Siyaset SİYASET ODASI

SİYASET ODASI

04.02.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Harvard Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dani Rodrik ülkemizin iktisadi durumunu değerlendirdi. Rodrik, 11 Eylül rüzgârına çok fazla güvenmeyi doğru bulmuyor

SİYASET ODASI

Harvardlı iktisatçı Rodrik: Yabancı sermaye ile büyüme sağlanmaz Kendinize güvenin 11 Eylül sonrası, küresel sorumluluk ve eşitlik gibi kavramların daha çok kullanılır olmasına ne diyorsunuz? Siz de uluslararası alanda tanınmış iktisatçı kimliğinizle öteden beri küreselleşmenin sosyal boyutuna dikkat çekiyorsunuz. Fırsatlar ve riskler açısından neredeyiz? 11 Eylülden çıkarılan dersler küreselleşmeyi de etkileyecek. ABDye yönelik saldırı aynı zamanda küreselleşmenin zayıf bir tarafını ortaya çıkardı, her şey küreselleştiği gibi artık terörizm de küreselleşti. Bunlar öngörülmemiş şeyler. 5 - 6 yıl önce Davosta ya da başka toplantılarda küreselleşme denilince akla hep iyi şeyler geliyordu. Ticaret, yatırım, büyüme artıyor. Oysa bugün küreselleşmenin varlıklı ülkelerle, azgelişmiş ülkelerdeki varlıklı gruplara daha çok fayda sağladığı görülüyor. Ulusal sınırları aşmayı beceren, iyi eğitilmiş, uluslararası zeminlerde rekabet gücü olan nitelikli insanlar bundan yararlanıyor. Son 5 - 6 yılda elit grupların küreselleşme tartışmalarında çok önemli bir değişiklik oldu. Bunu belki henüz izlenen politikalarda görmüyoruz ama küreselleşme nedeniyle kendilerini dışlanmış hisseden grupların düşünceleri, inançları ve sosyal tepkileri ağırlıklı olarak gündeme alınıyor. Eskiden hiçbir şekilde dikkate alınmayan - işçi hakları - gelişmekte olan ülkelerin istekleri çok daha merkezi şekilde kürselleşmenin içine giriyor. ABDnin, Dünya Ticaret Örgütünün, IMFnin politikalarına baktığımız zaman önemli bir fark gözlenmese de bunun sosyal bazı değişmeye başlıyor. Yüksek teknoloji balonu patladı New Yorkta toplanılması, terörü ekonominin önüne mi aldı? 11 Eylül sonrası dünya dayanışması, dinler ve kültürler arası diyalog mesajları öne çıkıyor? Davosun New Yorka taşınmasında Amerikan şirketleri üst yöneticilerinin terör kaygısıyla seyahat etmeyeceklerini bildirmeleri etkili oldu, 11 Eylül ertesi gözlenen bu çekingenlik nedeniyle Davos buraya geldi. Terör pek çok şeyi etkiledi, ancak 11 Eylül yaşanmasaydı, dünya ekonomisi durgunluğa girecekti görüşü yaygın, ABD Başkanı Bush da Kongrede halka seslenirken, "Terörle ve ekonomiyle olan savaşı kazanacağız" dedi. Sizce 2002 yılında durgunluktan çıkış başlayacak mı? Afrikadan da iyi haberler gelmiyor. Güney Afrika maliye bakanıyla dün konuştum, alınan tüm önlemlere karşın ekonomi büyümüyor. Oradaki sosyal yapı dikkate alındığında ilerisi için göstergeler endişe verici. Uzak Asyaya bakarsak Çin dışındaki ülkeler de yollarını kaybetmiş durumdalar. 1990larda Amerikada bir önemli balon, yüksek teknoloji balonu oluştu. Bunun zaten bir noktada patlayacağı belliydi, 11 Eylül olmasaydı da balonun söneceği bekleniyordu. Genelde Amerikan ekonomisinin yavaşça, 2002nin ortası, sonlarına doğru bu durgunluktan çıkacağını sanıyorum. Benim daha fazla endişe ettiğim konu, gelişmekte olan ülkelerin konumu. Orada çok zor durumlar var. Dünya ekonomisinin şu anda bulunduğu noktada kendi geleceğine inançla ve iyimserlikle bakan ülke kalmadı, az gelişmişler liginde. Güney Amerikada