Kültür Sanat İlk Türkçe sözlüğün babası KAŞGARLI MAHMUD

İlk Türkçe sözlüğün babası KAŞGARLI MAHMUD

15.05.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Türkçenin ilk sözlüğü kabul edilen “Divânü Lugât’it-Türk”ü 1072 - 1074 yılları arasında yazan Kaşgarlı Mahmud’un doğumunun 1000. yılı olması dolayısıyla UNESCO, 2008’i Kaşgarlı Mahmud Yılı ilan etti. Bu vesileyle hem Kaşgarlı’nın hem de ilk Türkçe sözlüğün hikâyesini sizlerle paylaşmak istedik.

İlk Türkçe sözlüğün babası  KAŞGARLI MAHMUD

2008 Oscar adaylarından “Uçurtma Avcısı” filminde, Taklamakan Çölü’nün ortasında bir vaha gibi yükselen Kaşgar kentini ve kendine has insanlarını seyretmiştik. Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’nde bulunan Kaşgar ve genel olarak Orta Asya’nın Batı bölgesi, günümüzde olduğu gibi bin yıl önce de siyasi hareketliliğe konu olan ve sayısız halkın geçip iz bıraktığı bir alandı. Bundan tam bin yıl önce bu coğrafyada, Kaşgar’da doğan Kaşgarlı Mahmud, elimize ulaşabilen tek eseri “Divânü Lugât’it-Türk” ile hem Türkçenin ilk dil bilimcisi hem de dönemin çok önemli bir halk bilimcisi olarak tarihe geçti.  
Hikâyenin dekorunu oluşturan Kaşgar, 11. ve 12. yüzyıllarda, Maveraünnehir denen, Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasındaki bölgede hüküm süren ilk Müslüman Türk devleti Karahanlıların başkentidir. Türk kültürünün Müslüman Arap kültürüyle iki hava cephesi misali yoğun bir etkileşime girdiği bu bölgede yetişen ve Türkçenin ilk sözlüğü kabul edilen “Divânü Lugât’it-Türk”ü de sözkonusu dönemin ortalarında, 1072  - 1074 arasında yazan Kaşgarlı Mahmut’un doğumunun 1000. yılı dolayısıyla UNESCO, 2008’i Kaşgarlı Mahmud Yılı ilan etti. Bu noktadan hareketle Milliyet Kitap olarak hem Kaşgarlı’yı anmak hem de Türkçe sözlüğün evrimini sizlerle paylaşmak istedik.  

DEĞİŞEN KADER
6. yüzyılda başlayıp 11. yüzyıla uzanan süreçte Türki diller konuşan çeşitli topluluklar, Sibirya’daki Sahalardan Mezopotamya’daki Selçuklulara kadar, Batı’ya doğru geniş bir hareketlilik gösteriyor; bu esnada Türklerle Macar, Fars, Arap, Rus halkları arasında yoğun bir etkileşim yaşanıyordu.
Uygur Devleti’nin 9. yüzyıl ortalarında yıkılmasından sonra kurulan Karahanlı Devleti’nin 893 yılından beri başkenti olan Kaşgar’ın da önemli bir konumu vardı. 10. yüzyıl sonlarında Karahanlılar genişlemeye başlamış, Satuk Buğra Han döneminde Samanilerin başkenti Buhara’yı almışlardı; bu arada bir rivayete göre Kaşgarlı Mahmud’un babası Hüseyin Emir Tekin de Samanilerden Türkistan’ı ele geçirmişti.
Bu fetihlerden sonra Karahanlılar giderek Samani kültürünün etkisiyle İslam’ı kabul etmeye başlar. Bilindiği gibi, Satuk Buğra Han devrinde devletin resmi dini İslam olur ve böylece Karahanlılar tarihe İslam’ı benimseyen ilk Türk devleti olarak geçer.
Böyle hareketli bir coğrafyada yetişen Kaşgarlı Mahmud’un doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1008 yılında doğduğu ve 1100 yılı civarında öldüğü tahmin ediliyor. Mahmud büyük olasılıkla, Türkiş diye de anılan Tobsılar ya da Yağmalar kavimlerindendi. Mahmud’un dedesi Muhammed ve babası Hüseyin, Kaşgar kentinin kuzeydoğusunda bulunan Barsgan ya da o zamanki adıyla Ordukentliydi. Aile, Karahanlı yönetici elitiyle kan bağı olan Emirler (Hamirler) sülalesinden geliyordu. 
Mahmud’un ailesi Kaşgar’a göç etmiş ve Mahmud büyük ihtimalle bu kentte doğmuş. Ancak son yıllarda “Divânü Lügât’it Türk”teki bazı ifadelerden hareketle, Mahmud’un da ataları gibi Barsgan’da dünyaya geldiği ve çocukluğunu İli ırmağı kıyılarında geçirdiği yolunda görüşler de ileri sürüldü. Bu yoruma göre, Mahmud’un kendisini Kaşgarlı olarak göstermesi yalnızca divanında dönemin yazı dili olan Hakaniyeyi (Karahanlı Türkçesi) esas almasından ve Kaşgar’ın çağın önemli bir kültür merkezi olmasından kaynaklanır.
Kaşgarlı Mahmud, Kaşgar’da Satuk Buğra Han’ın yaptırdığı Saciye ve Hamidiye medreselerinde eğitimini tamamlar; dönemin astronomi, matematik ve diğer klâsik bilimlerini tahsil eder. Arapça ve Farsça öğrenir; asıl olarak da Türkçe üzerine çalışmaya, Türkçenin farklı lehçelerini öğrenmeye yönelir. 
Kaşgarlı Mahmud üzerine, tarihi kaynaklardan faydalanarak “Türkçenin İlk Âliminin Gerçek Yaşam Öyküsü” altbaşlıklı ilginç bir roman kaleme alan Uygur Ferhat Ciylan’a göre, han ailesine mensup dedesi ve Barsgan hâkimi babası, Mahmud’u siyasi bir kariyere hazırlarken, Mahmud bunları reddeder ve müderris olmaya karar verir.
Başka bir rivayete göreyse, Kaşgarlı Mahmud, Karahanlıların bölünmesiyle ortaya çıkan Batı Karahanlıların bir hakanı olan Buğrahan Muhammed Yağan Tekin’in torunudur. Yağan Tekin, kısa süre devletin başında kaldıktan sonra tahtı Kaşgarlı Mahmud’un babası Hüseyin Emir Tekin’e devretmek ister. Ancak hakanlığın devri için hazırlanan törende Yağan Tekin’in eşi Hanısı, Hüseyin Emir de dahil diğer şehzadeleri kendi oğlu İbrahim’in başa geçmesi amacıyla zehirletir.
Kaşgarlı Mahmud bu cinayet teşebbüsünden son anda kurtulur. Eğer bu rivayetler kısmen de olsa doğruysa, karşımızda belki de siyasi bir kariyere hazırlanırken ya hayatın beklenmedik cilveleri ya da kendi kararıyla bilime dönen genç bir insan var demektir.  

