günleri andık saatlerce...
175 beygir güçlü bir sürat teknesiyle yine Fırat'ın üzerindeydik ekim ayının yedisinde... Fırat yer yer kahverengi akıyordu, bunun adı erozyondur hem de akıl almaz biçimde!..
CHP Genel Sekreteri rahmetli Kemal Satır için, karşıtları "Deli danalar gibi dolaşıyor" demişlerdi, severim bu sözcüğü, havada, nehirde, dağlarda deli danalar gibi dolaştık günlerce.
İstanbul'un en ünlü sarraflarının, kuyumcularının çıktıkları köylere gittik ve kasapların ve matbaacıların... Köylerde resim yapan sanatçıları gördük... Köy gördük, binlerce cilt kitaplığı olan ve tarifsiz güzellikte müzesi ve konukevi ve cemevi ki camiye bitişik ve biraz ilerisinde helikopter alanı olan ve de anayoldan köye üç kilometrelik yolu asfalt. Ve sevgi dolu insanlar... Ve köyleri için bağış yarışında olan...
Ve dağları, kayaları evet dağları ve kayaları 131 yıldır delen insanlar gördük, çağımızın Ferhat'ları... Ve köyler gördük nüfusları yazın beş yüze varan ve kışın yirmiye düşen... Ve Karayolları'nın bir utancını bir daha yaşadık, Kemaliye / Ilıç arasındaki 35 kilometrelik yolu hala yapmayan! Gazete gelmediği için dünyayı Internet'ten izleyen kaymakam gördük ve gazeteleri... Minicik bir dağ köyünde güzel bir de büstü olan Atatürk Parkı gördük... Ve yazın köylerine gelmeyenler için 50 milyon lira ceza kesen dernekler... Ve bir gece Kemaliye'de yani Eğin'de nefis bir fasıla tanık olduk, çalanların, söyleyenlerin hepsi devlet memuru...
Ve daha neler neler, 310 kare fotoğraf, iki saat süren video çektik, sizin on on beşini görebileceğiniz, gerisi yarın, yarına ne kaldı ki?

Yarın: Eğin neden Kemaliye oldu?




Yazarlar