Yaşam Yusuf doktor olacak, annesinin yüzü gülecekti...

Yusuf doktor olacak, annesinin yüzü gülecekti...

12.06.2009 - 01:37 | Son Güncellenme:

Sokakta çatılardan taş düşmesi olağan geliyordu herkese. Sonra, ‘geliyorum’ diyen kaza Yusuf’u buldu. O hastanede can çekişirken, annesi oğlunun öleceğini anlayıp ondan önce ölüme bırakıverdi kendini. Ve sonra Yusuf izledi onu. Oysa büyüyecek, doktor olacaktı Yusuf

Yusuf doktor olacak, annesinin yüzü gülecekti...

Çatıda duran TV anteni olmasaydı, anteni taşıyan o taşlar sallanmasaydı, yerinde zor duran o yaşlı apartmanın tepesinden düşmeseydi o taş, Yusuf kanlar içerisinde yere yığılmayacaktı...
Yusuf’un başına yıkılmasaydı o taş, dünyası da yıkılmayacaktı annesinin. Hastanenin camına çıkıp, geride kalan üç çocuğuna rağmen, hayatına son vermeyecekti.
“Çocuğunu öldü sanan anne intihar etti”... Haftanın ilk günü, bu haberi veriyordu gazeteler. Yusuf Akkuş yoğun bakımdaydı, annesi Dilber Akkuş ise penceresinden atlayarak intihar ettiği hastanenin morgunda. Baba Sadık Akkuş, hastane kapısına yığılı, cefakâr eşi ve yoğun bakımdaki küçük oğlu için ağıt yakıyordu...

Bir başka düşkündüler ona

Önceki akşam, umut bekleyişi sona erdi, Yusuf Akkuş, kendisinin ölüm haberini beklemeden ölüme giden annesinin ardından gözlerini kapadı.
Batmanlı Sadık ile Dilber Akkuş, küçük yaşta görücü usulüyle evlendi. Hayat şartları ağırlaşınca, önce Muş’a, sonra Manisa’ya göç ettiler. Bu umut yolculukları sırasında üç çocukları oldu; Günay ve Oktay Batman’da, Cansu ise Manisa’da açtı gözlerini dünyaya. 16 yıl önce şartlar yine ağırlaşınca, bu kez İstanbul’daydılar.
Yusuf 11 yıl önce İstanbul’da doğdu. Daha sonra Kumkapı’daki Molla Taşı Caddesi, 79 numaralı apartmanın birinci katına taşındılar. Geç geldiğinden midir, çok uslu bir çocuk olduğundan mıdır bilinmez, ailece Yusuf’a bir başka düşkündüler.

Küçük oğlu sessizdi...

Kumkapı restoranlar bölgesinde küçük bir lokantayı kiralayıp işleten babası, oğullarını okutamamıştı ama Yusuf’tan yana çok ümitliydi aile. Günay ve Oktay isimli ağabeyleri de, 17 yaşındaki ablası Cansu da, bütün ilgilerini kardeşlerine vermişlerdi. Okuyacaktı. Yusuf da, doktor olmak istiyordu zaten.
Kuran kursuna yazdırmışlardı Yusuf’u. Cami çıkışında babasının lokantasına uğramıştı her zaman yaptığı gibi. Yardım etmiş, masaları toplamış, müşterilere bakmıştı. İşi bitip, koşarak eve vardığı an, “alışık oldukları” taş sesleri yine duyuldu.
Komşuların anlattığına göre, en büyük dertleri ayakta zor duran apartmanlardı. Binalar yaşlılıktan ağlıyor, gözyaşı olarak betonları yere akıtıyordu artık. Kaza defalarca ‘geliyorum’ demişti.

Annenin çılgına döndüğü an

Yokluk içerisinde yaşam sürdüren mahalle sakinlerinin gücü tadilata yetmiyor, antenlerin gökyüzünü kapattığı, çocukların karşılıklı iki bina arasındaki iki metrelik alanda, otomobiller arasında top oynadıkları bu sokakta yaşam “gökten düşen taşlara, tuğlalara, betonlara” rağmen sürüyordu.
Bu kez taşlar 79 numaranın çatısından aşağı dökülüyordu. Ve, anne Dilber korkuyla pencereye koşturunca birkaç metre aşağıda yatan küçük oğlunun sessiz, hareketsiz bedeniyle karşılaşmıştı.
Çıldırmış anne, saçlarını yolmaya, başını duvarlara vurmaya başlayınca korkan komşular da acılı kadının sokağa çıkmasına izin vermemişlerdi.
Komşular, mahalledeki esnaf, yerde yatan Yusuf’u kucakladıkları gibi Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırdılar.
Bir aldırmazlığın yol açtığı kazayla başlayan dram da bundan sonra büyüdü...

Haberin Devamı

Takdir belgesi alacaktı
Yusuf hastaneye kaldırıldı ama anne Akkuş’u yatıştırmak uzun süre mümkün olamadı, anlatılanlara göre. 10 erkek zor tutuyordu kollarından. Kendini önce yoldan geçen bir otobüsün altına atmak istedi, sakinleştirici iğne vurdular kadına. Yoğun bakıma girip oğlunu görmesine de izin verdiler bu arada.
Ve kötü haber geldi yoğun bakımdan, umut çok azdı. “Annesi bir kez daha gelip görsün” dediler. Bu sırada oğlunu kaybettiğini zanneden anne, ayağından fırlattığı terliklerini almaya giden gelinin yokluğunu fırsat bilip, kendisini 3. katın camından ölümün kollarına bırakıverdi.
Dünse, cenaze evinde acı ağırdı; Yusuf’a mı, genç annesine mi üzülsünler bilemiyorlardı akrabalar. Kadınlar “Söylenecek ne var, her anne aynı şeyi yapmaz mıydı?” diye sesleniyorlardı içeriden.
Evde kendisine “küçük annelik” yapan Cansu, zor konuşuyordu acıdan, “Benim elimde büyüdü, doktor olacaktı” diyebiliyordu ancak.
“Çocukları için yaşayan bir anne”ymiş onlarınki. Yusuf da sokakta oynamayı hiç sevmezmiş, derslerini bitirdiği gibi, babasının lokantasına yardıma koşarmış. Çok da çalışkanmış. Yaşasalardı, bugün annesiyle okula gidip, karnesini alacaktı, yanında da takdir belgesiyle...

Yazarlar