LEHÇELERİ ÖĞRENİYOR
Mahmud eğitiminin ardından, civar Türk boylarını ziyaret etmeye, kültürlerini tanımaya, sözlü edebiyatlarını öğrenmeye başlar. Mahmud’un farklı Türk boylarıyla içli dışlı olması şaşırtıcı değildir; çünkü ataları olan beylerin, Karahanlılar ülkesinde Oğuzların ve diğer kavimlerin oturdukları bölgeleri de idare etmiş olmaları, hatta Karahanlılar ordusunun onların kumandaları altında Oğuzlardan kurulmuş olması muhtemeldir. Dolayısıyla erken bir yaştan itibaren, Mahmud zaten diğer Türk lehçelerine aşinadır.
Ferhat Ciylan’ın çalışmasını temel alırsak, Mahmud bir bahar bayramının ardından kırk develik bir kervanla yola çıkar, gittiği yerlerde dinlediği destanları ve deyişleri kaydeder: Uç kentinde Alp Er Tunga destanını dinler; İdikut ülkesini gezer, Çince kitaplar ve onların Uygurca tercümelerini edinir; Maniheizm ve Şamanizm dinleriyle ilgili insanlarla sohbet eder, bilgi toplar.
Giderek değişik lehçeler arasındaki farkları kavramaya başlar, örneğin Karahanlıların ‘tağ’ dediğine, Oğuzlar’ın ‘dağ’ Kıpçaklarınsa ‘tav’ dediğini gözlemler. Ardından Balkanlar’daki Bulgar, Peçenek ve Suvar gibi uzak Türk kavimlerini ziyaret etmiş olması da muhtemeldir. 

ARAP KÜLTÜRÜ VE ETKİSİ
Sonuç olarak geziler tahmininden çok daha uzun sürer ve Kaşgarlı çeşitli aralıklarla toplamda 15 yıl kadar, modern bir etnograf gibi Türk kavimleriyle ilgili malzeme toplar, onların âdetlerini araştırır. Mahmud’un gezileri sırasında, anadili Türkçenin Karahanlıların kullandığı Hâkaniye lehçesi dışında, Oğuz, Kıpçak, Argu, Çiğil, Kepenek gibi lehçelerini de öğrendiği kesindir.
Bu esnada Karahanlılar yoğun iç çatışmalarla sarsılmaktadır: Devlet 1042’de ikiye bölünür ve 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren güçlenmeye başlayan Selçukluların etkisi altına girer. 1037 yılında kurulan Selçuklu devleti hızla yükselmiş ve 1055 yılında da Bağdat kentini ele geçirmiştir. Mahmud dahil pek çok araştırmacı için Selçuklu ülkesinin ve Bağdat’ın bir çekim merkezi olması tesadüf değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu dönemde Türkler çeşitli fetihlerle Arap ve İslam kültürünün etkisi altına girmiştir. Dolayısıyla ilginç bir şekilde, pek çok bölgede fetheden kavim fethedilen kavmin daha gelişmiş kültürünü benimsemiştir; Selçukluların Farsçayı resmi yazışma dili olarak benimsemesindeki gibi, askeri anlamda üstün fakat kültürel anlamda Araplara oranla daha az gelişkin olan Türklerin, Güneybatı Asya’nın pek çok yerinde yaşadığı durum da bunun tipik bir örneğidir aslında. Türklerin yoğun biçimde Arap kültürünün ve dilinin etkisi altına girmesi  Mahmud’u ileride ünlü eserini kaleme almaya iten saiklerden biri olacaktır.
Bu esnada, iç mücadelelerin giderek yoğunlaştığı Kaşgar’dan uzaklaşan Mahmud,  Semerkant, Buhara ve Nişabur gibi kentlerde çalışmalar yapar. Ardından, Ciylan’ın belirttiği kadarıyla, doğrudan Selçuklu Sultanı Alparslan’dan çalışmalarını Bağdat’ta sürdürmesi yolunda teklif alır. Buna göre, Mahmut teklifi kabul eder ve muhtemelen 1070’lerin başlarında Bağdat’a ulaşır.
Kaşgarlı Mahmud Bağdat’ta iyi bir çalışma ortamına kavuşur. Gazali gibi önemli bilim adamlarının yaşadığı kent teki Nizamiye Medresesi ve diğer merkezlerde önemli kaynaklara ve çeşitli dünya dillerinden yapılmış çevirilere ulaşmak mümkündür.
Elindeki malzemeyi toparlamaya koyulan Mahmud, “Divânü Lügât’it Türk”ü Bağdat’ta 1072 yılının Ocak ayında yazmaya başlar. Eser 1074 Şubat’ında tamamlanır ve dört defa revize edilerek 1076 yılında son halini alır. Mahmud eserini 1077 yılında, Abbasi Halifesi Mukteda-Biemrillah’ın oğlu Ebü’l-Kasım Abd- ullah’a armağan eder. 