bir iki iyi örnek vardı, Şili dışında hepsi çöktü, Arjantinde tam bir trajedi yaşanıyor. Arjantine dönersek, oradaki sosyal patlama Türkiyeyi da kaygılandırdı; iki ülke de IMF politikalarıyla ayağa kalkmaya çalışırken Arjantin yere serildi. Cavallo gitti, Derviş ise gücünü koruyor. Siz Arjantinin başına gelenleri inceleyen bir makale yayımladınız? Mucize ekonomi nasıl çöktü? Türkiye o açıdan değişik görünüm arz ediyor. Dalgalı kur uygulaması ekonomiyi kurtardı. Son bir ay içerisindeki değerlenme dışında Türk lirası bir yılda epey değer kaybetti. Esnek kur, Türkiyeyi Arjantin stili krizden koruyor. Arjantinin Türkiyeye benzemeyen çok önemli bir tarafı vardı, döviz kuru politikası... Arjantin ve Türkiye gibi istikrar programı uygulayan ülkelerde bu çok önemli. Dış ödemeler dengesinde bazı tehlikelerin ortaya çıkması, mali krizlerin nedeni oluyor. Arjantindeki para kuru politikası zamanla Arjantin pesosunun aşırı değerlenmesine yol açtı. Özellikle 1999daki Brezilya devalüasyonunun da etkisiyle Arjantin ekonomisi kendi dinamizmini ve dış piyasalar nezdinde güvenini hızla kaybetti. 21 Şubat 2001 krizi ertesinde dalgalı kura geçilince dolar önce 1.300, yaza doğru da 1.600e çıkarak dengeleri altüst etmişti. Bu defa da inişe geçmesi piyasaları ürkütüyor. Derviş, döviz satan yanar dedi ama uyarısı işe yaramadı. Siz Arjantinle ilgili son makalenizde pesonun aşırı değerlenmesi karşısında devalüasyon intikamını alır diyorsunuz. Türkiye için de kaygılı mısınız? Gene de Türkiye ile Arjantini aynı sepete koymamak gerekir. Gerçek bir esnek (dalgalı) kur politikası izleyen bir ülkede devalüasyondan söz edilemez. Döviz kurunu piyasalar belirler, Merkez Bankası değil. Ancak aşırı dalgalanma olgusu Türkiye için zararlı bir şey. Genelde Şubat 2001 krizinden sonra döviz kuru aşırı şekilde değer kaybetmişti, sonra bir toparlanma olur. Türkiyede maalesef iyimserlik kötümserlik dalgası çok aşırı oluyor. En önemlisi bu aşırılıkları önlemek. TLnin şu andaki değeri şubat öncesi kur göz önüne alınırsa hala rekabetçi bir düzeydedir. Dış ödemeler dengesine zorluk getiren bir değer değildir. Fakat bu değer kazanma süreci devam eder de aşırı değerlendirme olur da dolar 1 milyon liranın altına düşerse tehlike doğar. Piyasalarda endişe uyanır. Ne fark var? Arjantinin 1990larda karşılaştığı problem çok değişik. Para Kurulu politikası enflasyonu yenmeye yönelikti ve başarılı oldu. Öyle ki, Arjantinli yöneticiler, bu politikanın aynı zamanda büyüme stratejisi olabileceği yanılgısına saplandılar. Hata bence orada oldu. Para Kurulu politikasının dışarıdan önemli ölçüde sermaye girişi sağlayacağı, devletin ekonomiye müdahale etmesine sınırlar getirip, özel sektörü aşırı derecede özendirerek büyümeyi sağlayacağı düşünüldü. Siz küreselleşme ve yeni ekonomiyi irdelerken, dışa açılma stratejilerinin tek başına kalkınmaya, büyümeye yetmeyeceğini savunan bir iktisatçısınız. Arjantin örneğinde bu teziniz doğrulanmış mı oluyor? Türkiyeye bu alanda ne öneriyorsunuz? Türkiye henüz makro dengelerini, bankacılık, finans sistemini, kamu maliyesini yerine oturtamadı. Zaten makro dengelerin oluştuğu ekonomilerde döviz kuru Türkiyedeki gibi geniş bant içerisinde dalgalanmaz. Benim görüşüm Türkiye konumunda bir ülkeye dünya ekonomisi motor olamaz. Sadece dışa açılıp, dıştan gelecek ticaret ve sermaye akımlarının