Editörün Seçtikleri Kabemiz insan bizim

Kabemiz insan bizim

20.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kabemiz insan bizim

Kabemiz insan bizim

Cem töreni, insanlık dersi gibi.. Küskün de alınmıyor, dargın da.. Üzerinde kul hakkı olanın, karısını boşayan erkeğin yeri olmuyor.. Suçlular adım atamıyor; eline, beline, diline sahip olamayanın, Cem'de yeri yok..

KARLI köyü, Sivas'a 45 kilometre mesafede. Çorak dağların tam ortasında. Aydınlık yürekler, köyün imajına da yansımış. Köyden çok, bakımlı bir ilçeyi andırıyor. Anadolu'nun en ücra köşesinde bile olsanız, bu çağdaş görüntü Alevi köylerin değişmez damgası. Coşkuyla bizi karşılayıp, Cem'in yapılacağı köyün en büyük binasına götürüyorlar. İçeri adım attığınızda göze ilk çarpan, Atatürk'ün fotoğrafı ve Hz.Ali'nin temsili resmi. Yerlere rengarenk kilimler serilmiş. Salonun dörtbir yanına tahta sıralar, iskemleler yerleştirilmiş. "12 Hizmet" görevlileri yerlerini almış. Cem'den onlar sorumlu.
Ocak alev alev yanıyor. Ve üzerinde bir kazan. Kurbansız Cem olmazmış. Girişin biraz ötesinde sandık sandık elmalar, şeftaliler, kuruyemiş torbaları istiflenmiş. Cem'e lokma getirmek bir gelenek. Bir kilo elma da olabilir, bir kurban da. Ben de Sivas'tan aldığım çikolatalarla "lokma"ya katılıyorum.
Dede'siz Cem olur mu? Cafer Dede, herkesin görebileceği bir yerde, elinde bastonuyla bağdaş kurmuş. Kapıdan her giren "can" önce cemaatı selamlıyor, sonra da Dede'ye niyaz ediyor. Ardından çoluğu çocuğuyla birlikte Dede'nin önünde selam durarak duasını alıyor. Sadece onlar mı? Kurban da katılıyor törene. Dede'nin önüne getirilip, duasını alıyor. "Duasız kurban olmaz" diyor Sivas Üniversitesinde Eğitmen Doğan Aykanat. "Dua almazsa, lokma olmaz."
Cemaat yavaş yavaş toplanıyor. Kadın erkek bir arada, harem - selamlık yok. Ardından aşık alıyor sazını eline, yüzlerce yıllık felsefe, sazdan söze dökülüyor. Aşık, Pir Sultan Abdal Köyü'nden. Bakın ne diyor:
"Cem'e küskünü de almayız, dargını da. Üzerinde kul hakkı olanın, karısını boşayan erkeğin yeri olmaz bu yolda. Hele suçlular adım atamaz Cem'e. Eline, beline, diline sahip olamamışsan, kapıdan içeri adım bile atamazsın."
Eğitmen Aykanat'a, "Cem'in vakti var mıdır?" diye soruyorum.
"Yoktur. Eskiden üretimin olmadığı, herkesin zamanının olduğu kış aylarında ve haftada birgün yapılırdı, ancak göçler ve ekonomik gelişme, Cemleri hafta sonlarına kaydırdı."
Yazar Cemal Şener, Aleviler'in, Cem'in kaynağı olarak Hz. Muhammed'in Miraç'tan dönüşte uğradığı dergahtaki topluluğun birlikte yaptığı ve adına "Kırklar Cem'i" denilen ibadeti gördüğünü söylüyor. Bu mitolojik meclisin kendini ifadesi şöyle: "Bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir."
Eşitliğin, birlik ve beraberliğin bundan güzel ifadesi mümkün mü?

