Siyaset İşte Çankaya tutanakları

İşte Çankaya tutanakları

30.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:

22 Aralık'ta Çankaya Köşkü'nde yapılan toplantı tutanakları liderlere gönderildi. 74 sayfalık tutanakta, Susurluk - Topal cinayeti bağlantısı, Çatlı olayı, üç özel tim görevlisi ve DYP Milletvekili Bucak'ın Ankara'daki kumarhanelerden haraç aldığı iddiası yer aldıDemirel: Susurluk ve Topal cinayetiyle ilgili tartışmalar devleti kötülemenin merkezine koymuş ve zan altında bırakmıştır. Adeta devlet, hukukun dışında aranmaya başlamıştırYılmaz: Susurluk'taki kaza, devlet içinde bazı örgütlenmeler olduğunu, bazı devlet birimlerinin uyuşturucu, kumar, haraç gibi işlere karıştığını ortaya koymuşturEcevit: Önemli olan bu sağlam bünye ile bu hastalığın ortadan kaldırılmasıdır. Biz, Devlet Denetleme Kurulu'nun devreye girmesini istiyoruzBaykal: Devlet hiçbir ajanına yargı organı tarafından aranan birisine kimlik verme yetkisi tanımaz, tanımamıştır. `Vatanı milleti savunmak için yapar' diyemeyizYazıcıoğlu: Giderek hukuk devleti olma vasıflarımız sanki ortadan kalkmış ve demokrasi işlemiyor. Meclis bu işlerin üstesinden gelemiyor. Bütün kurumlar yetersizdirÇiller: Devlet içinde çete var demek son derece vahim bir olaydır. Bunu dediğiniz zaman, bunun üstüne gideceksinizErbakan: Sedat Bucak'ın Ankara'daki kumarhanelerden haraç topladığına dair bir iddia var ortada. DGM Başsavcılığı Şanlıurfa Milletvekili hakkında fezleke düzenleyerek beş koruma hakkında ise dava açılması hususundaki incelemelerini tamamlayacak noktadadır

İşte Çankaya tutanakları

CUMHURBAŞKANI Süleyman Demirel, Susurluk kazasıyla ilgili Çankaya'da yapılan liderler zirvesinin tutanaklarını parti genel başkanlarına gönderdi. 74 sayfadan oluşan tutanaklarda liderlerin iki tur görüşme yaptıkları görülüyor. Birinci tur görüşmelerde genel değerlendirmelerde bulunan liderlerin, ikinci tur görüşmelerde ise olayın detaylarına girerek, Susurluk kazasıyla Topal cinayeti arasındaki bağlantı, Çatlı olayı ve üç özel tim görevlisi polisin durumu ile İstanbul Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu'nun Cumhurbaşkanı ve Başbakana verdiği bilgiler üzerinde durdukları anlaşılıyor.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel: "Davete icabet ettiğiniz için teşekkür ederim. 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk'ta meydana gelen trafik kazası ve Ömer Lütfü Topal cinayetiyle ilgili tartışmalar devleti kötülemenin merkezine koymuş ve zan altında bırakmıştır. Devletin meşru güçleri dışında bazı kişileri kullandığı intibaı yaratılmış, adeta devlet, hukukun dışında aranmaya başlamıştır.
Mesut Yılmaz: "Susurluk'taki kaza, devlet içinde bazı örgütlenmeler olduğunu, bazı devlet birimlerinin uyuşturucu, kumar, haraç gibi işlere karıştığını ortaya koymuştur. Bu birimlerin ve ilişkilerin ortaya çıkarılması için özel bir soruşturma komisyonunun kurulması gereklidir. Gerekirse, özel bir yasa da çıkarılabilir. Siyasi baskılardan uzak kalacak denetim organlarının devrede olması gerekir. Devlet Denetleme Kurulu, görevlendirilebilir, Meclis komisyonuna özel yetkiler verilebilir. Savcılara özel yetkiler verilebilir."
Bülent Ecevit: Türkiye'nin sağlam bir devlet yapısı vardır. Ama en sağlıklı bünyelere bile mikrop girebilir. Böylece en sağlam bünye bile hasta olabilir. Önemli olan bu sağlam bünye ile bu hastalığın ortadan kaldırılmasıdır. Biz, DDK'nın devreye girmesini istiyoruz.