hızıyla büyümesini sağlayamaz. Dünya ekonomisini yerel ekonominin motoru olarak görmek yerine, yerel ekonominin kendine çizdiği stratejiye yardımcı rol vermek gerekir. Türkiyede şu anda iki problem var. Birincisi, makro dengeleri kalıcı şekilde yerine oturtmak. İkincisi, büyüme stratejisi geliştirmek. Bu ikisi kavramsal olarak birbirinden farklı şeyler. Arjantin örneğinde bu farkı görüyoruz. Arjantin kendine has Para Kurulu politikasıyla makro dengeleri kurmayı başardı, fakat büyüme stratejisi geliştiremedi. Arjantin de iyiye gidiyor denilirken, borcu çeviremez hale gelmedi mi? Borcu çeviremedi çünkü büyümesi durdu. Aslında Arjantinin dış borç yükü Türkiyenin çok gerisindedir. Devletin aktif rolü gerekli Türkiye Arjantin olmaz denirken, sizi iyimser kılan nedir? 1990larda hiper enflasyonun yenilmesi önemli sosyal sıkıntılar gündeme getirdi. O dönemde işsizlik oranı yüzde 20lerdedir. Ağır bedel ödendi. Türkiyede makro dengesizlik sorunu bir çeyrek asırdır çözülememiş olmasına karşın kayda değer bir büyüme sağladı. Şimdi artık maalesef bunun fiyatı ödeniyor. Bence 1989daki konvertibilite rejimi Türkiye ekonomisine çok zarar verdi. Bankaların dışarıdan borçlanıp devlet kağıtlarına, tahviline yatırım yapabilmesi, devletin bu bozuk mali yapısını bir 10 yıl daha devam ettirmesine olanak sağladı. 1990larda devlet emisyon yoluyla açıklarını kapatacağı yerde kağıt ihraç ediyordu. Bu süreç kamu maliyesi krizini ertelemekten başka işe yaramadı. Konvertibileteye geçiş zamansız oldu. Uygulanan IMF programı dışında Türkiyenin önünde bir seçenek var mı? Para politikaları, dış sermaye yoluyla büyümeyi sağlamıyor. Sadece devleti geri çekmekle, sadece enflasyonu düşürmekle kalkınma olmuyor. Elbette 1960ların plancılığından söz etmiyorum, yeni stratejiler, hedefler konulmalı. Şu andaki önlemler, palyatif ve makro dengelere yönelik. Doğrusunu söylemek gerekirse şu anda Türkiye, büyüme stratejisini düşünmüyor. IMF politikaları makro dengeleri oluşturmaya yönelik, büyüme amaçlı değil. Türkiyede devletin aktif rolü olan ve sanayiin yeniden yapılandırılmasına dönük kalkınma stratejisi gerekli mi? Bence gerekli. Hassas olan, devletin özel sektörle ilişkilerini sağlıklı baza oturturken, devletin büyüme stratejileri konusunda olanaklar yaratma kapasitesini de iyileştirmek gerekiyor. Büyüme düşünülmediği için Güney Amerika ülkelerinin, Arjantinin 1990larda yaptığı hatalara düşme tehlikesindeyiz. Siyaset gençleşmeli Siz yerel ve ulusal kalkınmayı savunurken, demokratik siyasetin öneminden, sivil ve politik özgürlüklerden söz ediyorsunuz, sürü gibi hareket eden yabancı sermaye karşısında egemenlik riski kavramı da size ait. Ne demek istediğinizi biraz daha açabilir misiniz? Ulus devletlerin kapasitesinden bahsediyorum. Kendi ekonomileri için kendi şartlarını geliştirmekten söz ediyorum. Böyle bir stratejinin gerekliliğine inanmıyorsanız, o zaman kapasite de gerekmiyor demektir. Kendi toplumunu mobilize edecek ve liderlik edecek bir kapasite yaratmak gerekiyor. Bu kapasite nereden gelecek? Bir iç tartışma olması lazım. Ben bir iktisatçı olarak Türkiyeye gerekli büyüme stratejisinin bazı soyut prensiplerini ortaya koyabilirim, fakat bunun hangi somut kurumsallaşmayı gerektireceği ancak iç siyasal süreç sonunda belirlenir. IMF politikalarının alternatifi oluşturulmalı diyorsunuz? "Küreselleşmeye