Editörün Seçtikleri ONUR abidesi

ONUR abidesi

11.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

ONUR abidesi

ONUR abidesi


Babıali’nin usta kalemi Ali İhsan Göğüş, yaşamı boyunca meslek ilkeleri ve demokrasi mücadelesinden ödün vermedi. O, yeri geldiğinde istifasını basıp beş kuruşsuz kalmayı göze alan “yürekli" bir gazeteci


       Adnan Menderes Hükümeti 1954 seçimlerinde, 417 milletvekiliyle Meclis’e girmesine rağmen hem iç huzursuzluk, hem de ekonomik durum iyice kötüye gitmeye başlar. Özgürlükler kısıtlanır, toplantı ve gösteriler yasaklanır. Seçim Kanunu’nda değişiklik yapıldığı için karma listenin bile önüne engel konur. İstanbul’da patlak veren 6 - 7 Eylül olaylarından sonra iş, iyice çığırından çıkar. Türk vatandaşı Ermeni, Musevi, Rumlar’ın işyerlerinin bir grup çapulcu tarafından yağmalanması ekonomik sıkıntıyı bir çığ gibi büyütürken, yurtdışındaki itibarımız da yok olma noktasına ulaşır.
       Halkın sıkıntılarına kulak veren iktidarın Demokrat Parti milletvekilleri bile bu kötü gidişata dur demek için ayaklanmaya başlar. Üçüncü Menderes Hükümeti 1956 yılında DP grup toplantısında düşürülür. Gemi karaya oturduğu için yeni kurulan Dördüncü Menderes Hükümeti bu kez değişik bir reform paketiyle halkın karşısına çıkmaya çalışır. Bu reform paketine göre; toplantı ve gösteri yürüyüşleri, basın ve seçim kanunları değiştirilecek. Ekonominin başbelası olan, oy deposu KİT’ler de düzeltilecektir!
       Adnan Menderes bu reform paketini açıklamak için İstanbul Park Otel’de bir basın toplantısı düzenler. Falih Rıfkı Atay, Sefa Kılıçlıoğlu, Ercüment Karacan, Refik Halit Karay, Refii Cevat Ulunay, Bedii Faik başta olmak üzere tüm gazete sahipleri, yazarlar ve yazı işleri müdürleri toplantıya katılır.
       O dönem gazete kağıdı tahsisi sanayi bakanının iki dudağı arasında. Aleyhte yayın yapıldı mı, kes kağıdı. Kaşının üzerinde gözün var, resmi ilana ambargo. Devlet hem kağıt, hem de resmi ilan vermezse gazeteler çıkmaz ki. Patronlar da Menderes’in gazabına uğramamak için böylesine önemli bir toplantıda hiç soru sormazlar Başbakan’a. Üstelik havayı dağıtmak için seyahat anılarını bile anlatırlar.
       Soru sorulmayan toplantı sadece Dünya gazetesinin genç yazı işleri müdürünün canını sıkar. Artık dayanamaz ve toplantının neşesini bozacak soruyu sorar.
       - Sayın Adnan Menderes. Dördüncü DP Hükümeti’ni kurduğunuzdan beri altı ay geçti. Türk halkına bizim vasıtamızla mesajda bulunmak arzunuz ortaya çıktı ki, bu toplantıyı tertip ettiniz. Hükümet programında Türk halkının özlemle beklediği birtakım vaadler var. Bu vaadlerin gerçekleşme derecesi ne kadardır? Bizim vasıtamızla bunları Türk halkına duyurursanız müteşekkir kalırız.
       Soru aslında çok edepli ve masumane. Menderes biraz bozulur, ama yine de anlatmaya başlar. Bir süre sonra genç gazetecinin önüne Dünya gazetesinin sahibi ve başyazarı Falih Rıfkı Atay’dan bir pusula gelir.
       - Bu soruyu soracağınız zaman keşke bana haber verseydiniz.
       Genç gazetecinin canı fena halde sıkılır. Hayatta en sevdiği, en takdir ettiği yazar, hatta evlendiği zaman karısına çeyiz olarak bir bavul dolusu Falih Rıfkı makalesi götüren insana bu davranış reva mı? Hani gazetecinin haber alma özgürlüğü?
       Menderes sorunun cevabını verdikten sonra genç gazetecinin yanına gelir. Memnun olduğunu söyleyip, onu yemeğe davet eder, ama gazetede işleri olduğunu söyleyen gazeteci kimseyle birşey konuşmadan basın toplantısını terk eder.
       Babıali yokuşunu tırmandıktan sonra Dünya gazetesindeki odasına kapanıp, daktilonun tuşlarına basmaya başlar.
       - İstifamın kabulünü rica ederim.
       İmza, genç gazeteci Ali İhsan Göğüş’e aittir..

