Kültür Sanat Yıkanmak İstemeyen En Büyük Çocuk; Ünsal Oskay

Yıkanmak İstemeyen En Büyük Çocuk; Ünsal Oskay

03.08.2017 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Yıkanmak İstemeyen En Büyük Çocuk; Ünsal Oskay

Türkiye’de iletişim biliminin kurucularından biri olarak kabul edilen duayen Ünsal Oskay’ın geride bıraktığı hazinelerden birini, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım’ı inceleyeceğim bu yazımda. Marmara Üniversitesi’nin bir dönem dekanlığını yaptığı ve bugün bile adından söz ettiği Ünsal Oskay hocam için yazılacak ve söylenecek çok şey var aslında… Ünsal Oskay’ın makalelerini derlediği Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım, yaşadığımız kültürü anlama ve anlamlandırma açısından bir mihenk taşı…

Haberin Devamı

Arabesk Yalnızca Bir Müzik Türü Değil

Arabesk müziğin her kulağa daha farklı çağrışımlar yaptığını savunuyor Ünsal Oskay. Kiminin beğenip kimini bıktıran ya da kimine göre Bilinç Endüstrisi’nin bir ürünü olan müzik türüdür arabesk. Ortaçağ’ın o karanlık dönemine sebebiyet veren kıtlık, veba, açlık gibi faktörlerin etkisiyle insan, kendi yoksul hayatının üzerinde göklere doğru yükselen katedraller yapmıştır ve bunların motifleri arabesk süslemelerle doludur. Tarih boyunca arabesk, karşımıza farklı formlarla çıkıyor aslında. Günümüzde ise ileri sanayileşmiş ülkelerde insan, kendi hayatının bir dışa vurumu olarak arabesk müziğe kulak veriyor. Türkiye’nin Sesi radyosuna gelen mektupların içeriği incelendiğinde, dört bin kadar mektupta gelen isteklerin başını Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur çekiyor. Hapis cezası, gurbet, uzak bir ülkede işçi olma durumu gibi birbirine benzer pek çok pozisyonda tercihler hep aynı yöne oluyor. Oskay, bu iki müzisyeni asla aşağılamadığını ve suçlamadığını dipnot düşüyor. Hayatın sorunlarına karşı sığındığımız isimler olarak görüyor.

Haberin Devamı

Bana göre, içlerinde konfeksiyon atölyeleri barındıran tüm sokaklara kulak kabarttığımızda bu analize hak verirken bulabiliriz kendimizi. Başlarını bir makinadan kaldırmadan yaşayan hayatların, umutsuzluğunun birer temsili olarak müzik kültürlerinin de bu denli ağır olması... Kendilerini güçsüz gören insanların, serbest zaman oluşturamamalarından kaynaklı, Bilinç Endüstrisi dediğimiz oluşumun önlerine hazır paket yaptığı arabesk müziğin (yani onu anlayan ve kendi yorumuyla gün içinde ona eşlik eden bir dert ortağı) yardımıyla “kaderlerine boyun eğmesi”. Kısaca arabesk müzik bir getto kültürü aslında... Ayrıca belirtmeliyim ki bu analiz, bir müzik türüne, onun temsilcilerine ve dinleyicilerine karşı hususi olarak yapılan bir aşağılama değil.

Viktoryen Etik Karşısında Savunmasız İnsan

19. yüzyıl İngiltere’sinde yaşanan bu kavram, insanın doğal yanlarını bastırıp kendini işine vererek yükselmesini vurgular, diyor Oskay. Zaman farkına rağmen modern toplum insanının da belki de “işkolik” olarak adlandırdığı kişiler, bu betimlemeye uyuyor diye düşünüyorum. Mutluluk kavramının her insana göre farklı çağrışımlarda bulunduğunun ben de farkındayım. Asıl tehlike, bedenen ve ruhen kendini ikinci bir plana atarak kariyer misyonu yaratıp bundan duyulan “mutluluk”. Tüm mutluluk gereksinimlerinin ertelenmesi, doyumların bastırılması, zamanla insanın kendi kendisinin patronu ya da bir görevlendiricisi konumuna gelmesine işaret ediyor. Kendini denetleyen, kariyer basamaklarını üçerli beşerli çıkmak isteyen, terfi almayı hayat misyonu haline getiren insanların içlerindeki doğayı ezip bastırmasıyla meydana geliyor bu durum. Foucault bu konuda hem başarılı hem normal insan için bir çıkarımda bulunuyor;

Haberin Devamı

Ruh, başarılı insan için de, normal insan için de Viktoryen etik ile birlikte bedenin hapishanesi olmuştur.

Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım

Sözü kitabın isim kaynağından, Ünsal Oskay’ın 1990 yılında yayımladığı bir yazısıyla bitirmek istiyorum. Toplumun kültür hayatının vasati beğenidüzeyine çekildiğini savunan Oskay, kitle toplumu insanının beğenisini betimliyor. Öğrenilen ya da öğrenildiği sanılan her şey, aslında bir takım süzgeçlerden geçirilerek kitlelere aktarılıyor. Bilinç Endüstrileri’nin bize sunduklarıyla adeta talim ediyor, kendi varoluşumuzu bilmede bile birer özne olamıyoruz. İnsanın içine düştüğü bir tuzak söz konusu…

Haberin Devamı

Arzularımız, korkularımız, kıskançlıklarımız bile “bizim dışımızda” biçimlenen duygular ve biz bu duygulanımların kaynağı olarak hala kendimizi görüyoruz. Tüm bunların bizi fazlasıyla yorduğunu düşündüğümüzde ise kaçacak, sığınacak ya da köşemize çekilecek evlerimiz devreye giriyor. Fakat asıl film burada başlıyor. Sığındığımız ekranlar ya da izlenilen karakterler, içimizden biriymiş gibi görünse de esasen bize oldukça yabancılar… Çünkü Oskay’ın da dediği gibi, ne biz öykümüzü anlatıyoruz ne de anlatılan öykü bizim öykümüz…

Dostluk kavramının dahi eski anlamını taşımadığını savunuyor Oskay. Verdiğimiz yemek davetlerinde gösterişe tabi tuttuğumuz mesleğimiz, yeni mobilyalarımız, kısacası yaşantımız ne yazık ki bunların birer kanıtı. Yani dostumuza harcadığımız bir zaman değil, süslediğimiz hayatımızı ona göstermek için, ondan “çaldığımız zaman” söz konusu bana göre. Fakat insanlığın, bu sorunun üstesinden geleceğine inandığını söyleyen Oskay, kitap ismi için şu cümlelerle yazısına son veriyor;

Haberin Devamı

“Kaiser geziye çıkmadan önce, "Bütün kuş beyinli uyruklarını yıkanmış paklanmış bir vaziyette" görsün diye nazırları, gözcüleri, teşrifatçıları Almanya'nın dört tarafına haber saldıklarında, Kaiser'in buyruklarına göre düzenlenmiş uydurma bir hayatı yaşamaktansa kendi oyunlarını sürdürmek isteyen çocuklar direnir, yıkanmak istemezlermiş.”

Ayşe SALTIKALP