Siyaset Sohbet Odası'nın bu hafta ki konuğu Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Ülke Arıboğan

Sohbet Odası'nın bu hafta ki konuğu Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Ülke Arıboğan

24.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Üçüncü Dünyaya sürükleniyoruz

Sohbet Odasının bu hafta ki konuğu Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Ülke Arıboğan

Amerika artık çağın Roma İmparatorluğu olarak anılıyor. Irak savaşının kazanılması taktik galibiyettir. Ortadoğu bölgesinin ve petrolün kontrolü ve Avrupayı yenilgiye uğratabilmek, stratejik bir kazanımdır. Ama büyük strateji Amerikanın hegemonyasının devam ettirmesini sağlayacak üst yapının hazırlanmasıdır, bir imparatorluk stratejisinin uygulamaya konulmasıdır. Amerika, büyük stratejik düzlemde bir imparatorluk oluşturabilecek felsefi temelleri atamıyor. Sadece güce dayalı bir politika, bir imparatorluk için yeterli değildir. Roma benzetmesi çok yapılıyor ama Roma askeri bir güçten ibaret değildi: Bir normlar bütünüdür; hukuk kuralları, felsefesi vardı. Romalılık diye bir şey söz konusuydu. Yani Bushtan Sezar olamaz. Bizimkileri çiğ çiğ yediler Sezar olur Aurelius olamaz. Bütün savaşları kazanabilirsiniz ama bütün barışları kazanamayabilirsiniz. Türkiyenin tutumuna ne diyorsunuz? Kapalıçarşı esnafı zihniyetiyle masaya oturduğunuz kişiler, küresel kapitalizmin vandalları... Petrol ve silah lobileri. Dünya üzerinde trilyonlarca doları kontrol eden insanlar ve pazarlığın nasıl yapılacağını çok iyi bildikleri için bizimkileri çiğ çiğ yediler gibi görünüyor. AKP hükümeti siyaset üretmekte hayli zorlandı. Ne İsaya, ne Musaya yaranabildi. Teksaslı Bush, at pazarlığında Kasımpaşalı Tayyip Erdoğanı soyup soğana çevirdi. Türkiye ne kazandı, ne kaybetti? İnanın o tezkere geçseydi kendimi çok rahatsız hissedecektim. Aklım geçmesi gerektiğini düşündüğü halde yüreğim geçmediğine çok sevindi. Şimdi dış politika çok ciddi bir olay, dünya vizyonu isteyen bir şey. Sadece su sattım, simit sattım demekle olmuyor. Biz yüreğimizin gittiği yere gittik, aklımızın dur dediği yerde durmadık. Sıradan insanlar, vatandaş olarak bizler duygularımızla hareket etme hakkına sahibiz. Devleti yönetenler böyle davranamaz. Diplomaside pazarlık yapılır. Ancak Türkiye kendi inisiyatifini para karşılığı satıyor gibi görüldü. Bu vizyon eksikliğinden kaynaklanıyor. Türkiye masaya bir siyasi proje koymalıydı. Akdenizin güvenliğini gündeme getirebilirdi, Avrupayla birlikte hareket edebilirdi. Türkiye bu süreçten nasıl etkilenecek? AB, kanımca çok stratejik bir hata yaptı. Türkiyeyi Amerikayla yalnız bıraktılar. Burada başka problem ABD ile iplerin de önemli ölçüde gerilmesi karşısında Türkiyenin bir belirsizlik içerisinde yer almasıdır. Meclisteki bir grup, Türkiyeyi Üçüncü Dünyaya doğru sürüklüyor! Bu son derece tehlikeli bir durum. Hükümet diyemeyeceğim ama AKPnin içindeki bir grup Türkiyenin yerini başka bir yerde çizmeye çalışıyor. Onlar ABye de karşı AKP içindeki Üçüncü Dünyacıların varlığını mı öne sürüyorsunuz? Evet, Üçüncü Dünyacılık hem anti Avrupa, hem anti Amerikan çizgisinde yer alıyor ve özü itibariyle İslam motifiyle de beslendiği için Türkiyeye çok farklı bir rol model oluşturuyor. Bu da çok sağlıklı bir gelişme değil. Tezkereyi de onlar mı engelledi? Evet tezkereye karşı başı çeken grup onlar oldu. Aslında bu insanlar Avrupaya da yakın durdukları için bunu