Sayın Yılmaz'ın önerilerinden birinde tereddütüm olduğunu söylemek istiyorum. Gerçekten Meclis Araştırma Kurulu'nun yetkileri sınırlıdır. Bu yetkilerin bir miktar daha genişletilmesi gerekir, ama sorgulama yetkisi verilmesi durumunda nihayet ister istemez bir siyasal kuruldur. Bu komisyon bir takım tatsız gelişmelerle ve iddialarla karşılaşabilir. Belki ben, 27 Mayıs öncesi araştırma kurullarının ne gibi sorunlar yarattığını yaşayarak görmüş olduğum için, o konuda bir tereddütüm var."
Deniz Baykal: "Bizi buraya getiren devlet yetkisini kullanma durumunda olan bazı meşru merkezlerin, gayri meşru kararlar alarak, gayri meşru uygulamalara yönelerek devletin, adalet mekanizmasının aradığı insanları aklayıp meşrulaştırarak bir kamu ajanı haline dönüştürme teşebbüsü içine girdiğinin fotoğraf çekimidir, bu görüntü. Vahim olan da bu. Bunun sorumlusu ne Çatlı'dır, ne de oradaki emniyet müdürüdür. Kimdir, onu öğrenmek isteriz. Devlet hiçbir ajanına yargı organı tarafından aranan birisine kimlik verme yetkisi tanımaz, tanımamıştır. `Vatanı milleti savunmak için yapmıştır, o nedenle yapar' diyemeyiz. Eğer diyorsak, büyük yanlış içindeyiz. Bu yanlışla Türkiye'nin hesaplaşması lazımdır. Bu kimlik, bu zata nasıl verildi, kim verdi? Nüfus memurunun şahsi işbirliği midir? Ya da pasaport dairesinde görevli komiser yardımcısı falanın bireysel kararı mıdır? Nasıl işlemiştir? Nasıl bu koca sistem Siverek nüfus dairesinden başlayıp, Londra'daki büyükelçiliğe kadar uzanan bir büyük sistem nasıl işlemiştir. Yani bunun devletin bilgisi içinde olduğu basına yansımış, sonra olaylarla kanıtlanmış. Bunun gereğini yapamadığımız zaman rejimin çok büyük bir darbe yiyeceğinden kuşkuluyum. Maalesef Türkiye'de resmi bazı şahsiyetlerin yetkili bazı otorite merkezlerinin suçlu ve kaçak olarak aranan birtakım insanları, belli bir pazarlıkla bir kamu ajanı gibi üstlerinde yetki dışı kullanmak üzere harekete geçtiğini zannediyorum. Abdullah Çatlı'ya görev verilmiştir. Çatlı kendi başına değildir. Birisi Çatlı'yı oraya sokmuştur. Çatlı, Mehmet Özbay olduğu bilinerek oraya konmuştur. Bilinenler de, sadece arabanın içindekiler değildir. Onu oraya getiren bir tezgah vardır arkasında. Pasaport veren vardır, görev veren vardır, bir şebeke vardır, bir ağ vardır. Bunun ortaya çıkması lazımdır. Bu konuda ciddi engellerin ortaya çıktığını görüyoruz. Yani bir süre önce eski İçişleri Bakanı hakkında dokunulmazlığın kaldırılması talebi yapan savcıya karşı Adalet Bakanı'nın takındığı tavır tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Engel, Adalet Bakanlığı'nın genelgesiyle çıkmaya başlamıştır. İstanbul Emniyet Müdürü, olayı Cumhurbaşkanına ve Başbakana ifade etmiştir. Yani bu biliniyorsa, İstanbul Emniyet Müdürü'nün durumu nedir? Onu görevden alanların görevi nedir? O üç tane özel tim mensubunun durumu nedir?
Muhsin Yazıcıoğlu: "Türkiye gerçekten çok önemli bir noktaya getirilmiştir. Şu anda kamuoyumuzda devlete ve devletin mekanizmalarına güven sarsılmıştır. Ve giderek bir hukuk devleti olma vasıflarımız sanki ortadan kalkmış ve demokrasi işlemiyor. Meclis bu işlerin üstesinden gelemiyor. Bütün kurumlar yetersizdir. Dolayısıyla bunun dışında bir yol aramalıyız gibi bir takım tartışma noktalarına doğru Türkiye sürüklenmektedir."
