Gündem ‘Sinema şiiri dışlıyor’

‘Sinema şiiri dışlıyor’

16.10.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Türkiye sinemasının dikkat çeken yönetmenlerinden Orhan Eskiköy, 13 Ekim’de gösterime giren bir ailenin öyküsüne odaklanan yeni filmi ‘Taş’la ilgili sorularımızı yanıtladı

‘Sinema  şiiri dışlıyor’

'İki Dil, Bir Bavul’u Özgür Doğan’la, ‘Babamın Sesi’ni Zeynel Doğan’la yöneten Orhan Eskiköy’ün ‘Başgan’da da imzası bulunuyor ve Eskiköy Türkiye sinemasının dikkat çeken isimleri arasında yer alıyor. Eskiköy’ün yeni filmi ‘Taş’, prömiyerini bu yılki İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışmasında gerçekleştirmesinin ardından Karlovy Vary Film Festivali’nin Batının Doğusu yarışmasında bulundu. Ankara Film Festivali’nden En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü’nü kazanan filmin başrollerinde Jale Arıkan ve Muhammet Uzuner yer alıyor. Film, oğulları kayıp bir ailenin kapısına gizemli genç bir adamın gelmesinin ardından gelişen olaylara odaklanıyor. 13 Ekim’de gösterime giren ‘Taş’ı yönetmeni Eskiköy’le konuştuk.

Haberin Devamı

Birinin yerine geçmek

‘Taş’taki çıkış noktanızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Beş yıla yayılan bir dönemi anlatmak zor. Murat Gülsoy’la tanıştığımda ona “Birinin yerine geçme hikayesi yazmak istiyorum” dedim. Bu senaryoda kayıp olan bir genç vardı ve dışardan gelen biri onun yerine geçmeye çalışıyordu. Bu hikâyedeki anne inançlı ve taşlardan dilekler dileyen bir kadındı. Sonra bu hikâyeyi çeşitli nedenlerle çekemeyeceğimi anladım. Sonra yeniden yazdığımda izleyeceğiniz ‘Taş’ın hikâyesi ortaya çıktı.

‘Taş’ın İstanbul Film Festivali’ndeki sunumunda filmle ilgili olarak “Ben şiirle sinema arasındaki kardeşlik üzerine düşünmek istedim” demiştiniz. Bu cümlenizi biraz açar mısınız?

Şiir bütün sanatsal ifadelerin özünde olması beklenen bir nitelik aslında. Hikâye edilemeyen ama birkaç şekilde duyumsanan bir niteliği var şiirin. Şiiri müzik dinler gibi duyulabiliriz, resme bakar gibi görülebiliriz, öykü okur gibi takip edilebiliriz fakat bir ağızdan bir başkasına hikâye gibi aktarılamaz. Sesli biçimde okunduğunda bile okuyan ile dinleyen arasında deneyimlenen şey bağlamında mesafeler vardır. Sinemanın özü işte bu niteliğe bağlı benim açımdan. Bir kerede hap gibi alınıp bir işe yaradığı tasavvuru ile tüketiliyor olması sinemayı kendi dilinden uzaklaştırdı. Yeniden izleme gereği duymadığımız bir filmin şiirinin eksik olduğunu söylemek istedim o konuşmamda. Romanın yerine geçmeye çalıştığını ve bunu yaparken de şiiri dışladığını ifade etmek istedim.

Haberin Devamı

Taştaki kudret

Filme ismini de veren ‘taş’ aynı zamanda filmde önemli bir simge.

Taş ile insan arasında garip bir ilişki var. Hep böyle olmuş. İnsanın huzursuzluğunun en önemli nedeni geçiciliğiyle baş edememesi. Gönlünde bir huzursuzlukla yaşıyor. Neden doğduğunu düşünmeyi unutsa da neden öleceğini ve öldükten sonra ne olacağını sorup duruyor. Bunun nedenini ve çaresini arıyor. Çözümlerden birisi ve en kuvvetlisi de inanç. Kendi geçiciliğine karşın taşın kalıcılığı onda kutsallık fikri uyandırıyor. Tanrı’yı göremediği onunla doğrudan konuşamadığı için inancını bazı araçlarla ifade edebiliyor. Taştaki kudret de yok olmaması ve kolay ulaşılabilir oluşu. Ancak günümüzde Tanrı’dan haber getiren ya da onunla bir ilişki kurmaya yarayabilecek araçlara dönüşmüş. En şöhretlisi de Hacer’ul Esvet. İslam öncesi dönemden beri kutsiyet atfedilmiş, siyah olması nedeniyle özel bulunmuş taşın Kabe’nin bir parçası olması bana çok ilginç geliyor. Taşın bu biçimde kutsal sayıldığı ama şöhreti az olan bir çok kullanılma biçimi var. Benim filmimde de neye inanırsan kutsal olan biçim değiştirir minvalinde bir yeri var.

Haberin Devamı

‘Başgan’ ve Özgür Doğan’la yönettiğiniz ‘İki Dil, Bir Bavul’ belgeseldi. Kurmaca ve belgesel arasında kalın bir çizgi görmüyor musunuz?

Kurmaca ve belgesel arasında yapım zorlukları dışında bir fark görmüyorum açıkçası. Bir filmin en önemli özelliği bütçesinin olup olmadığıdır.

‘Siyah-beyaz olması, zamansızlığı güçlendirdi’

Aklınızda filmi hep siyah beyaz çekmek mi vardı?

‘Taş’ı siyah beyaz çekmeyi düşünmemiştim. Fakat ilk yazdığım senaryo, karlar altında siyah taş evlerin olduğu bir köyde geçiyordu. Kontrastı çok yüksekti. Bütçe nedeniyle senaryodan kar atmosferini çıkarmak zorunda kaldım. Filmin ikinci haftasında görüntü yönetmeni Türksoy Gölebeyi filmin zamansızlık ve mekansızlık duygusunu siyah-beyaz olmasının güçlendireceğini hissetti. Mönitörü siyah beyaza çevirdiğinde benim de çok hoşuma gitti bu fikir.