Efsane kokan dantel koyları...
FETHİYE'nin çam ağaçları içindeki Katrancı koylarını geride bıraktıktan sonra orman içinde dolambaçlı virajlardan kıvrılarak yeşillikler içindeki Göcek kıyılarına uzanıyoruz.
Göcek, birbirinden güzel dantel koyları ve Likya efsanelerinin en büyülüsünü insanlara
altın tepsiyle sunan huzurlu, sakin, şipşirin bir kasaba. Mandalina, portakal ve greyfurt bahçelerinin yeşillikleri arasında kaybolmuş evler. Avuç içi kadar çarşısı, güleryüzlü insanı huzur veriyor insana.
Bir akşamüstü Göcek'e geldiğimiz için önce mimari yapısıyla dikkatimizi çeken yat limanındaki Deniz Otel'e yerleşiyoruz. Odanın penceresinde güneşin kızıllığının sarı, mor, lacivert tonlara bıraktığı gökyüzünü, bir gelin gibi süzülerek limana giren yatları izledikten sonra marinaya inip ılık bir rüzgar eşliğinde yemeğimizi yiyoruz.
Sabah günün ilk ışıklarıyla uyanıp, birbirinden güzel yatlarla dolu olan limana iniyoruz. Büyük şehirden göçüp, Göcek'i kendine mesken tutan meslektaşımız Tolan Arlıhan'ın teknesiyle Akdeniz'in lacivert sularına açılıyoruz.
İlk koyumuz Boynuzbükü, ardından çam ağaçlarının gövdesine teknelerin bağlandığı Göcek Adası'ndan geçiyoruz. Deniz durgun, rüzgar hafif hafif bizi okşarken, süzülerek Taşyaka koyuna teknemizi demirliyoruz. Kıyıda dağlardan kopup gelen pınar buz gibi akıyor. Bir kayanın üstünde siyah, beyaz, kırmızı renklerden oluşan bir resim! Bu görkemli yapıt, bizlere mavi yolculuğu armağan eden usta sanatçı Bedri Rahmi'den bir anı. Hemen yanıbaşında, "Seni düşünürken, içimde bin çakıl taşı ısınır" cümlesi ile bir göz resmi. Tepeye tırmanıp bir zeytin ağacının gölgesine sığınıyorum. Azra Erhat'ın bir kayanın üstüne çakıl taşlarından yaptığı uçurtma motifi, özgürlük anıtı gibi, gelip geçen tekneleri selamlıyor sanki. Çam ve zeytin ağaçlarının içinden geçip denizin kıyısına geliyorum. Pırıl pırıl suyun içindeki kafeste levrek ve çipuralar cirit atıyor. Başımı kaldırdığım zaman yalçın dağların üzerinde görkemli Likya mezarlarıyla göz göze geliyorum. Her birinin ayrı bir öyküsü var. Dalıp gittiğimi gören Tolan, en ilgincini anlatmaya başlıyor.
Kaya mezarlarının birinin içindeki yolla denize ulaşılırmış. Denizin dibindeki mağarada ise üç bekçi varmış. İlki bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir Arap'mış ve gelenin boğazını sıkıverirmiş. Ondan kurtulan iki yanı keskin kılıçla karşılaşırmış. Geleni doğrayan kılıçtan kaçan bu kez metrelerce uzunluğunda boğum boğum bir yılanla karşılaşırmış. Yılan her geleni önce zehirler, sonra boğarmış. Bu mağarayı bu zamana kadar sadece bir baba ve iki oğlu bulmuş. Oğlanların mağaraya inmeleri ile çıkmaları bir olmuş. Korkudan dilleri tutulmuş. Çaresiz kalan baba beline bir ip doladığı gibi mağaraya inmiş, bir müddet sonra da "Çekin beni" diye bağırmış. Baba yukarı çıktığında yanındaki hazineler göz kamaştırıyormuş. Develere buğday yükleyip aralarına da hazineleri koyarak Aydın'a götürmüşler. Malı bıraktıkları arkadaşına "Eğer para ederse bize mektup yaz" demişler.
Baba bilge bir kişiymiş. Önce Arap'la karşılaştığı zaman ona ne kadar cesur ve yakışıklı olduğunu söyleyince boğulmaktan kurtulmuş. Kılıcın paslanan yerlerini yağlayınca yüzyıllardır çalışan kılıç yavaşlayıp babaya yol vermiş. Yılana da, yılanlar padişahı Şahmeran'ın öykülerini anlatmaya başlayınca, o da kıvrımlarını açıp babanın hazineye ulaşmasını sağlamış. Mücevherlerin bir kısmını alan baba aynı yolla dışarı çıkmış. Öykü bu ya, bir daha da bu mağaraya o gün bugün giren olmamış.