Tansu Çiller: "Sayın Cumhurbaşkanı, bu olayın iki tane boyutu var. Siz de zat - ı aliniz işaret ettiniz. Bir tanesi çok vahim bir olayla karşı karşıyayız. Devletin içinde çeteler var. Ve devlet güdümlü suç işleniyor, son derece vahim bir olaydır.
Şimdi bütün bundan sonra iki ciddi vakka var ortada. Bunlardan bir tanesi Susurluk, öbürü ise Topal olayıdır. Ve her ikisi de aslında adli olaydır.
(Çiller, birinci tur konuşmasında Susurluk kazasından sonra Susurluk Savcılığı, Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Mehmet Özbay adına düzenlenmiş kimlikle ilgili olarak Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Laboratuvarı'nda yapılan incelemeleri özetledikten sonra Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı Denetim Kurullarının ve MİT'in devreye girdiğini ve çalışmaların sürdüğünü özetliyor ve Yılmaz'ı şöyle eleştiriyor:)
Tekrar ediyorum. Devlet içinde çete var demek son derece vahim bir olaydır. Bunu dediğiniz zaman, bunun üstüne gideceksiniz. Şimdi ben bu devlete inanıyorum diyeceksiniz, hem herşey meşru güçlerle yapılmalı diyeceksiniz, hukuk devletinin herşeyi geçerli olmalı diyeceksiniz, o ülkenin savcısına, Başbakanı'na inanmıyorum diyeceksiniz, Cumhurbaşkanı'nın algılayış şekline inanmıyorum diyeceksiniz, parlamentoda istediğiniz zaman araştırma ve soruşturma komisyonları insanları aklamak için kullanılır diyeceksiniz, sonra bir başka ortamda ben bunlara da inanmıyorum diyeceksiniz. O zaman bütün bunlara inanmıyorsun da, kuşku duyuyorsun da sen kendinden niye kuşku duymuyorsun, derler adama.
Açık olmakta yarar var. Sayın Ecevit ben lisede daha öğrenciydim, kendilerini dinledim. Yine `adeta devlet içinde çete, devlet çökmüştür' havası ve devlet içinde hava, bir kontrgerilla diye çıkmıştır bir olay. Bizim de o zaman kafalarımızda iz bırakmıştır o. Tabii, aşağı yukarı şimdi söylenen şey, bir başka boyutuyla aynı şeyi çağrıştırıyor. Sayın Ecevit ondan sonra iki kez Başbakan olmuş. Acaba onunla ilgili bu çeteler, devlet içinde kontrgerillayla ilgili Sayın Ecevit ne yapmış...
(Çiller daha sonra Yılmaz'ın gazetelere verdiği demeçlerden örnekler veriyor. Elinde yedi ses kaseti, video kaseti bulunduğuna dair iddialarda bulunduğuna değiniyor ve gazete küpürlerinden haberleri okuyor ve daha sonra Yazıcıoğlu olayına giriyor:)
Değişik şaiyalar da vardır. Yani, `Yazıcıoğlu istedi, haber verdi, bunları aldırın' şaiyası var. Ama ne olursa olsun, bunun savcılığa anında bildirilmiş olması lazım. Dolayısıyla raporda, burada bir suistimal yahut görev yapılmasında bir eksiklik olabileceği ihsas ediliyor. Tekrar ediyorum, `devlet içinde çete var' demek son derece vahim olaydır. Belgesiz devlet tahrip ediliyor. Yurt dışında bu devleti tahrip eden güçlerle, Doğu Perinçek'in söyledikleriyle anamuhalefet partisinin söyledikleri eğer aynı şekilde MED TV yayınları aynı şeyi yapmaya başlarsa bu tahribattır. Şimdi denebilir ki, canım sen öyle diyorsun ki, `vatan Sakarya' diyorsun, bunu örtbas ediyorsun. Nedir söylediğim şey: `kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için mukaddestir.' Ne demişiz ona, Çatlı'yla ilgili söylemişiz ve demişiz ki, Çatlı'yı tanımam, Çatlı suçlu mudur, değil midir bilmem."
