Kültür Sanat Ölümünden sonra polisiyenin yıldızı oldu

Ölümünden sonra polisiyenin yıldızı oldu

20.07.2010 - 23:15 | Son Güncellenme:

.

Ölümünden sonra polisiyenin yıldızı oldu

Stieg Larsson’un, ölümünden sonra yayımlanan “Millenium Üçlemesi” hem Türkiye’de hem dünyada çok büyük ilgiyle karşılandı. Elli yaşında kalpten ölen Larsson, ilk kitabını basılı görmediği gibi üçüncüden sonrasını da yazamadı.

İsveçli polisiye yazarları, bu türde son dönemin rakipsiz yıldızları sayılabilir. İngiliz meslektaşları bile, şaka yollu, onların hükümranlığından yakınıyor. Mesele, bütün İsveçli polisiye yazarlarının işinin üstadı olmasından kaynaklanmıyor. İşin bir de siyasi görüş ve toplumsal eleştiri yanı var. Önce, gazeteci ve solcu karı-koca ekip Maj Sjöwall ile Per Wahlöö’nün kahramanları Martin Beck’in maceraları, 1970’lerde Milliyet Yayınları, yakın zamanda da İnkılâp aracılığıyla Türk okurlara ulaştı. Altın Kitaplar da, bizimle İsveçli polis ve dedektifleri arasına Henning Mankell ve dedektifi Wallander’in maceralarıyla bir köprü daha kurdu. Stieg Larsson’un, ölümünden sonra yayımlanan “Millenium Üçlemesi” ise, hem bizde hem dünyada çok daha büyük ilgiyle karşılandı. Bunda kahramanlarından Lisbeth Salander’ın kişiliğinin de büyük payı var.

Her şey gerçek, kasaba sahte
İsveçli polisiye yazarları gelişmiş bir mekân duygusuna sahip. Genellikle bir şehir ya da kasabayı mekân ediniyor, dizilerinin merkezi haline getiriyorlar. Stieg Larsson da, “Millenium Üçlemesi”nin ilk kitabı “The Girl with the Dragon Tattoo / Ejderha Dövmeli Kız”a (Özgün adı “Kadınlardan Nefret Eden Adam” anlamına, “Män som hatar kvinnor”) mekân olarak gene küçük bir kasaba olan Hedestad’ı ve Hedeby Adası’nı seçmişti. Ancak, kitaptaki diğer karakterlerin hakiki mekânlarına karşın, Hedestad kurmaca bir mekândı.
Sanayinin güçlü ailesi Vangerler burada ve Hedeby Adası’nda yaşıyor. Esas kahramanımız Mikail Blomkvist de büyük bir yıkımın ardından görev icabı buraya yerleşiyor. Bu arada, Blomkvist’in ortaklarından olduğu Millennium dergisinin, Stieg Larsson’un dergisi Expo ile ortak yönleri ve sorunları olduğunu da belirtelim. Hem Blomkvist’in ortağı, dostu ve evli olmasına rağmen bazen sevgilisi olan Erika Berger’e karşılık, onun da 1974’ten 2004’teki ölümüne kadar birlikte yaşadığı, ölümünden sonra da kitap hakları için mücadele eden hayat arkadaşı mimar Eva Gabrielsson var.
İlk kitapta ekonomi yazarı gazeteci Blomkvist, dergideki ortağı ve arkadaşı Erika Berger ile Millennium dergisini çıkarıyordu. Hedefinde sanayi ile sanayicilerin bulunduğu, hataları affetmeyen dergideki bir yazısı sonucu Blomkvist, İsveç sanayi devlerinden Hans-Erik Wennerström’e iftira etmekten mahkum olup üç ay hapis cezası yemişti. Vanger ailesinin büyüğü Henrik Vanger işte ona, her şeyi kaybetmiş gibi göründüğü bu noktada iş teklif etti. İlanları çok azalan Millennieum’a mali yardım ve bilgi sağlama karşılığı Blomkvisz’ten ailesinin tarihini yazmasını istedi. Sonradan, onun asıl derdinin, kırk yıl kadar önce adadaki bir kutlama sırasında yeniyetme yaşında esrarengiz biçimde ortadan kaybolmuş olan yeğeni Harriet’in sırrının çözülmesi olduğunu anladık.

