Kültür Sanat Nâzım ile volta atmak

Nâzım ile volta atmak

15.10.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Memet Fuat arşivi düzenlenirken, Piraye’ye yazılmış mektupların bulunduğu sandıktan, içinde roman ve hikâye parçalarının olduğu Nâzım Hikmet’e ait defterler çıktı.

Nâzım ile volta atmak

Artık sayfaları iyice sararmış defterlerin bir köşesinde “İstanbul Tevkifhanesi, 1938” yazıyor. Aradan tam tamına 70 yıl geçmiş. Ve bu yıl, Memet Fuat arşivi düzenlenirken, Piraye’ye yazılmış mektupların bulunduğu sandıktan içinde roman ve hikâye parçalarının bulunduğu Nâzım Hikmet’e ait defterler çıkmış. Daha önce yayımlanmamış bu defterleri, Yapı Kredi Yayınları “Öteki Defterler” adıyla kitaplaştırmış.

Çıplak bir gözlem
Kitapta, Nâzım Hikmet tarafından kitap kapağı gibi tasarlanmış defterlerin kapakları ve kendi el yazısıyla sayfa örnekleri de mevcut. Hatta yayınevi, Nâzım’ın o günlerde kullandığı dile de sadık kalmış ve ‘kâğıt’ sözcüğünü ‘kâat’, ‘eroinman’ sözcüğünü ‘eroinoman’ olarak bırakmış.
“Öteki Defterler”, Nâzım’ın aynı zamanda ünlü mektup arkadaşı olan karısı Piraye’nin bir mektubuyla başlıyor. Nâzım, kitapta yer alan defterlerinin başına o mektuptan bir alıntı koymuş: “Bir defter al. Her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır...”
Defterleri okuyunca Piraye’nin bu temennisinde ne kadar haklı olduğunu anlıyor insan. Bu defterlerde yer alan roman ve hikâyeler, sonradan kitaplaşan “Piraye’ye Mektuplar” kadar çarpıcı... Her şeyin olduğu gibi aktarıldığı çıplak bir gözlemle çizilen portreler ve olayların cereyan ettiği şiirsel bir atmosfer içinde; bir anlatı ustası olan Nâzım’ın beyninden yüreğine, yüreğinden kalemine dökülen sıcacık cümlelerin arasında kayboluyor insan.
Kitabı okurken tam 70 yıl öncesine dönüp İstanbul Tevkifhanesi’nin avlusunda Nâzım ile volta attığınızı ve birlikte cezaevi avlusunu adımlarken bu hikâyeleri kendisinden dinlediğinizi bile düşünebilirsiniz.
Birinci defterin daha ilk sayfalarında güçlü bir anlatım karşılıyor bizi. Bir tarafta oğlan çocuklarına düşkün bir gardiyan; diğer tarafta yağan yağmurun altında çırılçıplak dolaşan, akıl sağlığını yitirmiş bir mahkûm, meydancılar, koğuş ağaları, komünist bir saatçi çırağının yaptığı komiklikler... Canlı ve ayrıntılı tasvirlerin yer aldığı bu metinlerde, yazarın neredeyse sinematografik bir anlatıma yaklaştığına tanık oluyoruz. Bir kameranın cezaevi avlusunda dolaşıp gördüğü her şeyi yargılamadan kaydetmesi gibi anlatılıyor her şey.
Piraye’nin düşündüklerini değil de “duyduklarını yaz” önerisine neredeyse harfiyen bağlı kalıyor Nâzım. Her şeyi olduğu gibi göstermenin bile okur üzerinde yeterince etkisi olacağını tahmin ediyor anlaşılan.
“Orası” adlı roman, dört defterden oluşuyor ve tıpkı Nâzım’ın “Yaşamak Hakkı” adlı tamamlanmamış romanı gibi beş bölümde kalmış. İnsan, en çok bu yarım kalan romanlara üzülüyor okurken. Ama anlatımın canlılığı ve sahiciliği, bu yarım kalmış metinleri okurların zihinlerinde tamamlamasına yardımcı da olabilir. Üstelik bu metinlerin, edebi olduğu kadar tarihi metinler gibi okunacağı da bir gerçek.
Sonraki defterlerde “Zeytin ve Üzüm Adası” başlığı altında İmroz adasında geçen bir anlatı, adı sonradan “Bayram” olarak konulan isimsiz bir metin ve “Piraye’ye” başlığı altında mektup sıcaklığında yazılmış bir anlatı yer alıyor.

Tek hürriyeti düşünmek
“Zeytin ve Üzüm Adası”nda on iki yaşındaki Ahmet oğlu Ali ile yeldeğirmeninin bulunduğu tepeden “ışıltılı bir su birikintisine düşmüş yapraklara” benzeyen limanın etrafına dizilmiş yapıları izlerken; “Bayram”da 1930’lu yılların Yüksekkaldırım’ı ve Tünel’inde bir gezintiye çıkıp kitapçılarda “Arsen Lüpen” kitabı aramaya koyuluyoruz.
Ve sonra Piraye’nin mektubunda yazdığı gibi “düşünmekten başka yapacak işi, düşünmekten başka hürriyeti olmayan” Nâzım’ın cezaevindeki düşlerine dalıyoruz “Piraye’ye” adlı bölümde.
Ve defter şu cümlelerle sona eriyor: “Soğuk. Soba sönmüş. Dar, uzun battaniyemin altında yapayalnızdım. Halbuki bilirsin ki ben en iyi yazılarımı sokakta kalabalığın arasında dolaşarak yazmışımdır, evde okuduğumu anlamak için çocuklarımın gürültüsüne muhtacım ve insanların arasından ayrıldığım vakit karaya vurmuş hazin bir palamuda benzerim.”