yapmadılar. Onlar, "Türkiyenin açılımı AB olmalıdır" demiyorlar. AKP bölünmüş durumda Arınçın muhalefetini de buna mı bağlıyorsunuz? Onun liderliğinin de önemi var. Söylemi ve kullandığı sloganlar vicdanlara hitap ediyor. Bu süreç AKPyi böler mi? AKPyi bölecektir diye tahmin ediyorum. Yani AKPde çok ciddi sıkıntılar yarattığı ortada. Zaten AKP şu anda aslında bölünmüş bir partidir. Tayyip Erdoğanın fikriyle Bülent Arınçın Irak operasyonu gibi ciddi bir konuda fikrinin aynı olduğunu söylemek mümkün değil. Arınç önemli ve karizmatik bir lider, baktığınız zaman çok etkili olduğunu görüyorsunuz. Erdoğan hükmedemedi Tayyip Erdoğan başbakan oldu ama tezkere de gecikince ABD ile ilişkiler gerildi, yardım rafa kalktı. Irak politikası Erdoğanı da yıpratmışa benziyor. Karizması çizildi. Aslında Tayyip Erdoğan karizmatik bir lider. Aynı zamanda bir kahraman. Kahramanlar gerekli oldukları müddetçe kullanılırlar sonra da bir kenara bırakılırlar, hemen yeni bir başka kahraman türetilir. Sistem böyle gelişir. Sonsuza dek kahraman olarak devam eden insanlar bulmak zor. Krizde AKPye hükmedemediği görüldü. Muhalefete ne diyorsunuz? CHPnin içinde de şu andaki gidişattan çok memnun olmayan ABD ile ittifakın çok önemli olduğunu düşünen insanlar var. Türkiyenin yalnızlığa doğru itiliyor olması, onları da sanıyorum rahatsız ediyor. Hükümetle birlikte muhalefet de prim kaybediyor, yani bu nasıl bir şeydir, anlamak mümkün değil. Nerede B, C planımız? Savaş sonrasına dönük senaryonuz nedir? ABD bölgede uzun yıllar kalacak mı? ABD artık bir şekilde bir ahtapot gibi dünyanın içine doğru birkaç koldan askeri yayılmacılığa başlamış durumda. Bunu terörü önleyici savaş adı altında yapıyorlar. Türkiyenin kaygısı ise Kuzey Irak. Bir Kürt devleti oluşumu beklenebilir mi savaştan sonra? Benim labirent fare diye bir doktrinim var. Anlatır mısınız? Duyularımız bizim zihinlerimizin prangalarıdır: Etnik kimliğimiz, şovenizmimiz, geçmişteki travmalarımız, kan döktüysek oradan bize kalan miraslarımız bizi kokulara göre hareket etmeye götürür. Biz çıkış yolunu bulamıyoruz. Ne zaman ki duyularımızdan arınacağız, tepeye çıkıp aklımızla o fare gibi labirentin hangi bölümündeyiz, onu göreceğiz. Ancak o zaman doğru çıkış yolunu bulmak mümkün olabilecek.Dış politikada biz hep duyularımıza göre hareket ediyoruz. Seviyor muyuz, sevmiyor muyuz? Dost muyuz, düşman mıyız? Geçmişte kan döktük mü, dökmedik mi? Toprak mı, bayrak mı diye bakıyoruz. Bu tür duygular dış politik kimliğimizi şekillendiriyor. Halbuki aklın öne geçtiği bir yerde çok farklı çıkışlar bulabiliriz. Dış politikaya uyarlayarak anlatayım: Labirentteki fare peynirin kokusuna göre hareket eder. Peynir duvarın arkasındaysa, duvara kadar gelir ve peynire ulaşabilmek için sürekli duvarı zorlamaya çalışır, çünkü kokuya ve duyularına göre hareket etmektedir. Halbuki peyniri o labirente yukarıdan bakarak bulabilir. Düşmanlığa mecbur muyuz? Bu teoriyi Kürt sorununa mı uyarlıyorsunuz? Şimdi Iraktaki Kürt devletinin oluşumuna karşı bir politikamız var ve tek politikamız bu. Bunu savaş nedeni sayıyoruz. Burada bir Kürt devleti de olabilir. Tamam birinci stratejimiz bunun olmamasıdır. Ama B planımız nedir, C planımız nedir? Biz mecbur muyuz Iraklı Kürtlerle mutlaka düşman olmaya. Belki çok iyi ilişkiler geliştirilmesi, Türkiye için çok ciddi kazanımlar sağlanması da mümkün. "Türkiye, bölgedeki Kürtlerin hamisidir" deniyorsa niye düşmanlık pompalanıyor?