Kültür Sanat Polonya'da tiyatro toplantısı: Dünyayı yaşanabilir kılmak...

Polonya'da tiyatro toplantısı: Dünyayı yaşanabilir kılmak...

13.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Polonya'da tiyatro toplantısı: Dünyayı yaşanabilir kılmak...

Polonyada tiyatro toplantısı: Dünyayı yaşanabilir kılmak...

       ULUSLARARASI Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin 15. Genel Kongresi geçtiğimiz hafta Polonya'nın Gdansk kentinde yapıldı.
       Bir zamanlar Töton Şövalyelerinin merkezi, sonra yüzyıllar boyunca Slav ve Germen kültürlerinin kesiştiği / buluştuğu nokta, eski Danzig, bugünkü Gdansk, 20 yüzyılda yalnız Avrupa'yı değil, dünyayı etkileyecek iki önemli olaya sahne olmuştu: İlki, İkinci Dünya Savaşı'nı başlatacak Nazi saldırısı ve işgali 1 Eylül 1938 sabahı, burada gerçekleşmişti... İkincisi: Solidarnosc - Dayanışma Sendikası'nın, ülkeye dalga dalga yayılacak ve totaliter rejime son verecek direnişi 1980 Ağustos'unda burada başlamıştı.
       Tarihsel ve kültürel birikimin ortaçağ duvarlarına, gotik mimariye, kısaca Baltık kıyısındaki kentin her köşesine sindiği bir ortamda, 40 kadar ülkeden 60 kadar delege bir yandan kendi ülkelerimizdeki tiyatro yaşamını ortaya dökerken bir yandan da, dünyanın her köşesine tüm ülkelere yansıyan sorunları tartışıyorduk.
       Dillerden düşmeyen "Küreselleşme" kavramı tiyatroyu nasıl etkiliyordu? Kültür de küreselleşiyor muydu acaba? Yoksa, "küreselleşen" yalnızca sermaye akımı, teknik gelişme ve tüketim malları mıydı? (Elbet bu sonuncu soruyu daha da ileri götürüp, politik yozlaşma, kara paranın, uyuşturucu ve silah parasının serbest dolaşımı, mafya politikacı işbirliğinin küreselleşmesi karşısında sanatın gücü ne olabilir diye de sorabilirsiniz?)
       Dünyada bir "dil emperyalizmi" egemenken, herkes hızla İngilizce, üstelik çok kısıtlı, sınırlı, insanı ve dünyayı anlamaya ve anlatmaya yetersiz bir "Tarzan İngilizcesi" konuşmaya yönelirken, "tiyatro dili"nin geleceği ne olacaktı? Aynı anda dünyaya sunulan Fince, Hırvatça ve İngilizce üç oyun arasında hangisinin sınırları aşma şansı daha çok olabilirdi ki?
       Bu son soruya verilebilecek tek yanıt, "küreselleşme", "çok kültürlülük", "kültürlerarası ilişkiler ve iletişimler" konularında da kimilerinin eşitlik içinde dahi, başkalarından "daha eşit" olduklarını ortaya koyuyordu.
       Bir başka ortak sorun, merkez ile "uzaktakiler"in ilişkisi sorunuydu. Dünya çapında olduğu gibi, ülke çaplarında da merkezler vardı. Festivaller aracılığıyla artık dünya merkezleri birbiriyle buluşur olmuştu. Dünya çapında başarılı prodüksiyonlar ve oyunlar aynı yıl içinde Paris, Londra, New York gibi kentleri, ya da Hong Kong, Moskova, Edinbrough, Avignon, Taormina, Tempere ya da İstanbul Festivalleri'ni dolaşabiliyordu. Ancak bu çapta büyük ve ortak yapım olmayan prodüksiyonlar, bırakın dünya merkezlerine, kendi ülkeleri içinde dahi merkeze ulaşabilmek için sonsuz güçlük çekiyorlardı. Oysa "var sayılmak", "göze görünmek", "medyada yer almak" için merkeze ulaşmak ne yazık ki kaçınılmazdı.
       Ancak bütün bu güçlükler tiyatroları ve tiyatrocuları yıldırmıyordu. Ve herkes şu düşünceye katılıyordu. "Tiyatro, dünyayı, daha yaşanabilir kılmak için yapılan bir tutkuydu. Bir aşk eylemiydi."