ARAPLAR İÇİN TÜRKÇE
“Divânü Lugât’it-Türk”, Araplara Türkçe öğretmek üzere, Arapça yazılmış bir sözlük ve dilbilgisi kılavuzudur. Mahmud kitabın Türkçeyi daha derinlemesine öğrenmeye niyetli olanlar için bir rehber kitap, bir ‘merdiven’ olacağını söyler. Kitabın bir diğer amacı da, Türk dilinin Arap dilinden aşağı kalmayan, yüksek anlatım gücüne sahip bir dil olduğunu göstermektir. Mahmud “Divânü Lugât’it-Türk”ü  “...Türk lehçelerinin yarıştaki iki atın birbirine ayak uydurduğu gibi Arapçaya ayak uydurduğunu gösterme gayreti içinde...” yazdığını söyler.
Kaşgarlı Mahmud, “Divânü Lugât’it-Türk”te,  Türkleri yenilmez bir siyasi güç olarak över, Arapların onlara biat etmesini talep eder, hatta Arapları tehdit eder: “Talih Güneşinin Türklerin burcunda doğduğunu ve Cenab-ı Hakk’ın Türk Hakanlığı’nı Göğün felekleri arasına yerleştirdiğini, onlara ‘Türk’ dediğini ve Egemenlik verdiğini, onları çağın hakanları yapıp dünyaya hükmetmenin dizginlerini ellerine verdiğini, onları tüm beşeriyete memur ettiğini, doğruluğa yönelttiğini, onlara katılanları ve onlar adına çabalayanları güçlendirdiğini böylece istedikleri her şeyi elde ettiklerini ve çapulcuların rezilliğinden kurtulduklarını idrak ettim ve anladım ki akıl sahibi her insan onlara katılmalıdır; aksi halde onların ok yağmuruna maruz kalır.”
Belki de eser o yıllarda Güneybatı Asya’yı ele geçiren Türk kuvvetinin kültürel propagandasını yapıyordu; bir bakıma yazar Araplara, Türklerle askeri yönden baş edemezsiniz, ama onların dillerini öğrenip iyi ilişkiler kurabilirsiniz, diyordu.
Mahmud, Türklerin üstünlüğüne kanıt olarak, “Divânü Lugât’it-Türk”te,  Hz. Muhammed’e ait olduğunu iddia ettiği bir hadise gönderme yapar; buna göre, peygamber “Türklerin lisanını öğrenin, çünkü onların saltanatı uzun sürecektir,” demiştir. Buradan hareketle Kaşgarlı Mahmud, Türkçeyi öğrenmenin bir ‘dini vecibe’ olduğu sonucuna varır. 

9 BİN KELİME
Divânü Lugât’it-Türk”,  iki bölümden oluşur. Birinci bölümde Türkçenin genel kullanım kurallarına dair Arap okuyucu bilgilendirilirken, ikinci bölüm sözlüktür ve Hakaniye lehçesinden yaklaşık 9 bin Türkçe kelimenin oldukça ayrıntılı Arapça açıklamasını ve bunların çoğunun cümle içinde kullanımını içerir.
Sözlük kısmı, elbette bugünkü gibi Latin alfabetik sıraya göre değil, tamamen dönemin Arapça sözlük düzenine göre oluşturulur. Mahmud eserde, Halil bin Ahmed’in (8. yüzyılda yazdığı ve Arapçanın ilk sözlüğü kabul edilen) “Kitabu’l-Ayn”ındaki çerçeveyi esas aldığını belirtir. Sözlük bu temelde sekize ayrılır ve her bir bölümde sözcükler kısadan uzuna doğru sınıflandırılır. (“Divânü Lugât’it-Türk”ün  Kabalcı Yayınevi’nden çıkan son baskısında eser yeniden organize edilerek, sözcük tanımları orijinalindeki dizin yanında modern alfabetik dizinle de sunuluyor).
“Divânü Lugât’it-Türk”, sözlük özelliğinin yanında oldukça ayrıntılı bir dilbilgisi çalışmasıdır aynı zamanda. Yazar, Arap okura, Türkçenin on sekiz temel (sessiz) harften ve yedi tane de ikincil önemde harften oluştuğunu söyler. Arap okurun telaffuz etmesi en zor harflere dikkat çeker; aynı şekilde Arapçanın Türk lehçelerinde bulunmayan kimi seslerini gösterir.
Kaşgarlı Mahmud, yalın ve türemiş sözcük ayrımına ışık tutar; Türkçedeki yaygın türetme ekleriyle türemiş kelimelere bolca örnek verir: “Kış”tan türeyen “kışlak”, “sevinmek”ten türeyen “sevinç” gibi. Fiillere getirilen ekleri açıklar; isimden fiil türeten kimi ekleri örnekler. Çatı eklerini, örneğin işteş çatı (“tartışmak”) ya da edilgen (“aldatılmak”) çatıyı anlatır.
Mahmud, sıklıkla, pedagojik bir yöntem izleyerek, bir sözcüğün veya dilbilgisi kuralının önce Arapçadaki kullanımını gösterir; ardından da konunun Hakaniye lehçesindeki durumunu aydınlatır. Aralarda da bol bol, “Bu ilkeleri öğrenin!” gibi uyarılarda bulunmaktan geri kalmaz.

