Kültür Sanat 'Tespih çekiyorum ama...’

'Tespih çekiyorum ama...’

10.12.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Mıgırdiç Margosyan’ın "Tespih Taneleri" isimli kitabı yayımlandı. Margosyan, yaklaşık 500 sayfalık romanında Türkçe, Kürtçe ve Ermenicenin olanaklarından ve özyaşam öyküsünden yola çıkarak dağılan hayatları anlatıyor

Tespih çekiyorum ama...’

Sema Aslan

Dişçi Sarkis... Ya da Dişçi Ali... 17 yaşına kadar bir Müslüman gibi yaşayan, Ermeni kimliğine bir hayat alanı bulamayan ve bu nedenle de çocuklarının Ermeniceyi öğrenmelerini özellikle isteyen Dişçi Sarkis, oğlu Mıgırdiç Margosyan’ın İstanbul’a gitmesine karar verir. “Tespih Taneleri”, bu kararın ardından Karnig Dayı’nın denetiminde çıkılan yolculukla başlıyor.

Diyarbakır’dan İstanbul’a hareket eden trenin yolcuları, en büyükleri 15 yaşında olan bir grup çocuk. Hepsi de hedefini bilmedikleri bir yolculuğa çıkan bu çocuklar, İstanbul’a geldiklerinde soluğu, üzerinde büyük harflerlerle “Karagözyan Askayin Vorpanots” yazan Karagözyan Ermeni Mahallesi’nde alır.

“İstanbol’a gidin, ana lisanınızi öğrenın, adam olın...” diyen büyüklerin kararıyla geldikleri bu okulda, en az Diyarbakır’daki kadar yabancıdır dördü Liceli, ikisi Diyarbakırlı bu 6 çocuk.

Diyarbakır’da Gâvur Mahallesi’nde yaşayan 'gâvurlar’dır; İstanbul’da, diğer Ermeni çocuklarının arasında, konuştukları Diyarbakır Türkçesi nedeniyle 'köylü Kürtler’dirler... Yani her yerde yabancı, her yerde kimliksiz...

Her tespih tanesi bir öykü
Margosyan, “Söyle Margos Nerelisen?” isimli kitabına da isim olan soruyu kim bilir kaç kez duydu, kaç kez sordu kendisine. Yazarın “Tespih Taneleri” isimli anı roman niteliğindeki kitabı, bu soruyu bir kez de okurların sormasına ön ayak oluyor. Çünkü kitap, Ermenice, Kürtçe ve Türkçenin dil olanaklarını ve her bir dilin içinde yaşayan kültürel dokuyu bilen bir kalem erbabının özyaşam öyküsünden alıyor kaynağını. Yazarın, kimi dramatik ve hatta trajik, fakat kimi de sıcak, yumuşak, komik hikâyelerle beslediği kitabında tespih tanelerinin çok anlamlı bir yeri var.

Yazarın Diyarbakır’daki çocukluk yıllarında bir evde toplanan büyükler, başka hiçbir eğlence aracının bulunmadığı o dönemde eğlenceyi sohbetlerde bulurmuş... “Babam, uzun kış geceleri tespih çekerdi. 1950’li yılların ortamında insanlar bir araya geldiğinde sohbet ederlerdi. Ve sohbetin ilerlemesiyle birlikte, biz çocukların duyması istenmese de konu eninde sonunda hep aynı noktaya bağlanırdı... O insanların büyük bir çoğunluğu şu veya bu şekilde 1915 tehcir olaylarıyla baş başa kalmıştı. Diyarbakır’da 'kafle’ deriz biz; kafileler halinde yüründüğü için. Orada tehcir, sürgün, soykırım lafları kullanılmaz. İşte babam, kafleye gidenlerin arkasından kalanları tespit etmek için tespihinden bir tane boncuk çekerdi ve 'Şurada şu kadar Ermeni kaldı,’ derdi. Bir tür oyuna dönüşmüştü bu...”

Her bir tespih tanesi bir hikâye içerirmiş elbette. Bir yanıyla Margosyan’ın romanına konu olan çocukların her biri de bir tespih tanesi... Hepsinin yaşı, yaşadığı yer, ailesi, özetle hikâyesi farklı... 

Margosyan, yaklaşık 5 yıl çalışmış kitabı üzerinde. Daha önceki kitaplarında dağınık olarak anlattıklarını bu kez bir defada anlatmak niyetiyle yazmaya başlayan Margosyan’a o kaçınılmaz soruyu soruyoruz: “Nerelisiniz?” Yanıt, birden çok sorunun cevabını içeriyor aslında... “Hasbel kader Diyarbakır’da doğdum ama bana sorarsanız Heredanlıyım. Çünkü Heredan benim babamın doğduğu, Diyarbakır’ın şimdiki adıyla Dicle, eski adıyla Piran kazasına bağlı bir köyü. Ben daha 2- 3 yaşındayken babam sorardı; 'Söyle Margos nerelisen?’ diye...

Hemen arkasından da 'Heredanlısın’ derdi. Şimdi ben de çocuklarıma soruyorum aynı soruyu; onlar da  beni mutlu etmek için aynı cevabı veriyor. Babamla aramızdaki bu diyalogun anlamı büyük. Babam Ermeni kimliğini tam olarak yaşayamamış ve bunun ezikliğini duymuş hep... Bu yüzden önceliği Ermeniceyi öğrenmemiz yönündeydi. O bizi hep, yaşayamadığı hayatla bütünleştirmek istedi.”

“1960’lardan sonra Diyarbakır’dan bir göç başladı; tespih çekiyorum ama kimse kalmadı!” diyor Margosyan. “Tespih Taneleri”, hem bir anı-roman olarak hem de yakın tarihe başka bir bakış olanağı olarak okunmalı...