Kültür Sanat Yüz senede bir tane...

Yüz senede bir tane...

12.09.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yüz senede bir tane...

Yüz senede bir tane...


Bir kahve içimi / Çetin Altan


       Bir kağıt bir de kalem... Ekmek, süt, ev kirası, okul masrafları... Hepsi o ikisiyle, kağıtla ve kalemle kazanılacak. "Bunu söyle ve kilitle insanları evlerine" diyor Çetin Altan... Sonra dön bak, "On beş günde intihar ederler"
       Altan'a göre, yazıya bu ölçüyü koymak gerekiyor. Altan'a göre, bizde kimse yazının ne olduğunu bilmiyor ve "yazar", yüz senede bir tane yetişiyor.

       Niye insanlar size "düşünür yazar" sıfatını verdiler?
       Çünkü insanlar kavramları bilmiyorlar. Düşünürün de ne olduğunu bilmiyorlar. Düşünür kelimesini açsanız, içinden Çetin Altan çıkmaz.
       Daha devletin ne olduğu bilinmiyor. Devlete padişah, valiye de padişahın temsilcisi diye bakılıyor. Bu değişmemiş. Önüne gelen devleti temsil edemez ki...
       Bu karmaşanın içinde canınızın yazı yazmak istemediği zamanlar oluyor mu, 28 Nisan olayları zamanındaki gibi?
       Ben Türkiye için yazmam ki yazıyı, anlayanlar için yazarım, eğer varsa. Türkiye'yi unutmazsan yazı yazamazsın. Türkiye için yazı yazmak, siyasetçilikle uğraşmayı gerektirir. Ben siyasetçi değilim. Benim gazetede yazı yazmamın nedeni, salt yazarak para kazanmak için. Yazılarımı bassınlar diye başladım gazeteciliğe.
       Bu bizde böyle değil mi, yazı basılacak diye gazeteci olmak?
       Adam kitabını yazıp verdiği zaman, kitabevi onu değerlendirecek düzeyde olmalıdır. Simenon'u, Andre Gide lanse etmiştir. Andre Gide, Gallimard'ın aynı zamanda danışmanıdır. Orada o müesseseleşmiş.
       Bizde Gallimard gibi kurumsal kimliği oturmuş yayınevleri yok mu?
       Olsaydı, her evde en az on tane kitap olması lazımdı.
       Şimdi faturayı yayınevine mi çıkaracağız?
       E peki, kim nereden para kazanacak? Parayı Ankara verecekse, sen özgürce dünya ölçeğinde yazılar yazabilir misin?
       Türkiye'nin spektrumuna bakarsak...
       Yakup Kadri iyi yazardı, ama Bern büyükelçisiydi. Reşat Nuri talebe müfettişiydi. Halide Edip profesördü. Yani mutlaka devletle ilişkili olan bir pozisyonda para kazandı bu adamlar, yazılarıyla kazanmadılar. Bazı şeyleri konuşamaz ve yazamazsın Türkiye'de, tabuya girer. Saydamlık meselesidir önce meselemiz. Türkiye'de saydam olmayı kim kabul eder? Yazı saydamlığı getirir, tiyatro saydamlığı getirir. Sartre, Jean Genet için "O azizdir" demiş. "Bütün arzum, ertesi gün giyotine gidecek iki idam mahkumunun aynı anda ırzıma geçmesidir" diye başlıyor Genet. Bunu açıklayabiliyor, bu açıklamayı o kutsallaştırıyor. Bizimkiler olsa, "Aaaa şu pezevenk herife bak" derler. Ama bize de Ukrayna'dan teklif geliyor "Siz Nataşa pazarını iyi tezgahlıyorsunuz. Karıları resmi yoldan gönderip paraları kırışalım" diye.
       Yayınevleri yeterince saydam mı? Sık sık yayınevi değiştiriyorsunuz...
       Hangi yayınevi isterse ona veriyorum. İstemiyorlar ki benim kitaplarımı...
       Para kazanabildiniz mi kitaplarınızdan?
       Alaton kadar kazanamadım. Aynı yaştayız. Ama ben bu çalışmayla Hollanda'da bir yazar olsaydım yahut Amerika'da, belki de Alaton'u geçerdim. Simenon, yeryüzünün on altı zengininden biriydi. Şimdi bu, yazarlar kazanamaz anlamına gelmez. Bir de yazar dediğin vakit, yüz senede bir tane yetişir. Bu hangisidir onu bilemezsin.
       Ölçü nedir?
       Zamana ve mekana dayanan yazılar yazmak. Şuradan dışarıya bak. En aşağı, on bin pencereyi görebilirsin uzak mesafeden. Bunlara desen ki "Üzerine kapıyı kilitleyeceğim. Bir kağıt bir de kalem var. Ekmek, süt, ev kirası, çocuğun okul masrafları, hepsi buradan çıkacak. Başka türlü para girmeyecek eve." On beş günde intihar ederler. İşte bu ölçüyü getirip koymak lazım. Burada yazının ne olduğunu kimse bilmiyor.
       Parlamento sizinle bu kadar uğraşmasaydı, Çetin Altan'ın sınırları nereye varacaktı?
       Türkiye beni engelleyememiştir, ama bana acı çektirmiştir. Yirmi senem mahkemelerde geçti. Bunun üç senesi de hapishanelerde... Sonuçta yine aynı sınırlarda olacaktım, tek farkla: Acı çekmeden! Ama şu da var ki, tiyatro açısından örneğin, Türkiye'nin çok da alışık olmadığı türden piyeslere dönük artılar getirebilirdim.
       Olaya duygusal açıdan bakabiliyor musunuz? Eski tatsız anıları düşündüğünüz oluyor mu, üzüntüyle?
       Yazı yazan adamlarla içki içen adamların anısı yok, olmadı. Yazı akar gider, yazdıktan sonra hatırlamazsın bile. Hatıralarla yaşanmaz, yaşayamazsın zaten. Ben yarınki yazımı düşünürüm.