       Köhne yokuşun mert adamı
       Daha sonraki yıllarda Hasan Pulur Milliyet’teki “Olaylar ve İnsanlar" köşesinde bu olayı şöyle anlatır:
       Ali İhsan Göğüş, meslekte ağabeyimizdi. Yaşça aramızda büyük fark olmamasına rağmen, biz yokuşa yeni tırmanmaya başladığımız yıllarda, o Babıali’nin en genç yazı işleri müdürüydü. Zaman zaman gözümüzde ülküleşirdi tutumu. Mücadelesini, kavgasını yürekten yapardı. Bir basın toplantısında devrin başbakanını kızdırmıştı. Kızdırmıştı da ne yapmıştı? O devrin başbakanına soru sormak kimin haddineydi? Hele “Beyefendiöyi açmaza sokacak sorular nasıl sorulurdu? Akıncı ruh peşinde koşan manevi silahsızlanma şampiyonları, pazarlıkçılar, Çankaya sofrası artıkları, çok kızdılar bu işe. Ali İhsan Göğüş ikinci basın toplantısının kapısından çevrildi. Hem “Beyefendi", hem de çalıştığı gazetenin “pazarlıkçıları" böyle istemişlerdi. Ertesi gün yokuş, “Ali İhsan"ın mertliğiyle çalkalanıyordu:
       “Ali İhsan istifa etmiş...."
       Resmi ilan çurçurlarının, çanak yalayıcıların, sureti haktan görünen beslemelerin aklı bunu almazken, biz peygamber bulmuşcasına seviniyorduk. Köhne yokuştan, böyle mertler de çıkar diye...

       Gazetecilik aile mesleği
       Yıl 1947. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Tarih Bölümü’nde okuyan Göğüş, yaz tatili nedeniyle baba ocağı Gaziantep’e gider. CHP’nin yayın organı Güney Postası gazetesi ona başyazarlık ve yazı işleri müdürlüğü görevini teklif ettiği zaman hiç tereddüt etmez. Zaten yabancısı değil ki basın. Amcası Kethüdazade Hüseyin Cemil Bey, Güneydoğu Anadolu’da ilk Türkçe gazeteyi, Meclayı Maarif’i (İrfanın Aynası) 1903 yılında Antep’te çıkaran insan değil mi? Bu tarihe kadar Güneydoğu’da İbranice, Ermenice ve Rumca gazeteler yayınlanırdı. Cemil Bey (Göğüş), İngilizler’in 1918 temmuzunda şehri işgali üzerine Antep Haberleri gazetesinde de, direnişçilerin bayraktarlığını yapmadı mı? Zaten basının içinden gelen bir ailenin en yakın ferdi başka bir meslek seçemez ki.
       Göğüş, yaz tatili boyunca, dört ay Güney Postası gazetesinde çalışıp, basın kartını aldıktan sonra İstanbul’a döner. 1948 yılında ise Ali Naci Karacan’ın sahibi olduğu Tan gazetesinde vilayet muhabiridir artık. İşe girişinden üç ay sonra Fatin Fuat, Necdet Baytok Demokrat Parti’nin yayın organı Zafer gazetesini çıkarmak için Ankara’ya gittikleri zaman Tan boşalır. Göğüş de gencecik yaşta yazı işleri müdürlüğü görevini üstlenir. Genç gazeteci 1950’de Tan isim değiştirip, Milliyet adını aldığı zaman bir süre de burada çalışır. Askerlik kapıya dayanınca iki yıl nokta koyar basın hayatına.