evet ama sosyal riskler karşısında yeniden üretim ve yatırım" öneriyorsunuz? Küreselleşmenin alternatifi olmadığı görüşü çok egemen. Benim değişik ülkelerde yaptığım temaslar sonunda edindiğim izlenim şu ki, Türkiyeden evvel kendini bu trene, lokomotife katmış ülkelerin hepsi bu sürecin iyi sonuçlar vermeyeceği konusunda hemfikir olmuşlar. Güney Amerikada bu görülüyor. Gelecekle ilgili tahmininiz. Ben ümitliyim. Türkiyenin büyüme stratejilerini yeniden tartışabilmesi için siyasal alanda yeni ve genç politikacılara ihtiyacı var. Bu aşamada çok fazla 11 Eylül rüzgarına güvenmek doğru değil. Nasıl ki, dış sermayeye güvenerek büyüme sağlanmazsa ABDye, IMF yardımlarına aşırı şekilde güvenmenin de yararı yok. Krizden, Türkiye kendi iç dinamikleriyle çıkmalıdır. Büyümeniz şart... Küreselleşme rüyasından uyanıyor muyuz? Bu tartışmalar yeni öneriler getirmediği için siyaset yapıcılarında şu yargı oluşuyor: Evet bu model işlemiyor ama bu modelden çıkmamızın riskleri de çok yüksek. Modelden çıkarsak, sermaye girişleri duracak, IMF, Dünya Bankası desteğini çekecek. Alternatifler olmadığı için başka yola girilmiyor. Ancak bir arayış, modelin yürümediği konusunda yaygın izlenim var. Gelir dağılımı bozuluyor, iş kayıpları ve yoksulluk artıyor. Öte yandan son on yılda en büyük büyüme oranlarını yakalamış ülkelere bakarsak... O rüyanın gerçekte yürümediği ortada, ampirik olgular ortada, alternatifin ne olduğu konusunda yeni tartışmalar ortaya çıkıyor. Çin gibi... Sermayedar ideolojik insan değildir, parasını koyup kazanmak ister. Yabancı sermaye Çine hücum ediyorsa, Çinin siyasi sistemini benimsediği için değil herhalde! Vietnam sosyalist ve özel mülkiyet bile yok. Orada büyüme olduğu için sermaye gidiyor. Arjantin ise küreselleşmeden yana; IMF politikaları izliyor ve büyümüyor. Çin, Vietnam... Bunlar küreselleşme politikalarını kendilerine has uygulamış ve başarılı olmuş ülkeler. Devletin önemli rolü var. Dış ticaret ve sermaye liberalleşmesinde çok yavaş ve aşırı dikkatliler. Çin daha geçen sene Dünya Ticaret Örgütüne üye oldu. Türkiyeye niye yeterince yabancı sermaye gelmiyor? Büyüme olursa, özel sektörün önü makro dengesizliklerin çözümüyle açılırsa gelir. Türkiyede 1960lardan bu yana çok dinamik özel sektör gelişti, şansı burada. Şunu de belirteyim: Türkiye hiçbir zaman dış sermaye girişiyle büyümeye başlamayacak. Büyümeye başlayacak, sonra sermaye girişi olacak. Davosta sohbet ediyoruz Davos toplantıları, 11 Eylülle dayanışma gerekçesiyle New Yorka alındı; dışarıda göstericiler "Başka bir dünya mümkün mü?" sorusuna yanıt arıyor, 2002ye ABDnin uğradığı terörist saldırının yanı sıra ekonomik durgunlukla girildi, küreselleşme giderek hız mı kesiyor? Dünya Ekonomik Forumu küreselleşmeyle özdeşleşmiş toplantılardır. Davos, aynı zamanda küreselleşmeye karşı akımları da kendi çerçevesi içinde toplamaya çalışmaktadır. New Yorka gelenlerin listesine bakarsanız göreceksiniz ki; sendika liderleri, insan hakları ve çevre örgütleri temsilcileri, değişik din ve kültür adamlarının hepsi Davos çatısı altında buluşmaktadır. 2002 Davosun da sizin katıldığınız forumlarda neler tartışıldı? Benim görüşüm, aslında Davos toplantılarında çok da derinlemesine şeyler konuşulmuyor. Davosun işlevi başka türlü bir araya gelmeyecek, görüşemeyecek insanların buluşması oluyor. Başarı orada.