MODERN METODLAR
Kitap Türkçenin elbette çok ciddi dönüşümler geçirirken, değişmeden kalan çeşitli özellikleri olduğunu göstermesi açısından da günümüz okuru için ilginç. Örneğin dönemin gelecek zaman eki olan -key, -kay (Örnek cümle: “Ol ya qurqay - o yay gerecek”) ortadan kaybolmuşken, geçmiş zaman ekleri -dı, -di değişmemiş (Örnek cümle: “Biz ya qurduq -  biz yay gerdik”).
Kaşgarlı Mahmud “Divânü Lugât’it-Türk”e alınacak kelimeleri ve kalıpları seçerken seçici davrandığını, örneğin Türkçedeki özel isimleri, yabancı kelimeleri almadığını, ayrıca halkın sık kullanmadığı isimleri de dışarıda bıraktığını söyler: Dağ, nehir, göl gibi coğrafya isimlerine atfen, “İyi bilinir oldukları için onları andım; fakat büyük bir kısmının ismini anmadan bıraktım, zira bunlar pek bilinmezler” deyip, “Kâfirlerin ülkelerindekilere gelince, bunların çok azının ismini zikrettim ve geri kalanlardan imtina ettim, zira bunları anmanın faydası yoktur,” diye de ekler. Bir bakıma Antik Yunanlılar gibi, kendi medeniyeti ve dışarıdaki ‘barbarlar’ arasına bir sınır çeker.   
Mahmud eserinde, örneğin İran ve Hint halklarıyla karışmış Türk kavimlerinin lehçelerinin bozulduğunu belirtir. Oğuzlar ve Uygurlarınsa çok yalın bir dil konuştuğunu söyler; ancak en bozulmamış (‘fasih’) lehçenin Karahanlı lehçesi Hakaniye olduğunda ısrarcıdır. Böylece Mahmud, kitapta temel aldığı Karahanlı yazı dilindeki sözleri verirken, onları öteki Türk lehçe ve ağızlarından örneklerle de karşılaştırır ve dolayısıyla eser karşılaştırmalı bir dilbilgisi çalışması niteliği kazanır.
Prof Dr. Zeynep Korkmaz’a göre, “Kâşgarlı Mahmud’un, 11. yüzyıl Türk dünyasına yayılmış bütün Türk boylarının yaşadıkları bölgelerden, oturdukları büyüklü küçüklü yerleşim merkezlerinden buraları bizzat dolaşarak malzeme toplamış olması; Karahanlı yazı dilindeki sözleri verirken, onları öteki Türk lehçe ve ağızlarından topladığı örneklerle karşılaştırması, gerekli yerlerde bunlar için ses bilgisi ve gramer açıklamaları yapmış olması, onun eserini, modern dilcilik metodlarına göre hazırlanmış ansiklopedik bir sözlük, geniş çapta karşılaştırmalı bir gramer durumuna getirmiştir.”

İlk Türkçe sözlüğün babası  KAŞGARLI MAHMUD
KAŞGARLI’NIN HARİTASI
“Divanü Lugati’t-Türk”, bir sözlük ve dilbilgisi kılavuzu olmakla da kalmaz,  11. yüzyılda yaşayan çoğu Türk boyunun coğrafyası, lehçeleri ve kültürüyle ilgili geniş bilgiler de içerir. Divan’ın en önemli özelliklerinden biri de içerdiği haritadır. Mahmud’un eserde ‘daire’ olarak andığı harita, Kaşgar ve Balasagun’u merkez alır.
Haritada mavi renk nehirleri, yeşil denizleri, açık yeşil çölleri, kırmızı dağları ve sarılar ise kentleri ve halkları gösterir. Haritaya göre dünya bir denizle çevrilidir. Haritada Japonya’dan Endülüs’e, oldukça geniş bir alan işaretlenmiş olsa da, aslen Orta Asya’daki Türk boyları görece ayrıntılı bir biçimde gösterilmiştir.
Batı’dan Doğu’ya, “Önce Beçenek gelir, sonra Qıfçaq, Oguz, Yemek, Başgırt, Basmil, Qay, Yabaqu, Tatar, Qırqız gelir. (...) Bu kavimlerin hepsi Rûm ülkesinden başlayarak Doğu’ya doğru yayılır. Sonra Çigil, Tuxsı, Yagma, Ograq, Çaruq, Çömül, Uygur, Tangut sonra Xıtay gelir ki bunların ülkeleri Çin’dir ve sonra Tawgaç gelir ki ülkeleri Maçin’dir.” Bu sıralamada Anadolu ve Yakındoğu’daki Türk kavimleri dışarıda tutulmuştur.
Kâşgarlı Mahmud Türk kelimesini, bazen Türki diller konuşan tüm kavimleri nitelemek için kullanır bazen de sadece Karahanlıları kast etmek için. Mahmud, özellikle Uygur ve Oğuz kavimleri hakkında kitabında bolca bilgi sunar; hem Oğuzlar mevcut Türkiye Türklerinin başlıca bileşenlerinden olduğu için hem de bu iki halkın Ortaçağ tarihleri az bilindiğinden, eserin değeri bu nedenle bir kat daha artar.
Örneğin Divan dışında, elimizde Oğuzcanın 13. yüzyıldan önceki gelişimine ışık tutabilecek hiçbir yazılı belge yoktur. Mahmud, Uygur ve Oğuzların alfabe sistemlerini,  dillerindeki ses ve yapı benzeşimlerini, farklarını Karahanlı Türkçesiyle kıyaslarken,  günümüzde etnog- rafinin alanına girecek biçimde, toplumsal organizasyonlarını, inançlarını, gelenek ve göreneklerini de aktarır. Ayrıca atasözleri, şiir parçaları ve dörtlükler gibi örnekleri bolca sunar. 
Eseri tamamlamasının ardından 1080 yılında Mahmud tekrar Kaşgar’a gider. Ülkesine geri döndüğünde artık prestij sahibi bir dilbilimcidir. Ona atfen Mahmudiye Medresesi diye adlandırılan bir binada ders vermeye koyulur. 1100 yılı gibi, bir başka tahmine göre de 1105’te, öldükten sonra adına bir türbe yaptırılır. Günümüze kadar korunmuş olan türbede, Kaşgarlı Mahmud’un tabutunun bulunduğu bir salon, bir Kuran odası ve bir müze mevcut. 