       İlk turizm bakanı
       Askerlikten sonra Kadri Kayabal’ın sahibi olduğu Türk Haberler Ajansı’na, 1952’de ise Dünya gazetesine geçer. Beş yıl Dünya’da, iki yılda Cumhuriyet gazetesinde çalışan Göğüş acı tatlı birçok olay yaşar basında.
       1957 seçimleri boy gösterince CHP’nin Gaziantep adayı olur. Devletin radyosu Göğüş’ün Gaziantep’ten milletvekili seçildiğini duyurmasına rağmen sandıklar çalınır. Reylerin tekrar sayılmasını isteyen Antep halkı ayaklanır. Adliye binası ateşe verilir. Devrin Menderes iktidarı onu “idam ipiyle" yargılanmak üzere Yozgat Cezaevi’ne gönderir. Beş buçuk ay tutuklu yargılanan Göğüş, tahliye olduktan sonra gazeteci arkadaşları Özcan Ergüder, Şahap Balcıoğlu ve Orhan Birgit’le birlikte haftalık KİM dergisini çıkarmaya başlarlar. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün başına taş atıldığı Uşak olaylarında KİM dergisinin tirajı 120 bine fırlar. Menderes hükümeti bir ihtilalle devrildikten sonra Göğüş, İstanbul basınını temsilen Kurucu Meclis’e oybirliğiyle seçilir. Artık o Ankara’nın değişmez temel taşıdır. 1963 - 65 arası Türkiye’nin ilk Turizm Bakanı, 1972’de de İkinci Nihat Erim kabinesinde Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı olur. 1973 yılına gelindiği zaman Bülent Ecevit’le yolları ayrıldığı için İsmet İnönü’yle birlikte istifa eder, o canı kadar sevdiği partisinden.
       Hayatı boyunca İnönü’nün, “Ben hiç aldanmadım, çünkü hiç aldatmadım" sözünü düstür edinen Göğüş’ün gerek gazetecilik, gerekse siyasi hayatından kesitleri dinlerken çok etkilendim. Yazmama kaydıyla anlattıklarını sır dolu dağarcığıma yükledim. İbret dolu öyküler sayfalara sığamayacak kadar çok. Size aktaracaklarım ise bunların ancak birkaçı...

       Bölükbaşı tutuklandı!
       Başbakan Adnan Menderes’in basın özgürlüklerini iyice kıstığı, kendisini ya da hükümeti eleştirenlerin tek tek tutuklandığı 1956 yılı... Bu zorbalıklara sürekli başkaldıran Millet Partisi Genel Başkanı ve Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı boş durur mu? Eleştiri oklarının dozunu bu kez iyice arttırıp, Menderes Hükümeti’ni yerden yere vurur. Menderes, başına bela olan Bölükbaşı’nın tutuklanmasını emreder. Polisler Hilton Oteli’nin kapısından çıkmak üzere olan Osman Bölükbaşı’nı apar topar yakalayıp, bileğine kelepçe geçirdikten sonra trenle Ankara’ya götürürler. Bölükbaşı’nın tutuklanmasından sonra İstanbul Basın Savcısı Kilisli Hicabi Dinç, Cumhuriyet gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’e telefon eder.
       - Hemşerim, seni severim. Eğer Osman Bölükbaşı’nın tutuklanma haberi sayfalarında yer alırsa gazete toplatılacak.
       Bu müthiş haberi atlamak istemeyen gazeteci artık dayanamaz.
       - Ben haberi gazeteye koyayım da, siz toplatın.
       Göğüş telefonu kapattıktan sonra kara kara düşünürken birden aklına parlak bir fikir gelir. Babıali’deki tüm gazetelere teker teker telefon açıp, yazı işleri müdürlerini Cumhuriyet’e davet eder. Olağanüstü bir durum olduğunu, ancak nedeni hakkında hiçbir bilgileri olmayan Vatan, Hürriyet, Yeni Sabah, Akşam ve Milliyet gazetelerinin yazı işleri müdürleri kırmızı konağın merdivenlerinden telaşla çıkar. Göğüş, gazetecileri kapıda karşıladıktan sonra hemen konuya girer.
       - Arkadaşlar Osman Bölükbaşı tutuklandı. Bu haberi birimiz koyarsak o gazeteyi toplatırlar. Ama tutuklanma haberini hepimiz kullanırsak bir milyon gazeteyi de toplatamazlar ki.
       Bu görüşe olumlu cevap veren yazı işleri müdürleri gazeteden ayrıldıktan sonra Cumhuriyet’teki dengeleri çok iyi bilen, bu işe önayak olmuş gibi görünmek istemeyen Göğüş, Genel Yayın Yönetmeni Cevat Fehmi Başkut’un odasına girer. Yazı işleri müdürlerinin gazeteye geldiğinden haberi olmayan Başkut, Göğüş’ün telaşlı halini görünce biraz yadırgar.
       - Ne yapıyoruz Göğüş?
       Yazı işleri müdürü durumun kritik olduğunu, Bölükbaşı haberinin kullanılması halinde gazetenin toplatılabileceğini söyler.
       Başkut bir kahkaha patlatır.
       - Neden korkuyorsun? Ben de seni cesur zannederdim.
       Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Dengeleri bozmayan, kimseyi kırmadan bu büyük işi firesiz halleden Göğüş hemen mürettiphaneye iner. Bölükbaşı’nın tutuklandığı haberini sekiz sütun manşetten verir.
       Ertesi günü Vatan hariç, tüm gazetelerin manşetinde Bölükbaşı’nın tutuklanma haberi vardır. Birlik ve dayanışmanın verdiği meyvaların toplanması sonucunda ne gazeteler kapanır, ne basın emekçileri tutuklanır!

