Sıra dışı ve sapsarı bir film: The Grand Budapest Hotel

Mizah anlayışı, sahne dekorları, renkleri kullanımı, oyuncularını karaktere yedirişi, keyifli hikayeleri ve güçlü müzikleriyle kendine has bi sinema dili oluşturan Anderson son filmi The Grand Budapest Hotel ile bizi büyüleyen bi masala davet ediyor.

Sevda SERBEST

sevda.serbest@milliyet.com.tr

The Grand Budapest Hotel ismini ilk duyduğumda bir Wes Anderson filmi olduğunu düşünmüştüm. Hemen hayalimde görkemli bir otel ve renkli karakterler canlandı. Mizah anlayışı, sahne dekorları, renkleri kullanımı, oyuncularını karaktere yedirişi, keyifli hikayeleri ve güçlü müzikleriyle kendine has bi sinema dili oluşturan Anderson son filmi The Grand Budapest Hotel ile bizi büyüleyen bi masala davet ediyor.

33. İstanbul Film Festivali kapsamında izleme fırsatı bulduğum The Grand Budapest Hotel bu hafta ülkemizde vizyona giriyor. Filmin kadrosu oldukça kalabalık. Ralph Fiennes,Tony Revolori, F. Murray Abraham, Mathieu Amalric, Adrien Brody, Willem Dafoe, Jeff Goldblum, Harvey Keitel, Tilda Swinton, Edward Norton, Jude Law, Bill Murray gibi yıldız isimler var. Anderson'ın bu filmi Ralph Fiennes için yazdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha öncesinde Johnny Deep'in baş rol oynayacağını duymuştuk. Film çıkışında “İyi ki olmamış” diyorsunuz. Ralph Fiennes'ın can verdiği oldukça karikatürize olan karakteri izlerken mest olmamak elde değil. Filmin adını M. Gustave olarak değiştirebilecek kadar şahane bir performans çıkarmış ortaya. Zero rolünde sinemada ilk kez izlediğim Tony Revolori de film boyunca yüzümdeki tebessümün sebebi oldu. Oldukça başarılı bulduğum oyuncu daha önce The Perfect Game filminde rol almış. Jude Law , Adrien Brody ve Edward Norton favori oyuncularım olup yine filme kısa ama alkışlık oyunculuklarıyla konuk oluyorlar.

Haberin Devamı

Film 1968 yılında Sovyetler Birliği zamanında tamamen yönetmenin kurgusu olan Zubrowka şehrinde geçiyor. Genç bir yazar olan Tom Wilkinson (Jude Law) konakladığı otelin sahibi Zero- Mustafa (F. Murray abraham ) ile tanışıyor. Hikayesini anlatmaya başlayan Mustafa ile 1932 yılına dönüyoruz. Ardından Mr. Gustave ve Zero'nun absürt otel maceralarını savaşın giderek değiştirdiği Avrupa’yı, şiddetlenen faşizm ile birlikte izliyoruz. Bir ressam gibi tasarladığı karelerin renklere, kostümlere, simetri takıntısıyla verdiği detaylara, yukarıdan aşağıya kadrajlarına bayılıyoruz. Sıcak renkleri harika kullanımı ile bir boyama kitabı boyuyor gibi hissediyoruz.

Haberin Devamı

Aslında bir komedi filmi olan The Grand Budapest Hotel öyle ağız dolusu güldürmese de keyifli vakit geçirmenize sebep oluyor. Ayrıca film, şirin entrikaların arasına ustaca gizlenmiş siyasi eleştirilerle de dolu. Film boyunca gerçekleşen 2 tren yolculuğunda karşılaşılan askerler değişen siyasi dalgayı çok güzel yansıtıyor.

Yine sahnelere başarıyla serpiştirilmiş birçok ünlü filmin soundtrack'ine imza atmış Alexandre Desplat müzikleri The Grand Budapest Hotel'i bir karnavala, bir müzikale çeviriyor. Tüm kareleri bir fotoğraf gibi olan simetri hastası Anderson'ın filminden sonra kendimi İstiklal Caddesi'nin tam ortasında yürürken buldum. Ve tabii filmde onca Mendl’s pastası gördükten sonra güzel bir dilim pasta için mekân bakarken… :) Algılarınızla fazlasıyla onayan bu keyifli filmi kaçırmayın derim.