Unutulmaz bir kahraman
İsveçli polisiye yazarlarının mekân duygularından söz etmiştim. Bir diğer özellikleri ise toplumsal sorunları ele almaları ve solcu bir dünya görüşüne sahip olmaları. Sjöwall ve Wahlöö ile başlayan (bizim açımızdan, elbette) bu geleneğin Mankell’de de sürdüğünü görmüştük. Stieg Larsson da ilk kitabında, özellikle büyük sanayicileri ve dev şirketleri ağır bir şekilde eleştiriyordu. Ancak onun genel eleştiri hedefleri arasında (Mankell gibi) ırkçılar ve faşistler de var. Ömrünün büyük kısmını İsveç’teki Nazi sempatizani örgütlerle savaşarak geçirdiği için, Larsson-Gabrielsson çifti sürekli olarak tehdit altında yaşadı.
Ama, yazar “Ejderha Dövmeli Kız” için anlaşma imzalayınca çok mutlu olmuşlar. Borçlarımızı öder, küçük bir yazlık ev, bir kulübe alırız demişler. Sonraki kitapların paralarını da uğruna mücadele ettikleri amaçlar için harcayacaklarmış. Nasip olmadı ama, elli yaşında kalpten ölen Larsson, ilk kitabını basılı görmediği gibi üçüncüden sonrasını da yazamadı.
Ne var ki, unutulmaz bir kahraman yarattı. Orta yaşlı, bekâr, boylu poslu ve yakışıklı Mikael Blomkvist’le, bir doğruluk savaşçısı olarak sevilecek bir kahraman portresi çizdi.
Birinci kitabın sonunda Lisbeth’i, Vanger araştırmasını sürdürürken Hedeby Adası’nda evinde kaldığı, seviştiği, arkadaş olduğu Blomkvist’e arzusu hilafına gönül vermişken, onu Erika Berg ile birlikte görmüş, beden dillerinden hâlâ sevgili olduklarını anlamış halde bırakmıştık. İkinci kitap “The Girl Who Played with Fire / Ateşle Oynayan Kız”de (özgün adı “”Flickan som lekte med elden”), Blomkvist’le ilişkisini tamamen kesmeye karar veriyor. Bu kitapta her şeyden önce Larsson’un kalitesinden ödün vermediğini görüyoruz. Karakterizasyon, diyaloglar, olmazsa olmaz toplumsal eleştiri, mizah ve gerilim burada da aynı, hatta daha yüksek düzeyde.
İlk kitaptan tanıdığımız karakterlerin çoğu burada da karşımıza çıkıyor: Başta ‘Kalle’ Blomkvist ve elbette Lisbeth olmak üzere, Erika, Milton Güvenlik’in sahibi Dragan ve Lisbeth’in tacizci vasisi avukat Nils Bjurman’ın yanı sıra, onun peşine düşmüş Stokholm polis teşkilatı mensupları ve aynı adlı filmde sabık boksör, boks eğitmeni ve Lisbeth’in arkadaşı Paolo olarak kendisini oynayan sabık boksör / artık aktör Paolo Roberto da var. Bir de, hikâyenin/cinayetlerin başlangıcını oluşturan iki kişi: gazeteci Dag Svensson ile seks trafiği üzerine doktora tezini yazan sevgilisi Mia Johansson. Dag, yoz olan her şeyi deşen Blomkvist’e elinde bir seri teklifiyle gidiyor. Konu elbette, Mia’nın çalışması sayesinde derinliğine araştırdığı seks trafiği. Her şey böyle başlıyor.