YARIN:ÇİLLER'İN ALEVİLERE DİYANET OYUNU


CEM töreni, hem toplumsal, hem kültürel, hem de inançsal boyutları olan bir olay. Her adımın bir anlamı var. 'Müsahiplik', yani 'yol kardeşliği', dayanışmayı güçlendiriyor. Bu yola girenler izleniyor. Eğer ahlak ilkelerine uymuyorlarsa, birbirinden davacı olan Aleviler arasındaki anlaşmazlıklar, şikayet Cem'e götürülüyor. Cem'de sorun görüşülüyor ve orada tartışılarak çözülüyor. Karar halkın tümünün katıldığı bu mahkemede topluca alınıyor. Gerekiyorsa, 'düşkünlük cezası' ile hüküm giyiyor suçlu. Şeriatla yönetilen Osmanlı'da, Aleviler 600 boyunca mahkemeye gitmeden yaşamışlar.
Bu öyle bir kurum ki, Prof. Altan Gökalp, Fransız ihtilalinin en kritik günlerinde Robespierre'in Fransız halkına 'Alevi inancı' örnek göstererek müsahipliği, yol kardeşliğini önerdiğini söylüyor: "Zor günler geçiriyoruz. Gücü olan, güçsüz olan bir kişinin sorumluluğunu alsın"..
Alevilik, tamamen ahlak ölçekleri üzerine kurulu bir düşünce sistemi. Sloganları, "eline, beline, diline sahip ol". Ceza kanununa dikkat ederseniz, elle sarkıntılığı, elle cinayeti, sözle hakareti ve cinsel suçların hepisini cezai müeyyide altına almış. Aleviler'se, ahlaki ve dini müeyyide altına almış. Bugün için bile çok gelişmiş bir düşünce. Oysa onlar yüzlerce yıl önce bu gelişmiş düşünceyi, insanlar arasındaki ilişkilerde, dingin bir hayat ortaya koymak için kullanmış.
Ve siz gelin, günümüzde bu insanlara "mum söndü" olayı yaşatın.
Bir hukuk adamı Hüsamettin Cindoruk'a ait bu sözler, ve bir ölçüde Cafer Dede'nin şu yakarışına merhem: "Geldiniz, Cem evimizi de gördünüz, Cem törenimizi de. Söyleyin, kim kimin eteğinden tutuyor. Biz şunu istiyoruz; artık Alevi anasıyla, bacısıyla yatıyor iftiraları kaldırılsın ortadan."

9 Ocak 1995, Aleviler'i bir anlamda dönemecin eşiğine getiren bir tarihti. Güner Ümit'in talihsiz 'kızılbaş' esprisi bardağı taşıran son damla olmuştu. "Yeter artık" dercesine topluca tepki gösterdiler ve tepkiyi bir günde bitirmeyip, sürdürdüler. Provakatörlere rağmen sağ duyuyu yitirmeden.
Neydi onları bunca galeyana getiren? Kızılbaş ne demekti? Ya da ne dememekti?
Alevilik terminoljisinde "Kızılbaş"ın ne anlama geldiği ünlü Türkolog - Araştırmacı Melikoff'tan alıntılarla veriyoruz.
Melikoff'un araştırmalarına göre "Kızılbaş" deyimi, Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar'ın döneminde can buluyordu. Derviş hırkası giyip, başına sofu takkesi takan Şeyh Haydar'ın müritleri de derviş entarisi giyer ve başlarına sürahi şeklinde kırmızı bir külah takarlardı. Kırmızı renkli bu külah, 12 dilimliydi ve 12 dilim 12 imamı, kırmızı ise Ehlibeyt ile kan kardeşliğini simgeliyordu.
Bu kızıl renk, aynı zamanda Hz.Ali'ye bağlılığın da simgesiydi. Bu külah, Şah İsmail döneminde bir tarikat tacının ötesinde, siyasi bir fırkanın askeri serpuşunu ifade ediyordu. Aleviler bu nedenle Anadolu'da uzunca bir süre kızılbaş diye anıldı. Aleviler'in yüreğini bunca yakan ise, kızılbaş olmak değil, kelime üzerine yüklenen gerçek dışı, gerçek dışı olduğu kadar haksız iftiraydı.