Efsaneyi keyifle dinledikten sonra demirimizi alıp, bu kez çam ağaçlarının, denizin lacivert sularıyla öpüştüğü Kleopatra koyuna doğru süzülüyoruz. Güzelliği ile erkekleri baştan çıkartan Kleopatra, yazları bu güzelim koya gelip denize girer, sonra da hamamda yıkanırmış. Koya giriyoruz, tahta iskelenin ucunda, "Buraya sadece
yemek yiyenler yanaşabilir" levhası.. Kıyıda ise derme - çatma bir lokanta. Girintili çıkıntılı koyların içinde yüzüyorum. Denizin dibi teneke kutu mezarlığı, şişe cenneti. İnanılması zor ama bir metre yüksekliğindeki iki çöp konteyneri de lacivert suların derinliklerinde.
Teknede menemen ve salatadan oluşan yemeğimizi yedikten sonra Sarsala, Tersane ve Domuz adalarının önünden geçip Yassıcalar'a geliyoruz. Yassıcalar küçük küçük adalardan oluşmuş. Kimi sahiplenilmiş, kimi kimsesiz kalmış. Toplam 12 adadan oluşan Yassıcalar'ın bir adası maalesef yatlar tarafından çöp adası haline getirilmiş.
Çam ağaçlarının dallarına tutunarak adalardan birisinin tepesine çıkıyoruz. Akdeniz'in dayanılmaz lacivert sularında irili ufaklı bir sürü tekne. Kimi kayak yapıyor, kimi yüzüyor. Üç yanı da denizle çevrili olan incecik burnun ucunda kıldan iki çadır... Renk renk kumaşlarla döşenmiş sedirler, yerlerdeki kilimler ve fesleğenli sofralar çadırı süslüyor. Ve Ayşe Bacı elinde oklavası hamur açıp peynirli gözlemesini pişiriyor, sacın üstünde.
Güneşin kızgınlığı yavaş yavaş ortadan kaybolup yerini tatlı bir serinliğe bırakırken, biz de yat limanına doğru yelken açıyoruz. İçimi derin bir hüzün kaplıyor. O çok sevdiğim sevgilime bir daha kavuşamayacakmışım gibi bir duygu bu. Sonra birden umutlanıyorum. Belki yeniden gelebilir, bu güzel koyları tekrar yaşayabilirim diye düşlüyorum.
Yarın: Köyceğiz, Ağla Yaylası.
* Göcek'te yat limanındaki Deniz Otel şık ve zevkli dekorasyonu, klimalı odalarıyla dört dörtlük bir tesis. Hele güleryüzlü ve sevimli tavırlarıyla gönlümüzü çelen otel personeli Cemal Sanlı'nın önerisi üzerine yediğimiz lahos balığı ve ahtapotun tadı enfes.
Telefonu: 0 252 645 19 02
* Havuzlu Selya. 0 252 645 25 40, Nirvana 0 252 645 11 00, Apart Otelleri tavsiye edeceğimiz konaklama yerleri arasında. Ünlü,
Başak, Taştepe pansiyonlarında da kalabilirsiniz.
* 12 adadan oluşan Göcek'in içinde plaj yok. Tekne kiralayabilir, ya da dolmuş motorlarıyla o güzel koylara gidebilirsiniz. "Tekneden korkarım" derseniz bazı koylara karadan da ulaşabilirsiniz.
* Yat limanındaki Can Restorant'ta yediğimiz deniz ürünlerinin lezzeti hala damağımızda.
* Ev yemeklerini isterseniz Pelin Restaurant'ı tavsiye ederiz.
* Göcek ve Dolphin lokantalarının çok pahalı olduğu söyleniyor. Kapıdan geçenin nerede ise ensesinden tutup içeri sokmak istedikleri lokantalarda yemek isterseniz tercih sizin.
* Gün batımının ya da mehtabın ışıltısının teknelere aksettiği pırıltıyı bir kadeh içki eşliğinde içinize sindirmek isterseniz, Dr. Jazz ile Blue Bar'a gitmeniz şart.
* Deniz Otel'in karşı köşesindeki Deep Store'dan enfes antikalar alma şansınız var. Hint, Endonezya kumaşlarından yapılan elbiselerden edinmek isterseniz tatlı dili ve güleryüzü ile kalpleri fetheden Songül Hanım sizi mutlaka baştan çıkaracaktır.