Necmettin Erbakan: (`Sayın Baykal'ın sözlerini teyit ediyorum' diye başlayan Başbakan, şu bilgileri sunuyor:)
"Bu raporlar içinde çok büyük öneme haiz bir dosya MİT'in incelemeleridir. Vermiş oldukları bilgilerde biz olay münasebetiyle bu insanların durumlarının incelenmesine ihtiyaç görüyoruz diye 58 kişiyi bize bildirmişlerdir. 29 tanesinin bizim dosyalarımızda bilgileri vardır. Bunlardan 16 tanesi hayattadır, 13 tanesi hayatını kaybetmiş. Geriye kalan 29 kişi hakkında bilgi yoktur. Dört tanesinin politikacı olduğunu, dört tanesinin işadamı olduğunu, 5 tanesinin asker olduğunu, 13 tanesinin emniyet mensubu olduğunu, 14 tanesinin ülkücü mafya olduğunu yazmışlardır. 8 tanesinin de bilinen eroin kaçakçısı olduğunu yazmışlardır. Sedat Bucak'ın Ankara'daki kumarhanelerden haraç topladığına dair bir iddia var ortada. DGM Başsavcılığı şu anda Şanlıurfa Milletvekili Bucak hakkında fezleke düzenleyerek beş koruma hakkında ise dava açılması hususundaki incelemelerini tamamlayacak noktadadır. Bu esnada tabii şuna dikkat çekiyorlar. Sayın Sedat Bucak'a önce Ankara'dan koruma polisi veriliyor, bunları kabul etmiyor. Kendisi Ankara'da olduğu halde 4 tane İstanbul'dan geliyor, onun istediği insanlar veriliyor, iki tane İzmir'den istiyor, iki tane İzmir'den polis veriliyor. Kendisi orada oturuyor, koruma polisleri orada oturuyor. Ve kendisi koruma polisini 7.8.1996 tarihinde talep ediyor. Halbuki kendisine bu polisler 6 Ağustos tarihinde zaten tahsis edilmiş durumda. Demek ki, talep edilmeden önce temaslar yapılmış. Muhtemelen şunları, şunları bana verin, demiş. İstanbul Emniyet Müdürü bunlar (üç polis) bir takım olayları yaptıklarını bana itiraf ettiler diye Cumhurbaşkanı'na söylemiş. Benimle yapmış olduğu konuşmasında da kendisi, `bana yetki ve imkan verilecek olursa, ben bu koruma görevlilerinin o Sarıyer'deki cinayette olay yerinde olduklarını ispat edebilirim' dedi. Ve kendisi görevden el çektirilmiş olduğu için şimdi kendisine böyle bir görevi vermemiz, şu anda hukuken mümkün gözükmüyor."
Baykal: "İlişki içindeler mi bunlar?"
Erbakan: "Evet, Yazıcıoğlu ile onlar daha önce temas ettiler... Şimdi tabi işin garibi bu konuda önce bir defa Sayın Yazıcıoğlu bütün resmi evraklarında hiçbir belge yoktur. Bu üç polisin bu işle ilişkisine ait en ufak bir şey tespit edilmemiştir, diyor. Hatta, `bu tesellüm zaptında dahi bir ilgisi görülmediği için kendilerine teslim edilmektedir' diyor. Resmi ifadeleri bu. Ama Sayın Cumhurbaşkanımıza geldiği zaman, `bunu işte ben biliyorum, itiraf ettiler' diyor. Bize geldiği zaman `bana yetki verilirse ben bunları ispat edebilirim' diyor. Peki bir yandan bütün resmi vesikalarda `hayır' diyorsun, şimdi gelip burada böyle söylüyorsun, bu birbirini tutmuyor.
`Bu nasıl oluyor' dediğimiz zaman bize söyledikleri şey şudur: `Efendim ben herkese itimat etmiyorum. Ondan dolayı da hiçbirşey yoktur diyorum. Üstüme gelmesinler. Çünkü gelirlerse, ben bunu ispat edeceğim delilleri incelemeye kalktığım zaman o delilleri yok edeceğinden korkuyorum. Ama size itimat ediyorum. Size diyorum ki, bana yetki verilirse veya bu işi araştırırlarsa bu ispat edilebilir.'
