23.09.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
MERT İNAN - İSTANBUL
Kore Savaşı’nın 65. yılında cephede çarpışan Türk subayı Ahmet Eren’in anıları ilk kez gün yüzüne çıktı. 2005 yılında yaşamını yitiren ve bugüne kadar çekmecede saklı tutulan Eren’in anılarını oğlu Mehmet Zeki kitaplaştırdı.
“Ahmet Eren-Kore 1952-1953 Bir Türk Subayı’nın Cephe Günlüğü” adlı kitabın en dikkat çeken bölümleri ise yaralanan ve şehit düşen askerlerin yaşadıkları dram ile memleket özlemine dair satırlar. Kitapta bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış fotoğraflar da yer aldı.
Notlarında, Nisan 1953 tarihinde rüyasında eşi Nihal Eren’i gördüğünü, uyandığında ise kalbinin heyecandan duracak gibi çarptığını anlatan Eren, duygularını şöyle kaleme alıyor: “Birkaç günden beri düşmanın taarruzu bekleniyor. Geceleri 527 rakımlı tepenin sağı, solu, gerisi sabaha kadar dövülüyor. Hele bu gece oraları gündüz gibi aydınlık ve alevler içinde yandı. (...) Komutan muavini üç ay sonra gideceğimizi söyledi. Bu havadis beni çok üzdü. Ne kadar kendimi temmuz ve ağustos aylarına göre ayarlamaya çalışıyorsam da içim bunu kabul etmiyor. Akşam Nihal’imi çeşme başında ilk nişanlıyken gördüğüm gibi tombul tombul, al al olmuş yanakları ile pembe entarili gördüm. O kadar heyecanlandım ki, uyandım ve kalbim bayağı duracak gibi çarpıyordu.”
‘Hâlimiz o kadar ki’
12 Mayıs 1953 tarihinde düşman askeriyle ‘cehennem misali ateşlerle birbirimizi selamlıyoruz’ şeklinde yorumlayan Eren, hislerini şöyle kaleme alıyor; “Allah korusun bu gidişle epey kişi paşamızın kurbanı olacak. Dün yağmur yağdı. O güzelim banker su içinde kaldı. Halimiz gülünecek ve ağlanacak gibi idi. İrtibat hendekleri su ve çamur içinde. Bankerler su içinde boyuna akar, dışarı çıkamazsın düşman mermileri insana Azraillik taslar. Allah kurtarsın. Sağ salim şu dert ve sıkıntılardan. Bugün hava biraz açıldı. Gece sabaha kadar hazır bir vaziyette düşmanın yaklaşmasını bekledik. Fakat gelmediler. Hâlimiz o kadar ki anlatmakla imkânı yok ifade edilemez ancak şu durumumuzu yaşamak lazım.”
‘Dilsiz gibi oturuyoruz’
Kore’deki çarpışmalarda yaralandıktan sonra Tokyo Askeri Hastanesi’ne götürülen Eren, 14 Haziran 1953 ve sonraki günlerde yaşadıklarını 65 yıl önce şöyle anlatmış: “İçeri bir hemşire girdi. Üzerinde Amerikan üniforması vardı. Ben önce Amerikalı zannettim. Bana ‘Sen Türk müsün oğlum?’ dedi. Ben de evet, dedim ama kendimi tutamadım tebessüm ettim. Bana sert ve amirane hitapla doktorun söylediklerini tercüme ediyor ve tavırları ile de beni niçin rahatsız ettin de çağırttın diye azarlıyordu. Ben de onun bu hareketlerine gülerek, kâh alay ederek cevap veriyordum ki, Amerikalı Üsteğmen hemşirenin ve benim konuşmamdan birbirimizi tanımadığımızı ve bana, yakışmayacak şekilde hemşirenin hitap ettiğini anladı ve hemşireye ‘Bu bir Türk subayıdır’ diye ihtar etti. O zaman Türkan Hanım ne olduğunu bilemedi. Utandı, korktu, ne yapacağını bilemedi. Özür diledi ve kaçtı. Şu hastanede 10 gündür yatıyorum ve subay olarak da dört kişiyiz. Bizim hemşirenin alakasına bakın ki henüz bizi tanımıyor. Sonra muamelesi anlatıyor ki beni er zannetti ve hakir görüp azarlamaya, sert sert söz söylemeye yeltendi. Biz garipler dilsiz gibi oturuyoruz.”
Ne çare?
‘OĞLUM TOMBUL TOMBUL OLMUŞ’
26 Şubat 1953 tarihli anılarda ise Ahmet Eren, o dönem korgeneral rütbesiyle görev yapan Rüştü Erdulhun’un topçu batarya mevziini ziyarete geldiğini aktarıyor.
Eren ardından da eşinden aldığı fotoğrafları satırlarına şöyle yansıtıyor “23 Şubat’ta Arıhan’ın yerine Tabur Gözetleme Yeri’ne gittim. Hanımdan mektup ve fotoğrafı aldım. Fakat çok üzüldüm. Zira hanım tanınmayacak kadar perişan olmuş. Kendinden geçmiş. Ben ne kadar üzerinde durursam o da o kadar aksini yapıyor. Kendine bakmıyor. Oğlumu fevkalade buldum. Tombul tombul olmuş. İnşallah yakında hanım da öyle olur.”