SÖZLÜĞÜN KAYBOLUŞU
“Divânü Lugât’it-Türk”,  Ortaçağ boyunca çeşitli çevrelerde ilgi görür; örneğin Antepli Ayni ve Kâtip Çelebi gibi isimler Divan’dan söz eder. Ancak ardından uzun yıllar boyunca kitabın kopyalarına rastlanmaz.
Yüzyıllar sonra, 1914 yılında, “Divânü Lugât’it-Türk”,  İstanbul’da bir sahafta ortaya çıkar. Bu, kitabın 1266’da Muhammed bin Ebu Bekir bin Ebül es Savi tarafından çıkarılmış  bir kopyasıdır. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz  bir makalesinde kitabın bulunma hikayesini aktarırken, Meşrutiyet’in ilk  yıllarında eski maliye nazırlarından Nazif Paşa’nın akrabası olan bir kadının kitabın elyazmasını Sahaflar Çarşısı’na getirdiğini ve sahaf Burhan Efendi’ye sattığını belirtir.
Burhan Efendi de bunu Maarif Nezareti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı)’na götürür. Ancak nezaret istenen parayı çok görüp kitabı almaz. Kitap tesadüfen dönemin entelektüellerinden Ali Emiri Efendi’nin eline geçer; Ali Emiri, elyazmasını inceler incelemez hemen istenen 30 altın lirayı öder ve kitabı alır.
El yazması darmadağınık, yaprak yaprak ayrılmış, tomar halindedir ve 319 folyodan oluşur. Toplam 638 sayfadır ancak formaları dağılmış, sayfa numaraları karışmış haldedir. Ali Emiri sözlüğü zarar görmemesi için herkesten sakınır ve kimselere göstermez; öyle ki, Türkiye’de sosyolojinin kurucularından olan Ziya Gökalp ve tarihçi Fuad Köprülü de onu görmek isteyip göremeyenler arasındadır.
Bir süre sonra Sadrazam Talat Paşa’nın araya girmesi ile eser nihayet Maarif Nezareti’ne devredilir. Böylelikle ‘ilk Türkçe sözlük’ toplumsal gündemde önemli bir yere kavuşur. Çünkü bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun hızla parçalandığı ve buna tepki olarak Jön Türk milliyetçiliğinin keskinleştiği bir dönemdir. “Divânü Lügât’it Türk”, Jön Türklerin gözünde Türk kimliğinin tarihi köklerini ve Türk kültürünün diğer kültürlere koşut olduğunu gösteren bir eser olur.
Ne yazık ki Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı asıl nüsha hâlâ kayıp. Kitabın elimizdeki tek kopyası ise,  Ali Emiri’nin 1916’da kurduğu  ve halen restorasyon halinde olan Millet Kütüphanesi’nde muhafaza ediliyor.

YAYIMI VE ÇEVİRİLERİ
“Divânü Lugât’it-Türk”, Kilisli Rifat Bey’in gözetiminde 1915-1917 yılları arasında üç cilt hâlinde basılır.  1920 sonrası yapılan birkaç tercüme denemesinden sonra, 1932 yılında toplanan 1. Türk Dili Kurultayı’nda,  eserle ilgili özel bir karar alınır. Yeni tercüme çalışmaları için 2500 lira bütçe ayrılır. Besim Atalay’ın üstlendiği yeni tercümenin ilk cildi 1939’da, ikinci cildi 1940’ta, üçüncü cildi ise 1941’de yayımlanır; bunu bir tıpkıbasım ve indeks izler.  Bu çevirinin ikinci baskısı 1985 - 1986 yılları arasında gerçekleştirilir.
“Divânü Lugât’it-Türk”ün,  Türkçedeki en son çevirisi ise Kabalcı Yayınları tarafından 2005 yılında yayımlanır.  Çeviri Serap Tuğba Yurteser ve Seçkin Erdi tarafından, Robert Dankoff ve James Kelly’nin ortak çalışması olan 1982 tarihli kapsamlı İngilizce çeviriyi temel alarak gerçekleştirilir.
Bu baskıda, kitabın orijinalindeki Arapça sözcük düzeni (tanımlar verilmeden) korunmuş; ayrıca bir de Latin alfabesine göre sözcükler tanımlarıyla birlikte sıralanmıştır.
Çabalarının hareket noktasının özgün metni müdahalesiz aktarmak olduğunu belirten yayıncılar, Arapça dil- bilgisi kavramlarına sözcüklerin açıklamalarının yanında yer vermekle kalmayıp, eserin sonunda bunların ne anlama geldiğini anlatan bir de sözlükçe sunmuş. (Örnek: Zamme: o, ö, u, ü - yuvarlak ünlü; okutan ötre imi)
Eserde geçen Kuran alıntıları, hadisler ve Arapçanın klasikleşmiş şiirleri de özgün halleri ve çevirileriyle verilmiş. Yayıncıların bir diğer hizmeti de Mahmud’un hazırladığı haritayı hem orijinal dilinde hem de Türkçe sunmak olmuş. 
Dosyanın sonunda bir noktayı vurgulamakta fayda var. Kaşgarlı Mahmud genç bir yaşta, siyasi kariyer yerine zahmetli ve titiz bir bilimsel çalışmayı tercih ederek bu uğurda yıllar süren yolculuklar,incelemeler yürüttü.
Kitabını yazmasındaki ‘milli saikler’ konusundaki görüşlerini paylaşalım ya da paylaşmayalım, sonuçta yaptığı kapsamlı çalışmanın, Türkçe incelemelerin ve genel olarak dil bilimin gelişiminde çok önemli bir basamak olduğunun hakkını teslim etmek gerek.
“Divânü Lugât’it-Türk”, geniş bir coğrafyada yaşayan kavimlerle ilgili içerdiği zengin malzeme nedeniyle de önemli.  Özetle, Türkçenin ilk sözlüğü, dünya bilim camiasında bir dönemin Orta Asya’sını anlamada vazgeçilmez bir kaynak.