Yani ispat edilebilir dediğinde de polislerin orada olduğunu iddia ederek söylemiyor. Onu da tasfiye ediyor..."
(Erbakan daha sonra Dilek Örnek olayını anlatarak Örnek'in İspanya'dan geldiğini, iki kişiyle beraber yakalandığını, İbrahim Şahin'in koruması Ayhan Akça ile buluşacağını, Örnek'in 52 defa Türkiye'yi giriş - çıkış yaptığını, yurda 1,5 trilyon soktuğunu, her girişinde kendisine bin mark ücret verildiğini söylüyor. Erbakan daha sonra Çatlı olayına girerek, Çatlı'nın ANAP döneminde ASALA'ya karşı kullanıldığını ima ediyor ve şöyle diyor:)
"4. 7. 1994 tarihli Mehmet Özbay'a silah verilmesine dair Bakan onayı. Bir Bakan onayıyla silah verilmiş 94'de. Hangi bakan tarafından bu onay verilmiştir? Üç kişiyi serbest bırakan İstanbul Emniyet Müdürü mü? Çünkü bir rivayete göre, Yazıcıoğlu, bizle ilişkisi kalmadı, alabilirsiniz, demiş. Yoksa özel istihbarat dairesi mi orada işi bitmediği halde onu zorla alma. Şimdi bunları tabi detaylı şekilde araştırmak mecburiyeti vardır, bir. İkincisi, MİT raporunda diyor, ya devlet içerisinde kendi kendine gruplar teşekkül etmiştir, ama o raporda söylediği şu: Bu 1982'den beri teşekkül etmiştir. 1982 - 84 arasında ASALA'ya karşı 11 tane eylem yapılmıştır. Bu eylemlerin içinde Abdullah Çatlı vardır. Bu ANAP dönemidir. Bu olaylardan ANAP iktidarının haberi yok mu? 1978'den beri uyuşturucu kaçakçılığından Hollanda ve ABD cezaevlerinde yatan sabıkalı Ömer Topal'a pasaport verilmiştir. Türk pasaportu da var, bir de Türkmenistan'dan almış pasaport. O Türkmenistan'daki pasaportu da diplomat pasaportudur. Bizim Başbakanlık Başmüfettişi'nin elinde pasaport. Dün getirdi gösterdi. Birçok defalar Türkiye - Rusya - Türkmenistan arasında giriş - çıkış yapmış. Hariciye'den soruldu Türkmenistan'a. Türkmenistan işte bizimle iş yapan insanlara böyle pasaport veriyoruz diyor. Bunların içinde Erdal İnönü de varmış. Türkmenistan'dan diplomat pasaportu varmış, Rus pasaportu Erdal İnönü'nün. Raporlarda bu da gözüküyor. Ne münasebetle, ne ihtiyacı vardır da almışızdır, hediye midir, nedir, bilmem doğrusu."
Baykal: "Hangi tarihte?"
Erbakan: "Tarihini şimdi söyleyemeyeceğim. Evet muhakkak kendisine vermişlerdir. Şimdi bir de tabi bu Topal, Emperyal Oteli var Sarıyer'de. Bu adam 78'den beri uyuşturucu kaçakçısı. Bu insana otel sahibi olmak üzere kim otel ve kumarhane ruhsatı veriyor. Eskiden almış bunu. Topal cinayeti üzerinde 5 ay önce parmak izi bulunamamış, 5 ay sonra bulunmuştur. Bunun açıklanması gerekiyor. Susurluk'tan çıkan silahlar üzerinde de parmak izi tam yapılmış değil, yani iki tanesinin polise ait olduğu söyleniyor ve Bucak diyor ki, `Bu silahlarla benim ilgim yok. Bunlar sonradan konmuş.' Peki, ya o silahların üzerinde Bucak'ın parmak izi çıkarsa. Topal'ın kumarhanesini satın almak için Bucak'ın bir çalışması olmuş mudur? Mesut Yılmaz Bey'in deşifre etmekten çekindiği hususlar, telefonla deşifre metni, bunları Mesut Bey de açıklamış, Eyüp Aşık da açıklamış."