Baş düşman sistem
“Ateşle Oynayan Kız”ın oynadığı esas ateş, kötü adamların bile adını duyunca titredikleri, Lisbeth’in tüm varlığıyla nefret ettiği, küçük yaşta öldürmeye kalkıp ancak sakatlayabildiği babası, vaktiyle Sovyet casusu olan acımasız katil Alexander Zalachenko (Zala). Kendisi, bahse konu seks trafiği sanayiinin önde gelen, ama uçucu kaçıcı adlarından. Onun melun planlarını uygulamaya koyan kişi de, acı hissetmeyecek derecede duyudan/ duygudan yoksun, fevkalade kuvvetli sarışın Alman dev Ronald Niedermann.
Doğrusu bu kadarı bile, Larsson’un sırlarını ele vermek gibi oluyor. Onun için burada noktalıyoruz. Yalnız, polisin haksız yere katil olarak aradığı intikam meleği Lisbeth’in Blomkvist’e olan dargınlığının sürdüğünü, ancak onun ‘hard disk’ini kopyaladığı için tüm hayatını yakından takip ettiğini de ekleyelim.
“Millenium Üçlemesi”, serinin üçüncü kitabı ile sona eriyor. Pegasus’un bu üçüncü kitabı da, ilk ikisini İsveççe aslından çeviren Ali Arda’nın çevirisiyle yakında sunmasını bekliyoruz. Bu kitapta Lisbeth’in onu öldürmek isteyen adamlardan intikam almayı planlamasını izleyeceğiz. Daha da önemlisi, hayatını neredeyse mahveden hükümetten de öç almak istiyor. Ama önce yoğun bakım biriminden kaçmalı ve başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi duran cinayet suçlamalarından kurtulmalı.
Stieg Larsson gibi sol düşüncede bir yazara da, baş düşmanın sistemin temsilcisi hükümet olması yakışıyor doğrusu. Filmlere gelince, her üç kitap da beyazperdeye uyarlandı. İlk filmi Danimarkalı Niels Arden Oplev çekti. İkinci ve üçüncü filmleri ise İsveçli Daniel Alfredson yönetti. Lisbeth’i bu karaktere çok oturan Noomi Rapace; Michael Blomkvist’i ise adaşı Michael Nyqvist oynuyor.


Diken saçlı, sıska, burnu-kaşı küpeli, dövmeli Lisbeth
“Millenium Üçlemesi”nin asıl kahramanı, Lisbeth Salander’dir. Filmlerde onu, Larsson’un çizdiği fiziksel özellikleri de karşılayan Noomi Rapace’nin oynaması da, uyarlamada hafif değişimler olsa da, filmleri daha inanılır hale getirdi.
Lisbeth; yetimhanelerde, manevi aileler yanında büyümüş, bir süre çocuk psikiyatri hastanesinde kalmış bir kız. Şiddete yatkın, duygusal açıdan birilerine açılmamaya yeminli, bu yüzden de dünyaya kapılarını kapatmış. Yirmi beş yaşındaki, diken saçlı Lisbeth sıskanın biri, burnu-kaşı küpeli, her tarafı delik deşik ve dövmelerle süslü.
Öte yandan, sistem ona geri zekâlılığı yakıştırsa da bir matematik dahisi, fotografik hafızası var ve dünyanın en iyi bilgisayar ‘hacker’larından biri. Milton Güvenlik’in sahibi Dragan Armanskij’in en iyi özel araştırmacısı. Gene de, kurallara kulak asmayışı ve çok kuvvetli oluşuyla zaman zaman Astrid Lindgren’in en meşhur kahramanı Pippi Longstocking/ Uzunçorap ile mukayese edildiği oluyor.
Zaten Blomkvist de soyadı ve çözdüğü bir esrar nedeniyle basında ve onu kızdırmayı seven Lisbeth’in ağzında, gene Lindgren’in detektifliğe meraklı erkek çocuk kahramanından mülhem olarak, sık sık ‘Kalle Blomkvist’ olur. Ancak bence bu yakıştırma daha yerinde, çünkü Pippi şirin bir kızdır sonuçta, oysa Lisbeth’e şirin demek için insanın aklını kaçırmış olması gerek.