Haberin Devamı

KAŞGARLI MAHMUD YILI ETKİNLİKLERİ

İlk Türkçe sözlüğün babası  KAŞGARLI MAHMUD
Kaşgarlı Mahmud’un doğumunun 1000. yılı dolayısıyla UNESCO, 2008 yılını Kaşgarlı Mahmud Yılı ilan etti. Kaşgarlı Mahmud Yılı çerçevesinde yurt çapında çeşitli etkinlikler düzenleniyor:
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün 28 - 30 Mayıs arasında gerçekleştireceği 2. Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu’nun bu yılki teması “Kaşgarlı Mahmud ve Dönemi”. Sempozyuma Türkiye ve yurtdışından çok sayıda bilim adamı katılarak tebliğlerini sunacak.
Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenen “Kaşgarlı Mahmud Fotoğraf Sergisi” ise Ankara Sıhhiye’deki Hacettepe Üniversitesi Ahmet Göğüş Sanat Galerisi’nde 28- 30 Mayıs tarihleri arasında ziyaret edilebilir.
Avrasya Yazarlar Birliği, Kaşgarlı Mahmud konulu bir hikaye yarışması düzenliyor: Yarışmaya son katılım tarihi 30 Temmuz 2008.
17-19 Ekim 2008 tarihlerinde ise Rize Üniversitesi’nde yapılacak Uluslararası Kaşgarlı Mahmud Sempozyu- mu’na dünyadan önemli Türkoloji uzmanları katılacak.

Haberin Devamı

İlk Türkçe sözlüğün babası  KAŞGARLI MAHMUD
“KİTABU CEVAHİRÜ’N - NAHVİ Fİ’LUGATİ’T - TÜRK”Ü BULANA 1000 ALTIN!

Hem çok gezen hem de çok okuyan bir bilim adamı olan Kaşgarlı Mahmud elbette tek bir eser hazırlamadı hayatında. En azından, “Divânü Lugât’it-Türk”te bahsi geçen “Kitabu Cevâhirü’n- Nahvi fi’Lugâti’t-Türk” (Türk Dilinin Nahif Cevherleri)  adlı bir çalışması daha olduğunu biliyoruz. Bu ikinci kitabın Türk dilinin sentaksı, yani söz dizimi bilgilerini içerdiği söyleniyor. 
Dolayısıyla kelime morfolojisine odaklanan birinci kitap, söz dizimine odaklanan ikinci çalışmayla tamamlanmıştır muhtemelen. Kısa süre önce, Avrasya Yazarlar Birliği, söz konusu kayıp kitabın bulunması için 1000 Cumhuriyet altını ederinde bir ödül koydu. “Divânü Lugât’it-Türk”ün Türkçenin evrimine dair incelemeleri ne kadar zenginleştirdiği düşünülürse, ikinci kitabın bulunması da şüphesiz bu alanda çok önemli ilerlemeler sağlayacak.

DÜNYA DİLLERİNDE “DÎVÂNÜ LUGÂTİ’T TÜRK” 

1914’te bulunan “Divânü Lügât’it Türk”, dünyada da çok geniş ilgi görür. Sözlüğün 1917’deki baskısı bütün dünya Türkologlarının ilgisini çeker: 1928 yılında Alman Türkolog Karl Brockelmann, ayrıntılı notlarla sözlüğün Almanca çevirisini gerçekleştirir.
Azerbaycan’da da Sovyet Bilimler Akademisi’nin Azerbaycan Şubesi,  kitabın Azericeye  çevrilmesi için Halid Said Hocayev’i görevlendirir; Hocayev, 1935-37 yıllarında çeviriyi  bitirir. 
“Divânü Lugât’it-Türk”ün ilk İngilizce tercümesi Gerard K. Lauson tarafından 1972 yılında yayımlanır.  Ardından kitap “Compendium of the Turkic Dialects” (“Türk Lehçeleri İncelemesi”) adı altında,  Robert Dankoff ve James Kelly’nin tercümesi ile 1982-85 yıllarında Chicago’da basılır. Baskı Harvard Üniversitesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü tarafından gerçekleştirilirken, redaksiyonu Şinasi Tekin ve Gönül Alpay eliyle yapılır. 
“Divânü Lugât’it-Türk”ün Çince çevirisi ise 2002 yılında Alimcan Said’in redaktörlüğü; Xe Iuy, Hin İ. Syaao Cuni ve Lyu Çzintszya’nın tercümesiyle Pekin’de yayımlanır.  Eserin Farsça tercümesi 2004 yılında Hüseyin Düzgün tarafından yapılırken  Zifa - Alua Auezova imzası taşıyan ilk eksiksiz Rusça tercüme, 2005 yılında Alma Ata’daki Daik Press’ce basılır.