       İsmet İnönü’den fırça
       Yıl 1968. CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in, Konya mitingde, “Ortanın solu Hazreti Muhammet’in yoludur" diye konuştuğunu haber alan İsmet İnönü çok öfkelenir. Oğlu kadar sevdiği Ali İhsan Göğüş’e dert yanan İsmet İnönü, Ecevit’i çağırmasını ister. Konya’dan yeni dönen Ecevit ayağının tozuyla Pembe Köşk’e çıktığı zaman İnönü, sakin ama kararlı bir ifadeyle Genel Sekreteri’ni fırçalar.
       - Bülent söylemlerinde, dünya meselelerinin çözümlerinde laik hukuk dışında islam hukukunun deyimlerini kullanmaktan sakınman lazım. Bu yoldan vazgeçmeni öneririm. Sen toprak meselesinin çözümünde bunu kullanırsan elin oğlu boş durur mu? O da evlenme hukukunda bunu kullanıp, dört kadın ister. İslam hukukunu miras meselesinde de kullanmaya çalışır. Sen bundan vazgeç. Atatürk’ten elimizde kalan son yüce miras laiklik bayrağıdır. Bunu asla yere düşürttürmem, sen de bunu düşüremezsin.
       Ecevit, CHP Genel Başkanı’nı sesini çıkarmadan dinler, ama daha sonraki yıllarda yine kendi usulune göre, oy uğruna “islami söylemini" kullanmaya hep devam eder.

       Ecevit’ten islamî söylem!
       1973’den sonra CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in, MSP Lideri Necmettin Erbakan’la iktidar olma uğruna hükümet kurduğunu söyleyen Göğüş, o günlerden bugüne uzanan siyasi öyküyü anlatırken derin üzüntüye kapılıyor:
       - Ecevit her zaman islami güçlerle ittifak halindeydi. MSP ile iktidar ortaklığı kurduğu zaman Erbakan’ın siyasi gücü yüzde 11’di. Ecevit’in ikinci işi de imam hatipler oldu. Ben 1972’de İkinci Nihat Erim Hükümeti’nde Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı iken imam hatiplerle ilgili bir yasa tasarısı hazırlamıştım. Bu yasa tasarısına göre imam hatipler meslek lisesi olarak kalacak, orta kısımları da kapanacaktı. Ecevit, MSP ile iktidar ortağı olunca o kanun da kadük oldu. Hem orta kısımlar açıldı, hem de imam hatipler meslek lisesi olmaktan çıktığı için burada okuyan öğrencilere üniversite yolu açıldı. Bu laik Türkiye Cumhuriyeti’nin köküne dinamit koymak değil midir?
       Göğüş, “Politika, mükemmeli elde etme sanatı değil, imkanları en iyi kullanma sanatıdır. Ben bu yüzden politikacı değilim. Politikacıda yürek olmaz" diyecek kadar “yürekli", büyük bir insan...
       O, yaşamı boyunca gazetecilik ilkelerinden hiç sapmadı. Kaleminden ödün vermedi. Onuru uğruna, beş parasız kalacağını bilmesine rağmen gözünü kırpmadan istifa etti. Demokrasi ve özgürlükler uğruna kıran kırana mücadele ederken mahkeme koridorlarının değişmez siması, “idam ipiyle" gönderildiği cezaevinin de “şerefli" mahkumu oldu...

CHP’den zehir zemberek istifasıyla ayrıldı

       Göğüş, 27 yıllık aşkı CHP’den ayrılırken Bülent Ecevit’e gönderdiği zehir zemberek uzun istifa mektubunun sonunu şöyle bağlıyordu: “Ben aslında CHP’den ayrılmıyor, devleti kuran, bağımsızlık savaşını veren Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’ni inkar eden işgalci azınlıktan ayrılıyorum. Gerçek Cumhuriyet Halk Partisi ilkelerini daha azimle ve bütün gücümle savunmak için, bütün cumhuriyet dönemini kapsayan o zengin fakat işgalci azınlık tarafından reddedilen büyük tarih mirasına dönüyorum."

       Cumhuriyet ilkelerinden asla taviz vermeyen sevgili ustamız şimdi, “Yeniden dünyaya gelsem yine gazeteci olurdum, ama herhalde iş bulamazdım" diyor. Kimbilir, belki de haklı galiba...

Yazarlar