ANADOLU'da doğan Alevilik olayına, İslam'daki büyük ayrılığın bir tarafı olarak bakmak, yani tek boyutlu dinsel bir çerçeve ile sınırlamak, pek mümkün gibi görünmüyor. Evet, Aleviler Hz.Ali ve Ehlibeyt sevgisinden yana inanç sergilemişlerdi, ama Hz.Ali ve Ehlibeyt'e sahip çıkanlar yalnızca onlar değildi. Kapı komşumuz İran örneğin.
Ne var ki, özellikle de Humeyni önderliğindeki İran'da tanık olduğumuz bağnaz şeriat rejimi ile Anadolu Aleviliği'ni aynı potada eritmek olası değildi. Anadolu Aleviliği'nin Şia akımlarla tek ortak paydası, Hz.Ali ve Ehlibeyt'ine dönük sevgi olarak ortaya çıkıyordu.
Peki ya Alevilik'i tanımlayan diğer boyutlar? Hz.Ali sevgisiyle birlikte hiçbirimizin yabancı olmadığı hümanizmi, insan sevgisini, kardeşliği, hakça bölüşümü ve tabii eşitliği savunan dünya görüşünü nereden aldı? Aleviler neden Anadolu Müslümanlar'ı olarak anıldı? İşte bu noktada İslam'dan önceki Türkler ve tasavvuf devreye giriyor.
Türkler, bir kültür mozaiği Anadolu'ya, XI. yüzyılda yerleşti. Çıkış noktaları Orta Asya ve Maveraünnehir idi. Beş çıkış kapısından, Taşkent, Buhara, Semerkant ve Horasan'dan dağıldılar. İslamiyet'i, Anadolu'ya gelmeden IX. yüzyılda kabul eden Türkler, uygarlığın beşiği sayılan yarımadada, 10 bin yıllık zengin kültür potasına, Orta Asya'dan taşıdıkları kendi kültürlerini de katarak, ilginç bir senteze imzalarını attı. Türk - İslam sentezine. Alevi yazar Cemal Şener, "Alevilik Olayı" isimli kitabında bakın ne diyor: "Anadolu Aleviliği'nin oluşmasındaki önemli etkenlerin başında, Türkistan ve İran gibi doğu din ve kültürlerinden gelen etki gelir. Anadolu'ya gelen Türkmenler ya İslam olmuşlardı, ya da İslamiyet'ten önceki çok tanrılı doğu dinlerinin etkisi altındaydılar; Şamanizm, Budha, Maniheizm, Taoizm v.s"
Şener'e göre Türkler'deki tasavvuf inancı ile Budha inancı arasında benzerlik bir hayli fazla. Maniheizm ile Alevilik arasındaki inanç benzerlikleri de gözden kaçmaz. Örneğin bir Yesevi şiarı ve Aleviler'in ilkesi haline gelen "Eline, beline, diline sahip ol" inancı, Budha dininde de, Maniheizm'de de görülmektedir. Gene tasavvuftaki ölümsüzlük, Hint düşünü Nirvana'nın varlığında ölümsüzlük olarak yaşıyor. Ayrıca, Şaman dininden gelen Güneş'e, Ay'a, suya, ateşe tapınma, bugün bile Anadolu'da Sünni ve Alevi halk arasında hayat buluyor. Türkler'in İslamiyet'ten önceki dini şamanlığa giriş törenlerinde, aynen Alevilik'teki ikrar töreninde olduğu gibi kurbanlar kesilir, içki içilip, sazlar çalınır ve semah edilirdi.
Bunun anlamı, Türkler İslamiyet'i kabul etmişlerdir, ama daha önceki kültür miraslarından ve inançlarından tümüyle vazgeçmemişlerdir; bir diğer deyişle, İslam - Arap kültürüne sırt çevirmiş, İslam'ı kendilerine göre yorumlamış ve Türk - İslam sentezini oluşturarak, Anadolu Müslümanlığını tanımlamışlardır.

YARIN: ALEVİLER VE TASAVVUF



Yazarlar