Haberin Devamı

İlk Türkçe sözlüğün babası  KAŞGARLI MAHMUD
“DÎVÂNÜ LUGÂTİ’T TÜRK”TEN ÖRNEKLER

Haberin Devamı

bars.
Türk takviminin on iki yılından biri. Türkler on iki değişik hayvanın adını yıllara vermek suretiyle on iki yıllık bir takvim yaratmıştır. Çocuklarının yaşlarını, savaş tarihlerini ve daha birçok şeyi birbirini izleyen bu yıllar aracılığıyla hesaplarlar. 

bozuldı.
ew bozuldı: Ev harap oldu.
er bozuldı: Adam (-ın malı) harap oldu.

çar çur.
ol çar çur yedi : O bulabildiği her şeyi yedi, geriye hiçbir şey bırakmadı.

etti.
tengri menig ışım etti: Cenab-ı Hak benim işimin başarıya ulaşmasını sağladı.
ol yükünç etti : O namaz kıldı (Oguz lehçesi) Oguzlar yaptıkları herhangi bir şeyi etti: yaptı sözcüğüyle ifade ederler. Diğer Türkler bu amaçla qıldı sözcüğünü kullanırlar.  Ancak Oguzlar arasında bu ikinci sözcük cinsel ilişkiyi anlatmak amacıyla kullanıldığı için, kadınları utandırmamak anmacını da güderek, Oguzlar bu sözcüğü sarf etmekten kaçınır ve diğerini kullanır.

Haberin Devamı

isitti.
ol mun isitti : O, çorbayı ısıttı.
er isitti: Adam ateşlendi.

işledi.
er işledi: Adam çalıştı
işleldi.
iş işleldi: Amel yerine getirildi
işleşdi.
ol menig birle işleşdi: O, bu işte benimle rekabet etti. Bir işte yardımlaşmayı anlatmak için de bu sözcük kullanılır.

öpdi.
ol meni öpdi: O beni öptü.
öper, öpmeq.
Şu atasözünde de geçer,
taşıg ısrumasa öpmiş kerek:  Taşı ısıramayan kişi onu öpmeli. Bu atasözü amacına ulaşmak için belli bir işte nazik olmasını öğütlemek için kullanılır.

mayışdı.
er yerke mayışdı. Adam uyuşukluğu nedeniyle yere yapıştı.
mayışür, mayışmaq. Bu sözcük, adama bir işi yapmasının emredildiği ve onun reddettiği durumu anlatır.

qarluq.
Bir Türk kavmi. Bunlar da göçebedir, ama Oguz değillerdir; ancak tıpkı Oguzlar gibi Türkmen’dirler.
qarluqladı.
ol anı qarluqladı: O onu Qarluklarla ilişkilendirdi.
qarluqlar, qarluqlamaq.

qawuşdı.
tag tagqa qawuşmas, kişi kişike qawuşur: Dağ dağa kavuşmaz, adam adama kavuşur. 

tikdi.
er ton tikdi. Adam giysiyi dikti.
atıg yılan tikti. Yılan atı soktu.
er yıgaç tikdi. Adam ağaç dikti.

“TÜRKÇE SÖZLÜK, HENÜZ EKSİKSİZ VE KUSURSUZ DÜZEYDE DEĞİL!”

İlk Türkçe sözlüğün babası  KAŞGARLI MAHMUD
Kaşgarlı Mahmud’un öncülük ettiği Türkçe sözlük çalışmaları, izleyen bin yılda nasıl bir mecrada ilerledi? Günümüzde, Mahmud’un isteği nihayet gerçekleşip Türkçe’nin anlatım gücü diğer dünya dilleriyle denk seviyeye geldi mi? TDK Sözlük Bilim ve Uygulama Kolu Eski Başkanı İsmail Parlatır, sorularımızı yanıtladı.

Bütün okur, yazar, editör, çevirmen ve elbette gazetecilerin temel başvuru kitaplarından olan Türk Dil Kurumu’nun 1998 tarihli iki ciltlik Türkçe Sözlük’ünü (Prof. Dr. Hamza Zülfikar ve Prof. Dr. Nevzat Gözüaydın ile birlikte) hazırlayan Prof Dr. İsmail Parlatır, halen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı. Parlatır, üretken bir akademisyen: Recaizade Mahmut Ekrem üzerine teziyle doktora yaptı, “Tanzimat Hikâye ve Romanında Kölelik” tezi ile doçent ve Tevfik Fikret konulu çalışmasıyla profesör oldu. Uzun zamandır hazırlıklarını sürdürdüğü “Türkiye Türkçesinin Büyük Sözlüğü”, Türkçenin Anadolu’da 14. yüzyıldan bugüne  taşınan söz varlığını günümüz okuruna sunacak kapsamlı bir eser olacak. 
İsmail Parlatır ile Türkçe sözlüğün evrimini konuştuk.

“Divanü Lügatit Türk” ile başlayan, Esat Mehmet Efendi’nin “Lehçet-ül Lügat”ıyla (1732) birlikte modern bir mecraya giren Türkçe sözlüklerin evrimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Tarihi açıdan, dünya dillerine kıyasla Türkçedeki sözlük çalışmaları tatminkar mı?
Türk dilinin tarihi geçmişi, önceki dillerle karşılaştırılınca ne kadar eski olduğu açıkça ortaya çıkar. UNESCO 1995 yılında yaptırdığı bir araştırmada dünyada en çok konuşulan 5 dil arasında Türkçenin de var olduğunu açıkladı. Bu açıklamayı dünyaca ünlü bir kuruluşun yapması önemlidir. Biz söylersek tek yanlı olarak değerlendirilirdi. Oysa UNESCO’nun açıklaması dünya kamuoyu için belgesel niteliktedir.
Böylesine köklü bir geçmişi olan Türk dilinin söz varlığının sözlüklerde yer alması girişimi, “Divânü Lügati’t-Türk” ile başlamıştır ve doğrudur. Ancak ne yazık ki XI. yüzyılda atılan bu adımın arkası pek sürekli olmamıştır. “Divânü Lügati’t-Türk“ten sonra Anadolu sahasındaki sözlük çalışmalarıyla ancak XIV. yüzyıl sonu ve XV. yüzyıl başında Farsçadan çevrilen örneklerle karşılaşmaya başlıyoruz.
Söz gelimi “Ferişteoğlu Lügati”, “Lügat-ı Halimi”, “Lügat-i Ni’metullah” gibi çevirileri Kemal Paşazade’nin “Dekayıku’l-Hakayık” ve benzeri örnekler izledi. Arapçadan ise “Ahteri-yi Kebir” çevrildi. Yüzyıllar boyu bunlar kullanıldı. Sonra Mehmet Esat Efendi’nin “Lehçetü’l-Lügat”ı matbaada basılan ilk sözlüklerimiz arasında yer aldı.
Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmani”si, Muallim Naci’nin “Lügat-i Naci”si yeni örnekler oldu. Bizim Türkçe sözlüklerimizin ilk örneğini Şemsettin Sami’nin “Kamus-ı Türki”si sergiledi. Bu da gösteriyor ki bizde sözlük geleneği pek oturmamış; örneklerimiz zengin değil. Gelişmiş dünya dillerine göre ise çok zayıf.

Cumhuriyet döneminde Türkçe sözlük çalışmalarını belirleyen unsurlar neler oldu? Devletin bu sürece katkısı ne yöndeydi?
Cumhuriyet döneminde sözlük çalışmaları sanki Türk Dil Kurumu’nun tekelinde gibidir. Kurum da kuruluş amacına ve özleştirmeci tutumuna göre 1945 yılında ilk baskısını yapmaya başladığı Türkçe Sözlük çalışmalarına hep bu bakış açısıyla yaklaştı. Sonra 1988 ve 1998 baskılarında benim de başkanlığını yaptığım Sözlük Bilim ve Uygulama Kolu’nda bu sınırlamayı biraz genişletmeye çalıştık. Ancak Türkçe Sözlük, henüz eksiksiz ve kusursuz bir düzeyde ne yazık ki değil. Devletin de bu çalışmalara katkısı süreklilik arz etmiyor. Her şey TDK’dan bekleniyor.

Kaşgarlı Mahmud eserinde, Türkçenin anlatım gücünü Arapçaya karşı savunuyordu. Sizce Türkçe anlatım gücünü o günden bugüne yeterince geliştirebildi mi? Bugün İngilizce veya İspanyolca gibi diller karşısında ne durumda?Kaşgarlı Mahmud, “Divânü Lügati’t-Türk”ü hazırlarken o dönemde iyi işlenmiş bir dil olan Arapçanın karşısında Türkçenin bir kültür dili olarak ondan hiç de geride olmadığını ispat etmeyi amaçlıyor ve Arapçayı bilenlere Türkçeyi öğretmeyi hedefliyordu. Sonraki yüzyıllarda ne yazık ki biz bu ilke inançtan saparak daha çok Arapça öğrenmeye gayret etmişiz; yani dilimizi ikinci plana itmişiz. Ancak Cumhuriyet’ten sonra Türkçe sevdası yeniden filizlenmiştir ve dilimiz oldukça ileri düzeyde bir gelişme göstermiştir.
Toplumsal ve teknolojik gelişmelerle birlikte Türkçe de sürekli olarak yenileniyor; acaba günlük dildeki yenilikler, yeni ifadeler sözlüklerde yer bulabiliyor mu, bulmalı mı?
Bir dilin yenileşmesinde ve gelişmesinde uygarlığın ve kültür iletişiminin katkıları büyüktür. Büyük diller öteki büyük dillerle elbette karşılaşacak; bunlar birbirlerini hem teknolojik hem de bilimsel düzeyde etkileyecektir. Üstelik bu etkileşim son yüzyılda oldukça hızlı ve yoğun olmuştur. Bu hıza ve yoğunluğa ne yazık ki sözlüklerimiz ayak uyduramamıştır. Bugün “Türkçe Sözlük”te her aradığımız sözü bulamıyoruz. Sebebi de bu olsa gerek. Aslında dilde, dilin çevriminde yer alan her söz, sözlüklerde yer almalı. Gazetede, kitapta, görsel basında karşılaştığı bir sözü insanımız ve Türkçe ile uğraşan herkes kolaylıkla bulabilmeli.

Piyasadaki mevcut sözlükleri nitelik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Aradığımız kimi sözcükleri bulamadığımız gibi, Osmanlıca sözlüklere başvurmamız da gerekebiliyor. Mevcut sözlüklerimize baktığımızda öyle zengin ve doyurucu nitelikte sözlük çalışmasını bulamıyoruz. İyi niyetle yapılan birkaç sözlük de sözlük bilimi ilkeleri ölçütlerine pek uymuyor. Bir de Osmanlı Türkçesi’nden (Osmanlıca) uzak kalmamız, işimizi daha da zorlaştırıyor. Benim uzun zamandan beri hazırlamakta olduğum “Türkiye Türkçesinin Büyük Sözlüğü”, Anadolu sahasında 14. yüzyıldan günümüze kadar Türkçede kullanılmış olan bütün söz varlıklarını biraz da tarihsel anlayış ile kucaklayacak bir büyük sözlük olacaktır. Umarım bu eser, sözlükçülük bakımından pek çok sıkıntıyı giderecek.